Kast:
Yazan-Yöneten: Nesrin Kazankaya
Dramaturgi: Şafak Eruyar
Işık: Yüksel Aymaz
Dekor - Kostüm: Nilüfer Moayeri
Müzik Yönetmeni: Richard Laniepce
Müzik Yönetmeni: Richard Laniepce
Dans Düzeni: Pınar Çelebi
Yön.Yrd.: Zeynep Özden
Eda Yapanar
Eren Uluergüven
|
Oynayanlar:
Melisa: Nesrin Kazankaya
Senija: Başak Meşe
Asım: Nihat İleri
Bego: Levent Öktem
Slobodan:Kayhan Teker
Jasna: Zeynep Özden
Ödüller
2005 “Afife Jale En İyi Yazar Ödülü” Nesrin Kazankaya
2005 “Afife Jale En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” Levent Öktem
2005 “Lions Selim Naşit Özcan Canlandırmada Bütünlük (Ensemble)”
2005 “Lions Selim Naşit Özcan En İyi Erkek Oyuncu” Nihat İleri
2005 “Eleştirmenler Birliği Yılın En İyi Oyunu Ödülü”
|
|
Özet
|
|
Olaylar 1993 yılında, Yugoslavya İç Savaşı’nın ikinci yılında geçer. Dobrinja Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’nın bir mahallesidir. Kent Sırp kuşatması altındadır. Müslüman Boşnaklar yaşam mücadelesi vermektedir. Kentte iki günlük bir ateşkes ilan edilmiştir. Yıkıntılar arasında yan yana evlerde yaşayan iki aile, evin yıkılmaktan kurtulmuş küçük bahçesinde, gece bir düğün yapacaklardır. Düğün, kendi yaptıkları canlı müzikle, dansla, yoksunluk içinde hazırlanmış bir sofrayla kutlanır. Hazırlıklarla geçen sabah, öğleden sonra ve düğünle sonlanan akşam, savaşın içinde bir günün trilogyasını oluşturur. Bu zaman kesitinde, savaşta yaşanan acılar, ölümler, kırık hayatlar, kayıp aşklar ve savaşla yitirilen insani değerler sorgulanır. Bu insanların savaşa rağmen müzikle, dansla buluşturdukları umutları, tutkuları, direnişleri, varoluşlarının tek dayanağıdır artık.
|
|
Basın Bülteni
TİYATRO PERA’NIN OYUNU 93 YILINDA SARAYBOSNA’DA GEÇİYOR:
“DOBRİNJA’DA DÜĞÜN” (BİR GÜNÜN TRİLOGYASI)”
Tiyatro Pera’nın geçen sezonun büyük ilgi gören, Eleştirmenler Birliği “Yılın Oyunu” Ödülü dahil 5 ödüllü oyunu Dobrinja’da Düğün bu yıl da izleyicisiyle buluşmaya devam ediyor!
Nesrin Kazankaya’nın yazıp yönettiği “Dobrinja’da Düğün (Bir Günün Trilogyası)”,
7 Ocak 2005 Cuma günü Tiyatro Pera’da prömiyer yaptı. Dramaturgisini Şafak Eruyar’ın, ışık tasarımını Yüksel Aymaz’ın, dekor; kostüm tasarımını Nilüfer Moayeri’nin, müzik yönetmenliğini Richard Laniepce’in, dans düzenini Pınar Çelebi’nin, yönetmen yardımcılığını Eren Uluergüven'in yaptığı oyunda görev alan sanatçılar: Nesrin Kazankaya, Nihat İleri, Levent Öktem, Kayhan Teker, Başak Meşe, Zeynep Özden.
Oyunda olaylar 1993’te, Yugoslavya İç Savaşı’nın ikinci yılında geçer. Dobrinja, Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’nın bir mahallesidir. Saraybosna Sırp kuşatması altındadır. Müslüman Boşnaklar yaşam mücadelesi vermektedir. Oyunda, yıkıntılar arasında yan yana iki evde yaşayan iki ailenin umutsuzlukları, kırgınlıkları, çatışmaları ve savaşa rağmen umutları, dirençleri anlatılmaktadır. Bir günlük ateşkeste, evin yıkılmaktan kurtulmuş küçük bahçesinde, gece bir düğün yapılacaktır. Hazırlıklarla geçen sabah, öğleden sonra ve düğünle sonlanan akşam; savaşın içinde bir günün trilogyasını oluşturur.
1992-1996 yılları arasında, Avrupa’nın ortasında ve tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşen, milliyetçilik adına “etnik temizliğe” dönüşen Yugoslavya İç Savaşı, tarihin en büyük kıyımlarından biri haline gelmiştir. Özellikle çok uluslu, çok dinli ve çok kültürlü bir kent olan Saraybosna’da, savaşın en ağır yıkımı yaşanmıştır. Sırp milliyetçiliğinin, soykırıma uzanan vahşeti, en başta Boşnaklar olmak üzere, tüm Yugoslav halklarını etkilemiş; kin ve intikamı tetiklemiştir.
Oyunda, savaşta yaşanan acılar, ölümler, kırık hayatlar, kayıp aşklar ve savaşla yitirilen insani değerler sorgulanır. Yaşamsal yoksunluğun içinde mücadele eden bu insanların, savaşa rağmen müzikle, dansla buluşturdukları umutları, tutkuları, direnişleri, insan olarak varoluşlarının tek dayanağıdır artık. Canlı müzik ve dans, savaşla kuşatılmış bahçede kutlanan düğünün, Balkan ruhunun, umutların, öfkelerin ve özlemlerin bir yansımasıdır.
|
|
Basından
Cumhuriyet, 6 Aralık 2005, Ayşegül Yüksel
Saraybosna’da Çehov’dan öte
Yugoslavya... Bağrında dört dili ve üç dini barındıran, iki alfabesi olan ülke. Etnik farklılıklara karşın tek bir ulusal kimlik altında toplanmış insanların, ne Batı kapitalizmine emperyalizmine boyun eğen, ne de Sovyet rejiminin güdümüne giren bir sosyalist yönetimle 45 yıldan çok yaşamış olduğu ‘umut’ ülkesi. Artık o ülke yok... Yok edildi. Ya ‘umut’?
Mareşal Tito’nun Yugoslavya’sını 1978 yılında görmüştüm. Günün ve gecenin her saatinde güvenlik içinde dolaşabileceğiniz tertemiz kent sokakları, güzelim parkları, tarihsel anıtları, herhangi bir köşe başından alıverebildiğiniz, hepsi aynı nefis lezzette olan ve aynı bedel karşılığında satılan sandviçleriyle, devletin büyük paralar ayırdığı kültür ve sanat etkinlikleriyle, hiç İngilizce bilmeyen insanların, hiç bilmediğiniz bir kentte otobüsle oradan oraya gidebilmenizi sağlayacak düzeydeki yardımseverliğiyle, peynir zeytin fiyatına alabileceğiniz kristal ya da camdan güzelliklerle...
Tito’nun 1980’de ölümüyle, üstünde yıllardır gizli gizli çalışılan etnik ulusalcılığın nasıl azdırıldığını ve 1990’lı yıllardan başlayarak kardeşi kardeşe düşüren, bugüne dek yazılmış tüm trajedileri uyduruk masallara indirgeyen, insanlığımızdan utanmamıza neden olan dehşet görüntüleriyle midemize oturan iç savaş boyunca, aynı bayrak altında yıllarca huzur içinde yaşamış insanların çektiği acılara hep birlikte tanık olduk.
Etnik Ulusalcılığa karşı uyarı
Nesrin Kazankaya’nın sanat yönetmeni olduğu Tiyatro Pera için yazıp sahnelediği -Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nce ‘en başarılı oyun’ ödülüne değer bulunan- ‘Dobrinja’da Düğün’ adlı oyunu, bir yanıyla Yugoslavya’da yaşanmış olanlara yakılmış bir ağıt, bir yanıyla da etnik ayrımcılık rüzgârlarıyla beslenmesine çalışılan ‘ulusalcılıklar’a karşı, Türk toplumuna yerinde bir uyarı niteliği taşıyor.
Dobrinja, Saraybosna’nın bir dış semti. Oyun Yugoslavya iç savaşı sırasında, kısacık bir ateşkes döneminde, bu semtte birbirinin yakın komşusu olan ailelerden birinin bahçesinde düzenlenen düğün eğlentisini dile getiriyor. Sabahın erken saatlerinde başlayan, düğün hazırlıklarıyla süren ve ertesi sabahın erken bir saatinde noktalanan oyun, doğalcı (natüralist) tiyatronun ‘yaşamdan bir dilim sunma’ öngörüsüne uygun olarak yazılmış. Nilüfer Moayeri’nin ev önü/bahçe dekoru da doğalcı özellikler taşıyor.
Kazankaya, oyununu yapay (melodramatik ya da komik) bir olaylar dizisine oturtmadan oluşturma yolunda büyük Çehov’un yolunu izlemiş. Oyunu sessizliklerle, minik kahkahalarla bezenmiş hüzünle, kişilerin birbirleriyle konuşurken aslında kendi kendileriyle konuşmalarıyla, yer yer de ‘can acıtıcı’ olduğu denli ‘canı acımışlığı’ da dile getiren alaycı/ironik bir söylemle örmüş. Birbirlerini koruyucu bir sevecenlikle sarsalar da ‘yalnızlık’larını aşamayan insanları getirmiş sahneye. Duygusal patlamaların, acı gerçeklerin sessizce kabul edilmesiyle etkisini yitirdiği, pes tonlarda noktalanan bir olay biçimlendirmiş. Büyük olasılıkla da ister istemez yapmış bunu. Çünkü Dobrinja’nın insanları da tıpkı Çehov’un Çarlık Rusya’sının taşra insanları gibi, denetleyemedikleri bir yok oluş süreci içinde yalpalayan ‘yarınsız’ insanlar...
Dağlanmış bedenler/ruhlar
Ancak Çehov’un insanlarının önünde epeyce zaman var. Onlar Çarlık Rusya’sı tarihinin kırılma noktasına doğru yavaş yavaş sürükleniyorlar. Daha epeyce yıl sessizce bekleyebilir onlar... Oysa Dobrinjalı karakterlerin böyle bir zamanı yok. Onlar yarın ölebilirler. En sevdiklerini birkaç saat sonra yitirebilirler. Severlerse şimdi sevmeli, kaçacaklarsa şimdi kaçmalı, şimdi dans etmeli, şimdi şarkı söylemeli onlar.
Dahası, onların birbirleriyle olan ilişkileri de savaşın damgasını taşıyor; bedenleri ve ruhları dağlamış olan... İçerdiği acının hiç bir zaman sökülüp atılamayacağı tür ilişkiler bunlar. Vazgeçilmesi olanaksız, dayanması zor. Dile gelmesiyse ancak çığlık çığlığa olabilen...
Kazankaya tüm bu doğrultuları da katmış yazarlık stratejilerine. Damarlarında eski Yugoslavya’daki etnik gruplardan en az ikisinin karışımı olan kanı taşıyan Saraybosnalı altı oyun kişisini, ortak kültürlerinin ürünü halk şarkılarına ve danslarına katılırken coşkunun doruğuna çıkan, sevgiyi de nefreti de aynı aşırı yoğunlukta dışa vuran, umarsızlığı aşmak için direnirken, değiştirilemez gerçekleri ve birbirlerine katlanma zorunluluğunu da sessizce göğüsleyen, iç savaşın, çakılı kaldıkları eşiği aşmalarına izin vermediği, duygulu/duygusal insanlar olarak çizmiş.
Yönetmen Nesrin Kazankaya , oyun kişilerinde yansıyan Balkan insanı özellikleri ile oyuncuları da buluşturmayı başarmış. Böylece Çehov oyunlarının bildik atmosferini, özellikle jest ve mimik düzeyinde Balkan duyarlılığı ile dönüştürerek özgün kılan bir tür gerçekçi oyunculuk oluşmuş. Biraz bildik, biraz farklı... Sahnede yansıyan Balkan duyarlılığını belirlemede en önemli katkı Richard Laniepce’nin yönetiminde sunulan sahne müziği ve şarkılarla oluşmuş. Oyunun ve oyunculuğun en sıcak anları da düğün öncesi prova sırasında Nihat İleri ile Levent Öktem’in aynı şarkının aynı notasında buluştukları noktada, bir de düğün sırasında herkesin çalarak ve söyleyerek eşlik ettiği şarkının görkemli icrası sırasında gerçekleşiyor. Nesrin Kazankaya ve Özden Çiftçi, kendilerine özel acıları gizleme durumundaki iki kadın karakteri duyarlı yorum çalışmalarıyla capcanlı kılarken Levent Öktem’in oyunculuğu sahne olayının iyimser atmosferini belirlemede, Nihat İleri’nin oyunculuğu da iyimserliğin gizlediği acıyı ironi yoluyla imlemede önemli işlev taşıyor. Cüneyt Uzunlar, Başak Meşe/Zeynep Özden ise zor ama daha sınırlı boyutlarda çizilmiş rollerini başarıyla taşıyorlar.
‘Dobrinja’da Düğün’, tadıyla ve tınısıyla böyle bir oyun. Yoğun tiyatro keyfinin, sahne olayına ille de ‘avangard’ ya da ‘postmodern’ kuşlar kondurma zorunluluğu duyulmadan da oluşturulabileceğini gösteren...
Birgün, 9 Ocak 2005, Mustafa Demirkanli
‘Dobrinja’da Dügün’ mü?
Cuma aksami, gerçekten çok sancili bin sürecin sonunda, Eren Uluergüven Sahnesi'nde, Tiyatro Pera'nin yeni temsili "Dobrinja'da Dügün' (Bir Günün Trilogyasi) seyirci ile bulustu. Bu yil, -siradan bir tiyatro izleyicisi oldugumu unutmadan- zaman zaman solugumun kesildigi, ardindan gülücüklerimin yeserdigi, canimin acidigi ama çokça umutlandigim çok az oyundan biriydi.
Nesrin Kazankaya yazmis, yönetmis ve oynuyor: Istanbul Devlet Tiyatrosu kadrolu rejisör¸/oyuncusu. Tiyatro Pera'nin son üç oyununun göz kamastiran oyuncusu Ayse Lebriz: Istanbul Devlet Tiyatrosu'nun kadrolu oyuncusu. Tiyatro Stüdyosu'ndan da tanidigimiz Nihat Ileri'yi, ilk kez Tiyatro Pera'da izledik: Istanbul Devlet Tiyatrosu'nun kadrolu oyuncusu. Levent Öktem'i, yanilmiyorsam Tiyatro Pera'da ikinci kez izliyoruz: Istanbul Devlet Tiyatrosu'nun kadrolu oyuncusu. Tiyatro Pera'nin sanirim tüm oyunlarinin dramaturgu, "Dobrinja'da Dügün"ün de dramaturgu Safak Eruyar: Istanbul Devlet Tiyatrosu'nun kadrolu dramaturgu. Isik Tasarimi Yüksel Aymaz: Istanbul Devlet Tiyatrosu kadrolu isik tasarimcisi.
Soru 1: Oh ne ala, Devlet'ten maasini al, jzel tiyatroda da isini yürüt.
Kolay bir soru, yaniti da yukaridaki gibi pekala verilebilir, eger niyetiniz bagci dövmekse.
Soru 2: Bu kadro, bu kadar basarili bir prodöksiyonu gerçeklestirebiliyorsa, ki bu olanaksiz ve çok zor kosullarda, neden Devlet Tiyatrosu'nda gerçeklestirmiyorlar yaratilarini?
Önce, seytanin su sorusunu bir kenara birakalim. Bu insanlar, Devlet'ten maas aldiktan sonra, bir de özel tiyatro yaparak tek kurus (Yeni kurus olarak da -tek kurus-) kazanmiyorlar. Yani ortada para filan yok. O halde, neden bu prodüksiyon Devlet Tiyatrolari'nin prodüksiyonu olmuyor da Tiyatro Pera'nin prodüksiyonu oluyor?
Yillardir, bambaska noktalarda tartisilan Devlet Tiyatrolari'nin (ödenekli tiyatrolarin) gerçegi ile bu örnekte yüzlesiyoruz. Bürokrasinin hantalligi, memur anlayisinin yaraticiligi nasil yok ettiginin güzel ve canli örneklerinden biri degil mi? Bu insanlar tiyatro yapmak istiyorlar, yapiyorlar da, hem de, sunu açikça ifade etmekten kaçinmiyorum, Istanbul Devlet Tiyatrosu'nun (bu sezon, su ana kadar) beceremedigini becerdiler.
Hadi bakalim, simdi birinci soruyu tekrar soralim mi? Isterseniz sormayalim. Sormamiz gereken soru, ikinci soru. Neden? Bunun yanitini da, Devlet Tiyatrolari Genel Müdürü Lemi Bilgin yeni yasa tadil çalismalarinda bulmaya çalisiyor. Bilebildigim kadariyla da önemli teshisler, yeni taslaga yansimis durumda. Ancak, yillar önce Yücel Erten'in gündeme getirdigi Birim Tiyatro'ya da bir baska açidan tekrar bakmak gerekir mi? Ekip ruhunu yakalamak ve yasatmak tiyatronun önemli bir gerçegi mi? Bu ekip ruhu ödenekli tiyatrolarda olusabilir mi? Yasayabilir mi? Yasatilabilir mi?
Bunlari da sonraki yazilarda tartismaya çalisalim. Belki yeni tadil yasasiyla çok canlar yanacak, ama tiyatro, gerçekten tiyatro yapmak isteyenler de kendi evlerinde tiyatro yapabilecekler umudunu tasiyorum.
Ellerinize, yüreginize saglik: Ayse Lebriz, Nesrin Kazankaya, Nihat Ileri, Levent Öktem, Cüneyt Uzunlar, Basak Mese/Zeynep Özden, Yüksel Aymaz, Safak Eruyar, Nilüfer Moayeri (Sahne-Giysi Tasarimi), Richard Laniepce (Müzik Yönetmeni), Pinar Çelebi (Dans Düzeni) ve diger emegi geçen gençler, nerdeyse tiyatroyu bana bile sevdireceksiniz.
Her dügün, yeni bir umut, yeni bir yasam demekse. Umarim, "Dobrinja'da Dügün" de, bir yaniyla "Tiyatroda Dügün" olur.
Radikal, 29 Ocak 2005, Hasan Anamur
Saraybosna'da dügün var
HASAN ANAMUR
TIYATRO ELESTIRISI Dobrinja'da Dügün
Sahnesine, provalarda bir kaza sonucu kaybettigi genç sanatçisi Eren Uluergüven'in adini veren Tiyatro Pera, genel sanat yönetmeni Nesrin Kazankaya'nin yazdigi, sahneye koydugu ve baslica rollerden birini oynadigi 'Dobrinja'da Dügün'le açti bu mevsimi, perdesiz sahnesinde.
'Dobrinja'da Dügün' de, Tiyatro Pera'nin önceki yillarda oynadigi oyunlar gibi siyasal elestiri içerikli. Kazankaya, 'Dobrinja'da Dügün'de, 90'larin basinda Avrupa'nin neredeyse ortasinda, Yugoslavya'da patlak veren savasi getiriyor sahneye. Kazankaya, bu karmasik gerçekleri küçük bir toplum kesiminin bir günlük yasami araciligiyla ve sonuçta umuda tümüyle kapali olmayan bir pencereden veriyor.
Sirp ve Hirvat asiri milliyetçileri ile radikal Islamcilarin savas alani içinde kalan Saraybosna'nin, havaalanina yakin oldugu için yikimdan payini en fazla alan mahallelerinden biridir Dobrinja. Oyun burada, bahçeli bir evde, komsu iki aile ile aile olusturmaya aday üçüncü bir çift arasinda geçer, günesin dogusundan batisina, geceye kadar. Tanyeriyle dogan umudun bir anlamda sönüsüne kadar, tüm bir toplumu simgeleyen ev sahibi kari-koca (Melisa ile Asim), komsulari kari-koca (Senija ile Bego) ve o aksam evlenecek tanidik iki genç insan (Jasna ile Slobodan), bir de oyuna girmeyen, ama varligini dramatik bir biçimde hissettiren bir yabanci (Alex) arasinda. Melisa ve kocasi Asim ile komsulari Senija Müslüman; Bego Arnavut, gelin adayi Jasna Hirvat, damat adayi Slobodan Sirp kökenlidir, ancak hepsi Bosnak'tir. Ilk baslarda kari-kocalar arasinda çikabilecek kimi dogal tatsizliklar disinda bir sorun yasamayan bu topluluk Melisa'nin bahçesinde, dügün hazirliklari yapmaktadir tüm yoksunluklara ve tehlikelere karsin, hiçbir köken ayrimi düsünmeden.
Kazankaya oyunun giris niteligindeki ilk bölümünü kisilerin, iliskilerin, içinde yasanmaya çalisilan savas ortaminin tanitimina ayirmis. Ikinci bölümdeyse, bir 'crescendo' gibi sarmallanan siyasal tartisma ortamini, kimi kisilerin bilinçaltlarina yerlestirilmis asiri milliyetçi saplantilar ve amaçlari, ortak tarihin farkli yorumlarini -kisilerin özel yasamlariyla ilgili beklenmedik durumlari da kullanarak vermis. Uzun yillardir birlikte yasayan ve her biri, giderek, savas ortaminin yarattigi psikolojik baski altinda asiri duygusalliktan siddete kadar uzanan tavirlar sergileyen bu küçük topluluk içinde serinkanli olmaya ve bir düzen saglamaya çalisan odak kisi Melisa'dir, kimi zaman, o da duygularina egemen olamasa bile. Sirp saldirganlara karsi sipere daha ilk girisinde sol kolunu kaybetmis olan Asim alin yazisina ve yasama küsenleri, kurtulus yolunu ya uykuda ya da âlemi alaya almakta bulanlari simgelemektedir. Yasam dolu uçari Senija'ysa, sorumsuz davranma pahasina da olsa, var olan durumdan çikis yollari arayanlari. Bego'nun sigindigi kaçis yoluysa belki de en olumlusudur: Insanlarin dogal bulusma noktasi, en etkili anlatim ve bosalim yollarindan biri olan müzik. Bir Çingene sarkisi olan 'Bubamara/Ugurböcegi'ni herkese birlikte söyletip çaldirmasiyla ayrimciliga karsi durusu, yasanan süreci reddedisi, birlik arayisini sergiler.
Dügün, farkli iki kisinin birlikte yasam ve gelecek seçimi ve mutluluk umududur; uyum saglandigi zamanlar.
Sakin baslayan birinci bölümünde crescendo etkisine geçis biraz uzasa da 'Dobrinja'da Dügün' saglam yapisi ve zengin anlatim yollariyla tiyatromuza katki niteliginde bir metin. Basarili yorumu, kadrosu, çevre ve giysi (Nilüfer Moayeri), isik (Yüksel Aymaz) dans (Pinar Çelebi) düzeniyle insanligin yakin geçmiste tanik oldugu bu anlamsiz dehset sürecinde yasanan yikimlari zihinlerde soru isaretleri uyandirarak seyircisine de yasatiyor. Melisa'da Ayse Lebriz derinden yasadigi sezilen kisisini tüm yönleriyle canlandiriyor. Nesrin Kazankaya da kisiligi daha tam olusmamis Senija'yi. Asim'da Nihat Ileri, Bego'da Levent Öktem tutarli yorumlariyla bu iki farkli kisiligi ve ortak bikkinliklarini ustaca sergiliyorlar. Bu ikiliyi bir oyunda birlikte görmek de bir ayricalik. Jasna'da Basak Mese ile Slobodan'da Cüneyt Uzunlar da basari çizgilerini sürdürüyorlar. Bu arada seyirci 'Sicaga Özlem' sarkisiyla Öktem'in besteci, akordeon ustasi, santör; Nesrin Kazankaya'nin söz yazari özelliklerini de kesfediyor.
'Dobrinja'da Dügün' mevsimin önemli oyunlarindan.
Cumhuriyet, Ece Baktiaya, 6 Ocak 2005
Tiyatro Pera'nin yeni oyunu 'Dobrinja'da Dügün / Bir Günün Trilogyasi'nin ilk gösterimi bugün
Kusatma altinda umut... 6 Ocak 2005
Nesrin Kazankaya'nin yönettigi oyun, çokuluslu, çok dinli ve çokkültürlü bir kent olan, savasin en agir yikimini yasayan Saraybosna'nin, savasin bile degistiremedigi neseli insanlarini, insanlarin kimlik kaymalarini öykülüyor.
ECE BAKTIAYA
Yil 1993... Yugoslavya Iç Savasi baslayali neredeyse iki yil olmus... Sirplarin kusatmasi altindaki Bosnaklarin yasam kavgasi sürüyor... Yer Dobrinja... Saraybosna'nin mahallelerinden biri... Yasanan acilarin müzigin hüznüyle harmanlandigi ''Dobrinja'da Dügün/Bir Günün Trilogyasi'' adli oyunda anlatilan olaylar burada geçiyor.
Her an ölümle burun buruna olmanin tedirginligi, bitmek bilmeyen savasin gerginligi ve bikmisligin gelgitinde, her seye karsin Balkan ruhunu yasamaya-yasatmaya direnen kisilerle, savasin henüz vurmadigi bir arka bahçede geçiyor oyun. Savasin yiprattigi kimlikler, savasin etkisiyle daha bir sivrilen asklar, tutkular, nefretler, özlemler... Ve umut, ölümün gölgesinde yaptiklari 'dügün' le simgelenen... Kahramanlar ise yan yana iki evde yasayan iki ailenin bireyleri.
''Savasi, insanlarin kimlik kaymalari, kimlik yipranmalari kanalindan anlatabilecegimize inaniyorum. Ben de sadece onu yapmaya çalistim. Oyun bir günde geçiyor. Sabah, ögleden sonra ve aksam. Dingin duygularin günesin dogusuyla tetiklenmesi, ögleden sonra hazirliklar ve gece dügün, patlamalar...'' diye anlatiyor yönetmen Nesrin Kazankayaoyunun öyküsünü...
Hüzün kokan sarkilar
Oyunu bitirdikten sonra ekiple birlikte Saraybosna'ya gidip oralari görmek, yazdiklarinin saglamasi olmus onun için. ''Balkan kökenli insanlarla dolu bir ülkede yasiyoruz. Sadece bu yüzden degil, yani basimizdaki böylesine büyük bir vahsetin görmezden gelinmesi de yillardir benim için itici bir güçtü, sanat adina... Çünkü inaniyorum ki böyle konulara girmek, savasin olmadigi günleri dilemek bir emektir. Sadece diliyorum demek bir anlam tasimiyor. Herkesin, ama özellikle sanatin bu konuyu ele almasi gerekir diye düsünüyorum.''
Çokuluslu, çok dinli ve çokkültürlü bir kent olan, savasin en agir yikimini yasayan Saraybosna'nin, savasin bile degistiremedigi neseli insanlari... Hüzün koksa da sarkilar yine de söyleniyor, yine de inadina dans ediliyor... ''Dünyanin en yüksek, en özenilesi direncini gösterebilen bir ulus Saraybosnalilar. Kendi ordulari, eski Yugoslav Ulusal Ordusu, 1993 yilinda Sirp Cumhurbaskani Miloseviç'in ele geçirdigi bu ordu kendi halkina silahlarini çeviriyor. Bu büyük sok, bir yil içinde atlatiliyor. Inanilmaz mahalle-çete savaslarindan baslayip düzenli bir orduya üç yil içinde ulasan bir direnis gösteriyorlar. Bir yandan da savasin ortasinda uluslararasi festival düzenleyecek kadar yasama baglilar. Savasin içinde parklarda bulusacak, yürüyüsler yapacak, parlamento önünde sarkilar söyleyecek, pazaryerlerini ölümüne dolduracak kadar... Bence, tüm insanligin umuduna bir katki bu!''
Kahramanlardan birinin bir kolu yok. Cephede kaybetmis, hem de ilk gittigi gün. ''Saraybosna'da yaslilar, çocuklar, kadinlar, gençler, herkes savasin içindeydi. Gizlice kazdiklari tünel, dört bir yandan sarilmis Saraybosna'nin Igman Dagi'yla Hirvatistan'a baglandigi tek yol olmus. Bu tünele gaz, elektrik ve su borulari dösemisler. Elektrik dösendiginde ilk ameliyatlar yapilabilmis hastanelerde. Balkanlilar, çok yakisikli, uzun boylu insanlar, biliyorsunuz. 1.60 metre yüksekligindeki tünelden bellerine kadar su içinde, günde 4 bin kisi geçmis. Gecede 3 bin tona yakin malzeme tasidiklari olmus. Bir mucize savas ve yani basimizda oldu. 92-95 arasinda, tüm dünya gibi bizler de yeterli ilgiyi gösteremedik. Tüm dünyanin, insan haklari savunuculugu yapan ülkelerin, Avrupa'nin ve olmadik yerlerde olmadik 'demokrasi' savaslarina giren Amerika'nin gözleri önünde yürüdü bu savas.''
Balkan ruhunu yansitiyor
Bir de dügün var oyunda... Dügün umuttur her zaman... Ama buradaki dügün, havan topuna tutulmus, delik desik edilmis bir dügün... Buna karsin oyunun, umutsuzlugun bittigi yerde de umudun olabilecegini gösterdigine inaniyor Kazankaya: ''Umutsuz olmak, ders çikarmamak, tarihi görmezden gelmek hiçbir sey kazandirmaz... Bugün Irak'ta da benzer tablo karsimizda duruyor. Felluce'de ölen insanlarin, çocuklarin, gençlerin benim oyunumdakilerden farki yok, bence.''
Oyunda yasam direncini müzikle sagliyorlar... Yönetmen sahneledigi tüm oyunlarda müzigin önemli bir yer tuttugunu, ama bu oyunda neredeyse bir kahraman kadar önemli oldugunu söylüyor: ''Canli müzikle Balkan ruhuna çok açik bir gönderme yapiyoruz. Balkanlar'da çalgi çalmak önemli bir nitelik degil. Çogu çalip sarki söylüyor zaten. Biz de o ruhu dogru yansitabilmek için 6 aydir çalisiyoruz. Sanatta barisi savunmak adina bir seyler yapmanin yaninda, sanatin isterlerini en iyi biçimde yerine getirmek için de çaba gösterilmeli. Sanat iyi yapilmali. Ama basaridan degil, nitelikten söz ediyorum.''
Ailesinin Balkan kökenli olmasinin etkisini yadsimiyor Kazankaya: ''Oyunun konusu, benim toplumsal kimligimin yaratimidir, ama kahramanlarimi yaratirken oyuncularimi düsündüm.''
Dramaturgisini Safak Eruyar 'in, isik tasarimini Yüksel Aymaz 'in, dekor-kostüm tasarimini Nilüfer Moayeri' nin yaptigi oyunun müzik yönetmeni Richard Laniepce . Pinar Çelebi 'nin dans düzenini yaptigi oyunda Ayse Lebriz , Nesrin Kazankaya, Nihat Ileri, Levent Öktem, Cüneyt Uzunlar, Basak Mese ve Zeynep Özden rol aliyor. Ilk gösterim bugün, eski adiyla Tiyatro Pera'da, yeni adiyla Eren Uluergüven Sahnesi'nde.
Post Express, Subat
Post Express Dergisi
27 Ocak ’05 Yil:3 Sayi:45
NESRIN KAZANKAYA ILE “DOBRINJA’DA DÜGÜN”
En koyu batakta
Tiyatro Pera bu yila yeni bir oyunla basladi. 1993’ün Yugoslavya’sinda, iç savasin ortasindayiz. Nefret, soykirim, direnis ve oyunun basindan sonuna bando mizika Balkan müzigi... Oyunun yazari ve yönetmeni Nesrin Kazankaya’yla “Dobrinja’da Dügün” üzerine konustuk.
Gökhan Akçura: Niçin Saraybosna’da geçen bir oyun yazdin?
Nesrin Kazankaya: Bu benim yazdigim ikinci oyun. Geçen yilki “Seyir Defteri (Julia)” da 2.Dünya Savasi’ndan, Ispanya Iç Savasi’na; 1923-38 arasi acili bir dönemi konu aliyordu. “Dobrinja’da Dügün”, 1993 Yugoslavya’sinda, Saraybosna katliaminin ikinci yilinda geçiyor. Paylasim savasinin gerekçelerinin, ”etnik düsmanliklar” provoke edilerek gizlendigi bu vahset, bugün Irak’da da yasaniyor. Yillarca Türkiye’de, Dogu Anadolu’da Türk-Kürt düsmanligi tetiklenerek de denendi. Global dünya düzensizliginde, her ülke özelini ilgilendiren bir konu seçtigime inaniyorum. Saraybosna yüzyillarca, çok uluslu, çok kültürlü ve çok dinli bir toplum modelinin en gelismis örnegini vermis bir kent. 2004 yazinda Saraybosna’ya gittigimde sokaklarda festival vardi. Caminin önünde bakir sazlarla konser verildigi için ezan yarida kesildi. Buna ben tanigim. ’93 kisinda, savasin ortasinda uluslararasi festival yapacak kadar dirençli bu halk, 5 yila yakin, insanlik tarihinin gördügü en büyük soykirimlardan birine dayandi ve sag çikti. Kendi ordulari silahlarini, Miloseviç’in emrinde kendi halkina çevirdi. Saraybosnalilar mahalle çetelerinden ordu olusturup, Sirp katliamina direndiler. Hala delik desik binalariyla; parklari, evlerin bahçeleri, olimpik stadyumu dev mezarliklara dönüsmüs bu kent ve insanlari, yüzyilin en acimasiz örnegini olusturuyor bence.
Oyunda Yugoslavya’ninTito dönemine özel bir ilgi ve övgü var mi?
1945 sonrasi kurulan Tito Yugoslavya’si, kapitalist bloka ve Stalin Rusya’sina direnerek, kendi özgün sosyalist sistemini kurmaya çalismistir. Yasanan savasin en önemli gerekçesi de budur. Oyunumda –tipki Yugoslavya gerçeginde oldugu gibi- figürlerimden biri Tito’yu övmektedir, diger bir figür ise neredeyse nefret etmektedir. 45 yildan çok 4 dili, 3 dini, 2 alfabesi ile tek bir ulusal kimlik çatisi altinda huzur içinde yasamis 5 ulusun, “etnik nefret” virüsü ile nasil zehirlenebildigini tartismaya açmak istedim. Taraf tutmak ya da bir yargiya varmak degil. Ayrica oyunumda çok az bir yer tutuyor bu. Asil vurgulamak istedigim savasla yipranan kimlikler, tetiklenen tutkular ve yitirilen umutlar. Bu umut belki de tüm insanligin umuduydu. Insana dair zaaflar, savasin yiprattigi, keskinlestirdigi kimlikler asil tema.
Kahramanlarini olustururken, oyuncularini esas aldigini ya da göz önüne aldigini yazmissin bir yerde. Bu süreci aktarir misin?
Sanat yönetmeni oldugum “Tiyatro Pera”nin dördüncü sezonu bu. Sahneledigim her oyunda oyuncu ekibimi düsünüyorum tabii. Yazarken de öyle, oyuncu kimlikleri yol gösteriyor. Kendi ekibim, kendi tiyatrom için yaziyorum. Çok zevkli bir yazarlik macerasi. Böyle bir sey olmasa belki de yazmazdim.
Program kitapçiginda oyunu yazdiktan sonra Saraybosna'ya gittigini
yaziyorsun. Gittikten sonra kendi oyunun hakkinda yeni
düsünceler edindin mi? Oyunun bir ölçüde degisti mi?
Oyunu 2004 kisinda yazdim, Saraybosna’ya gitme olanagim yoktu. Ancak yazin gidebildim. Savasin birinci yilinda tünel kazmaya baslamislar. Kent dört tarafindan daglarla çevrili ve Igman Dagi disinda hepsini Sirplar kusatmis. Disariyla baglanti kesilmis. 800 metrelik tünel kazmislar. Tünele elektrik, gaz, akaryakit, telefon borulari dösemisler. Geceleri gizli gizli çalisarak. Tünelden günde ortalama 4 bin kisi geçmis; bir gecede 20 ton malzeme tasidiklari olmus ve böylece yasamda kalmislar. Tünelin çikisi Dobrinja mahallesinde. Sirplar hissettikleri için Dobrinja ve çevresini harabeye çevirmisler. Oyunumda bu eksikti. Tüneli biliyordum ama bu denli önemli oldugunu gidince anladim. Tünelin yüksekligi 1.60m. Bosnaklar çok uzun boylu; iki büklüm, bellerine kadar sular içinde gerçeklestirmisler bu mucizeyi. Oyunuma yalnizca bunu ekledim.
Biraz da yönetmenliginden konusalim. Sahneleme sürecinde karsina çikan problemler ve bunlari nasil astigini anlatir misin? En çok zorladigin nokta ne oldu?
Iki olguya çok önem verdim: Müzik ve Balkan kimligi. Müzik yasamlarinin bir parçasi, benim oyunumda da basrol kadar önemli. Canli müzik yapiyoruz sahnede. Her birimiz bir enstrüman çaliyoruz. Provalara 2004 Haziran’inda basladik. Müzik konusuna çok titizlendik. Balkan kimligi yaratiminda da, folklorik olandan, sablonlardan kaçindik.
Oyun bir günde ve bir mekânda, bir bahçede geçiyor. Bir simge mi bu ?
Duvarlari top ve kursularla delik desik bir bahçede ve bir gün içinde geçen oyunumun diger adi da “Bir Günün Trilogyasi”. Iki günlük bir ateskeste, aylardan sonra ilk kez bahçeye çikiyorlar. Bahçe ve agaçlar yikilmaktan sans eseri kurtulmus. Ve gece bir dügün yapilacak. Günesin takibi var oyunda. Hazirlikla geçen sabah, ögleden sonra ve dügünle sonlanan aksam. Dingin açinimlar, tetiklenmis duygu ve tutkular ve gecenin ajitasyonu. Sanat savasi anlatamaz. Belgesel filmlerle boy ölçüsemez. Bir anlami da yok. Ama sanat, insani, yasananlar içinde -belki de ders olabilecek- kimlik kaymalarini anlatabilir. Insandan yola çikarak, sosyal çatismalara gönderme yapabilir bence. “Dobrinja’da Dügün”de asil çabam, savasta yasanan acilarin, kirik hayatlarin, kayip asklar ve savasla yitirilen insani degerlerin sorgulanmasiydi. Yasamsal yoksunlugun içinde mücadele eden bu insanlarin, savasa ragmen müzikle, dansla bulusturduklari umutlari, tutkulari, direnisleri; insan olarak varoluslarini savunmalari, yazar ve yönetmen olarak vurgulamak istedigim olgular. Ve oyunda bahçe de, bu baglamda savastan nasibini aliyor. Sahneleyisimde müzik çok önemli bir yer tutuyor. Canli müzik ve dans, savasla kusatilmis bahçede kutlanan dügünün; Balkan ruhunun; umutlarin, öfkelerin ve özlemlerin bir yansimasi. Umarsizligin en koyu bataginda bir umut isigi benim için.
Cumhuriyet, 19 Ocak 2005, Bertan Onaran
GÜZELIN ARDINDA 19 Ocak 2005
BERTAN ONARAN
'Dobrinja'da Dügün'
Cihangir Siraselviler'deki Pera Tiyatrosu 'nda Nesrin Kazankaya 'nin önceki oyunu 'Julia: Seyir Defteri 'ni görebildiniz mi bilmem? Son iki yilin en nitelikli oyunuydu.O oyuna son gidisimde, Nesrin, yeni bir oyun üzerinde çalistigini haber vermisti; sonunda bitirmis, sahneye de koymus: 'Dobrinja'da Dügün' . Cumartesi aksami çagirdilar, büyükçe bir kalabalikla izledik.
Nesrin'in nereli oldugunu sormadim hiç, belki Balkanli, dahasi Saraybosnali: Yazip sahneye koydugu oyun bunu sezdiriyor. Saraybosna'da, Balkanlar'da yasananlari o kadar ayrintili, öylesine derinden biliyor, duyuyor ki...
Julia'daki gibi, bu oyunda da çok siki bir tarihsel-toplumsal-düsünsel ön hazirlik var; oyunun kitapçiginda, benim yasimda olanlarin bütün ayrintilariyla animsadiklari olaylar dizisi ayrintilariyla özetlenmis. Tito 'nun ölümünden bugüne belli basli tutamak noktalari çarpici bir dille özetlenmis. Oyun da bu somut verilere dayanilarak yazilmis. Ama Nesrin, su an hem ülkemde, hem dünyada eksikligi aciyla görülen robotumsu, vurdumduymaz, kolayci, günoglucu yazar ve yorumculardan degil sükür... Oyunlarini gerçekten acili bir siirle önce kendisi duyumsayip yasiyor; sonra ayni ustalikla sahneye koyup oynuyor, oynatiyor. Oyunda, tipki Julia'daki gibi bütün konusmalar, devinimler, renkler, müzikler yerli yerinde.. is olsun diye uydurulmus, kullanilmis tek bir öge yok. Duyumsanmis aci olanca çarpiciligiyla, gerçekligiyle canlandiriliyor sahnede.
Oyunun dramaturjisi yine Safak Eruyar 'in; bezem ve giysiler, Pera'daki bütün sergilerin düzenleyicisi, kendisi de ressam olan Nilüfer Moayeri 'nin kafasindan çikmis; isigi Yüksel Aymaz , müzigi Richard Laniepce üstlenmis; danslara Pinar Çelebi yön vermis; sahneye koymada Nesrin'e Zeynep Özden ile Eda Yapanar yardim etmisler. Bir yardimcisi daha varmis: Eren Uluergüven ; ancak çok tatsiz bir kazayla o güzelim delikanliyi sanata sehit vermisler.
Çok soylu bir davranisla gencecik oglunun örgenlerini umutla bekleyen alti kisiye paylastiran Baba Uluergüven , sessizce, onurluca hemen önümüzde oturuyordu.
Kazankaya'nin disinda, Ayse Lebriz, Nihat Ileri, Levent Öktem, Cüneyt Uzunlar, Basak Mese görev almislar; canla basla oynadilar.
Kisa bir süre önce, yine Yugoslavya savasini, orada yasananlari anlattigi öne sürülen bir film gösteriliyordu sinemalarda: 'Yasamak Güzel Sey' . Bu kiçyapitin bütününü görmedim, ama düzülen övgüler çarsaf çarsaf gazetelerdeydi, görmemek olasiligi yoktu; ayrica, dur bakayim neler yumurtlamis diye, canimi disime takip ilk yarisina baktim bir gün; ömrümde bu kadar rezil, ucuz, edepsiz sey hiç görmüyordum eskiden; simdi bol bol var.
Gelsin o Kusturan Adam , bir ülkenin parçalanmasi, daha dün kapi komsusu olan, kiz alip veren, yüzyillardir -her seye karsin- hemen her seyi paylasmis insanlarin bir sabah kalkip birbirlerini kesip uçurmasi nasil anlatilir.. Nesrin Kazankaya'nin oyununu görüp dinlesin. Ama bosuna konusuyorum, görse de, dinlese de anlayamaz; o da bütün varligini bitpazarina sürenlerden çünkü.
Nesrincigim de soruyor bu sorulari kendine, yanitlarini ariyor, yüksek sesle düsünüyor karsimizda; ilk usuna gelen, herkesin içinde yatan, en küçük kiskirtmayi bekleyen ulusçuluk mikrobu gibi gözüküyor; evet, anlatim kolayligi olarak öyle belki, ancak bunun gerisinde ne var dersiniz?
Benim simdiye dek edinebildigim bilgilere göre can alici ve verici asal ortak paydayi saptayamamis; bunu bütün kitaplara, bütün filmlere, bütün iletisim araçlarina yazamamis olmak: Herhangi bir ulusun, küçük birimin üyesi olmazdan önce, çok temel bir bölügün parçasiyiz hepimiz: Canlilar dünyasi.
Dogrusunu isterseniz, bu bile yarim dogrudur: Canli cansiz bütün varliklar, büyük bir mucizeyle olusmus su yerkürenin tek baslarina en küçük deger ve anlami olmayan kurucu ögeleriyiz. Dolayisiyla, bu küçük birimlerden herhangi birine gelecek zarar, dönüp dolasir, hepsini, bütünü etkiler, dengesini bozar.
Öyle de olmuyor mu?
Zenicali 12 yasindaki Dina söyle demis: ''Isik hizinin ne oldugunu biliyorum, ama karanligin hizi hakkinda hiçbir sey ögrenemedik.''
Isiga yaptiklari katki için Nesrin Kazankaya ve arkadaslarini ayakta alkisliyorum.
|
Cumhuriyet, 30 Ocak 2005, Orhan Bursali
PAZAR 30 Ocak 2005
ORHAN BURSALI
Tiyatro, Sigara, Sanat
Nesrin Kazankaya , ''Dobrinja'da Dügün'' oyununun galasina davet ettiginde ''Ama fuayede herkes sigara içer, siz de sigara dumanindan bogulabilirsiniz, önceden bilginiz olsun'' diye uyardi.
Sigaradan arinmis bir yasam ortami henüz hayal oldugu için (Gazetede ortak kullandigimiz mekânda bile arkadaslarimizda bir duyarlik yaratabilmis degiliz henüz, ama umudumu da kaybetmedim!) Tiyatro Pera 'nin yeni oyununa gittik.
Iyi de yaptik, hem çok güzel bir metni olan, çok da güzel sahneye konmus ve yönetilmis, üstelik oyuncularin da çok basarili oldugu mükemmel bir oyun seyrettik.
Ayrica küçük olmasina ragmen fuayede de, sigara dumanindan bogulmadik.
Kazankaya, Tito Yugoslavya 'sinda büyük bir milletler toplulugu halinde dostça bir arada yasayan insanlarin irklar temelinde parçalanarak birbirine düsman kesilmesinden, tarihin karanliklarina gömüldügü sanilan kanli savaslarin ve derin acilarin Balkanlar'da yeniden yasanmasindan çok etkilenmis.
Diyor ki: ''45 yildan çok, dört dili, üç dini, iki alfabesi ve tek bir ulusal kimlik çatisi altinda, bir arada huzur içinde yasamis bes ulusun savasla yitirdigi umut, tüm insanligin umuduydu.''
Ve yazdigi ''Dobrinja'da Dügün'' oyunuyla, biten bir umudu yeniden yesertmeye kalkisiyor.
Umut, varolus enerjisini içinde tasimaz mi!
Ama ayni zamanda, büyük felaketler, umutsuzluklar ve yok oluslar da, yeni umutlara dogurgan durmazlar mi?
Iste Kazankaya bunu deniyor.
****
Kazankaya'nin oyunu, Saraybosna 'nin mahallesi olan Dobrinja'da bir evde geçen bir günlük bir öykü. Dobrinja agir bombardimanlarla harap olmus bir yer. Kazankaya, Saraybosnalilarin kurtulus umudu için de, bu mahallede bir tünelin yapiminin basladigini hayal ediyor.
Dobrinja'daki bahçeli bir evde, o aksam bir dügüne hazirlik var. Hazirliklara katilanlarin hepsi birbiriyle dost, iliskileri iç içe geçmis farkli irklardan insanlar: Bosnak, Hirvat, Sirp, Yunan ve bu irklarin ortak kanini tasiyorlar...
Ilk perdede, bu insanlarin savas içindeki iliskilerini ve dügün hazirliklarini izliyoruz. Ikinci perdede ise dügün sürecinde, müthis danslarini, sarkilarini.. ve sonunda savasin derin dostluk ve karmasik arkadas iliskilerinde açtigi derin yaralari ve bu iliskilerdeki büyük çözülüsü... bir arada yasamanin yok olusunu... ve artik her seyin bittigi sanilan bir noktada, herkesin birbirini koruma içgüdüsüyle yeniden birlikte var olabilmenin yesertilen minik filizlerini.
Ayse Lebriz, Nesrin Kazankaya , Nihat Ileri, Levent Öktem, Cüneyt Uzunlar, Basak Mese ve Zeynep Özden
'in basarili oyunculuklariyla bütünlesen Dobrinja'da Dügün'ü, Tiyatro Pera'da mutlaka seyredin (Siraselviler Caddesi 70, www.tiyatropera.com).
|
Evrensel, 31 Ocak 2005, Mustafa Kara
Evrensel Gazetesi 31 Ocak 2005
Savasin ortasinda insan!
Mustafa Kara
Tiyatro Pera, yeni oyunu “Dobrinja’da Dügün” ile karmasik bir iç savasin gölgesindeki hayatlara ayna tutuyor. Tito’nun “alti cumhuriyeti, bes ulusu, dört dili, üç dini, iki alfabesi ve tek partisi olan” büyük ülkesinin içine düstügü kaosu, bu kaostan dogan trajediyi, yükselen milliyetçiligin insanlarin hayatlarina vurdugu agir darbeleri anlatiyor “Dobrinja’da Dügün”.
Nesrin Kazankaya’nin yazdigi oyunun altbasligi “Bir Günün Trilogyasi”. Yugoslavya’da savasin en çetin günlerinin yasandigi 1993 yilinda geçiyor oyun. Aksam yapilacak dügünün hazirliklariyla geçen sabah ve ögleden sonra ile dügün aksami bu trilogyayi olusturuyor. Hirvat, Sirp, Bosnak, Sloven ve elbette ‘Yugoslav’lari bulusturan bu dügün, ortak müzikte, ortak ruhta da yansisini bulan kardesligin özeti gibi aslinda. Ya da bir baska deyisle öyle olmali... Ama, olmuyor, olamiyor.
Yükselen milliyetçilik ve emperyalistlerin “pay kapma” kavgasindan dogan büyük iç savasin etkisi sadece “cephe”de degil çünkü. Ekmek kuyruklarinda keskin nisancilarca vurulan, su almaya giderken öldürülen, pazar yerinde bombalarin hedefi olan insanlar, hayatlarinda oldugu kadar, beyinlerinde de iç savasin izlerini tasiyorlar. Oysa, çok degil, 50 yil önce fasizme karsi omuz omuza silah çatip, ortak bir kurtulus savasindan çikan partizanlar yaratmisti bu halklar. Farkli uluslarin birlikte yasamanin ortak paydalarini yitirdigi anda, kendini nasil bir kaosun içinde buldugunun özeti “Dobrinja’da Dügün”.
Direnen kent Saraybosna
Dobrinja, Saraybosna’nin yeni kurulan ve Bosnaklarin yasadigi mahallelerinden biri. Mahalle Sirp ablukasi altinda. Halk, bir yandan bir tünelle havaalanina “kursun yemeden ulasmaya”; diger yandan hayatta kalmaya çabaliyor. Nesrin Kazankaya, iç savasin ortasinda komsu evlerin dügün hazirligiyla geçen bir gününde, yasamin iyice çekilmez oldugu günlerdeki “insan”i anlatiyor. Bu aci dolu yillari anlatmak için Saraybosna’nin seçilmesi oldukça anlamli. O Saraybosna degil miydi; savasin en kanli günlerinde bile direnisin simgesi haline gelen uluslararasi bir kültür sanat festivali düzenleyen? O Saraybosna degil mi; kiliseleri, sinagoglari, camileriyle kaç uygarligin izlerini tasiyan küçük Kudüs?
Ancak, ayni dügünde Balkan müziginin ritminde bulusan komsular yoluyla halklarin kardesligini vurgulamakla yetinmiyor bu oyun. Dagilmanin sadece bir ülkenin; çözülmenin sadece bir sistemin çözülmesi olmadigini duyumsatan insan öyküleri koyuyor izleyicinin önüne. Ayriliklar, ihanetler, umutsuzluklar, bikkinliklar ve hatta yozlasmalar ile “insan hayati”ni sahneye tasimaya ugrasiyor. Umut da yok degil elbette, hele insanin oldugu yerde...
Uzun sözün kisasi, insanlar, biraz da ülkelerine benziyor “Dobrinja’da Dügün”de; bütün ülkelerde oldugu gibi...
Insandaki tahribat
Tiyatro Pera’nin gelenek haline gelen ayrintili oyun brosüründeki bilgilere kisa süre göz atmak izleyici için ön açici. Sayfalarca anlatilan bu iç savas süreci hakkinda bilgi sahibi oldukça, oyunda anlatilan “insan”i anlamak, çözümlemek de kolaylasiyor. Bir günde baslayip biten oyun; yogun geçen iç savas yillarinin özetini içermekle birlikte, kuru bir anlatimdan kurtulan bir akiciliga sahip.
Zaten “yükselen milliyetçilik” dalgasi nedenleriyle tartisip, sonuçlar çikarmak yerine bu büyük kardes kavgasinin insanda yarattigi tahribata dikkat çekmeyi yegliyor”Dobrinja’da Dügün”. Insanligin yakin zaman önce yasadigi bu trajediyi çözümlemenin baska bir yolu da bu. Oyun süresince, izleyicinin kafasinda yasananlarin nedenlerine ve sonuçlarina dair uyanan pek çok soru isareti de bunun kaniti olsa gerek.
Usta isi bir oyun
Nesrin Kazankaya’nin yazar, yönetmen ve oyuncu olarak çok sey kattigi oyunda, Tiyatro Pera’nin hemen tüm oyunlarinda basarili oyunculugu yerini alan Ayse Lebriz adi yine öne çikiyor.
“Ölüm ve Kiz”da; “Seyir Defteri: Julia”da izledigi basarili çizgiyi sürdürüyor ve duygulari coskun bir anlatimda bedenine, mimiklerine hakim kilmayi basariyor Ayse Lebriz. Nihat Ileri “Asim”, Levent Öktem “Bego” rolünde usta ve gerçekçi bir oyunculuk sergiliyor.
Sahnede Basak Mese ve Cüneyt Uzunlar, belki rollerinin de etkisiyle, daha edilgen görünüyorlar. Yine de canli ve coskun sahnelerin üstesinden keyifle gelmeyi basariyorlar.
Oyunun dramaturgisini üstlenen Safak Eruyar’in katkisini söylemeden geçmek olmaz. Isik tasariminda Yüksel Aymaz, dekor ve kostümde Nilüfer Moayeri, dans düzeninde Pinar Çelebi oyuna can katan diger isimler. Oyunda önemli bir yere sahip müzigi, konuyla uyumlu biçimde yöneten isim ise Richard Laniepce.
Tiyatro Pera; hem söyleyecek sözü olan, hem de bu sözü söylerken tiyatro adina umut veren bir topluluk. Çogu kez Nesrin Kazankaya’nin kaleminden çikan yeni oyunlardaki tercihleriyle de bunu fazlasiyla kanitliyor.
“Dobrinja’da Dügün”ün, sahnede geçirdigi kaza sonucu yitirdigimiz genç tiyatrocu Eren Uluergüven’in adini tasiyan sahnede izleyici ile bulusuyor olmasi da anlamli.
“Dobrinja’da Dügün”, Yazan, Yöneten:Nesrin Kazankaya, Dramaturgi:Safak Eruyar, Dekor-Kostüm:Nilüfer Moayeri, Isik: Yüksel Aymaz, Müzik Yönetmeni: Richard Laniepce, Dans Düzeni:Pinar Çelebi, Oyuncular:Ayse Lebriz, Nesrin Kazankaya, Nihat Ileri, Levent Öktem, Cüneyt Uzunlar, Basak Mese, Zeynep Özden...
|
Cumhuriyet, 1 Subat 2005, Dikmen Gürün
TIYATRO DÜNYASINDAN 1 Subat 2005
DIKMEN GÜRÜN
Dobrinja'da dügün
Duyarli, duyarli oldugu kadar da sorgulayan bir oyun ''Dobrinja'da Dügün''. Tito'nun ölümünden sonra Yugoslavya'da "milliyetçilik" adina baslatilan insan kiyimini sorguluyor. Ayak sesleri giderek yaklasan hassas bir konu. Bir sistemi, bir süreci belli bir olay çerçevesinde elestirirken oyunun sinirlarini tasiyabileceginden fazlasiyla esnetmiyor yazar.
1993'te küçük bir Ingiliz tiyatro grubu minibüsle yola çikarak Ljubljana 'da bir festivale katilir. Dönüste, ödemeleri gereken bir fonu ödeyemedikleri için sinirda takilirlar. Festival, gruba yardimci olacagini, ama karsiliginda sinira yakin bir mülteci kampina giderek gösteri yapmalarini ister. Topluluk, yüzde 90'ini kadin ve çocuklarin olusturdugu bu kampta yasadiklarini NTQ dergisine anlatirken diger mülteci kamplarina gitmek üzere hazirliklarini tamamliyordu. Deneyimlerini söyle özetliyordu gençler: ''Bosnali kadinlarin, çocuklarin, yasli erkeklerin adeta üst üste yasamak zorunda oldugu bu barakalarda bir boslugun içine yuvarlandigimizi hissettik. Sanki çirilçiplaklar ve korunmasiz bedenleriyle sert rüzgârlara karsi duruyorlar. Yilginlar, sessizler, onurlular. Kalabalik, hijyen sorunlari, susuzluk, koku, sigara dumani, çay... Sonsuz bir bekleyis... Kendi oyunumuzu oynamak yerine küçük gruplar olusturduk ve onlardan bize savas öncesi yasamlarini anlatmalarini, sarkilar söylemelerini istedik. Iç savasin hayatlarini nasil parçaladigini anlattilar, sarkilarla özlemlerini dile getirdiler, dans ederek o günlere geri döndüler... Bedenleri ölse bile ruhlari asla ölmeyecekti...'' Saraybosnali çellist Vedran Smajlovic 'in savas sirasinda düzenlenen uluslararasi bir festivalde, Ulusal Kütüphane'nin yikintilari arasinda verdigi konserin elden ele dolasan fotografi da yok edilmek istenen bir toplumun adeta bütün dünyaya karsi direnisinin simgesidir.
Bellek kaybi mi?
1991-95 yillari arasinda yasanan bu etnik savasi televizyon kanallarindan izledi insanlar. Körfez Savasi'ni, Afganistan'i, Ruanda'yi , Irak'i izledikleri gibi. Her seferinde de belki önceleri uykusuz saatler geçirdiler ama.. sonralari ifadesiz gözlerle kilitlenip kaldilar ekrana. Bir çesit yabancilasma mi böylesi bir seyir? Aliskanlik mi? Vurdumduymazlik mi? Dramaturg Art Borreca 'nin bir yazisinda belirttigi gibi, yasamlar televizyon sayesinde savaslarla senkronize mi oluyor? Ya da televizyonun yarattigi bir bellek kaybi mi söz konusu?
Nesrin Kazankaya senkronizasyona, daha dogrusu bellek kaybina karsi çikarak bir yil süren titiz bir arastirma ve inceleme sonucunda yazmis "Dobrinja'da Dügün" ü. Duyarli, duyarli oldugu kadar da sorgulayan bir oyun. Tito 'nun ölümünden sonra Yugoslavya'da "milliyetçilik" adina baslatilan insan kiyimini sorguluyor. Ayak sesleri giderek yaklasan hassas bir konu. Bir sistemi ve bir süreci belli bir olay çerçevesinde elestirirken oyunun sinirlarini tasiyabileceginden fazlasiyla esnetmiyor yazar. Böylelikle saglanan rahat akis, dönemsel gelismelerle evrensellestirme arasinda köprü kurabiliyor.
'Bir günün trilogyasi'
24 saat içine sigdirilan acilar, korkular, kinler, asklar, nefretler, umutlar... Nesrin Kazankaya Bosna-Hersek'teki etnik kiyimin getirdiklerini-götürdüklerini Dobrinja'da üç çiftin bir sabahin erken saatlerinden aksamin geç saatlerine kadar uzanan yasamlarinda kesisen, ayrisan anlarla tartisiyor. Bunun için de oyunu "bir günün trilogyasi" olarak tanimliyor. Olaylari geçici ateskes sirasinda bir gün ve bir mekâna sigdirirken oyun kisilerinin özlemlerini, ideallerini, yanlislarini, dogrularini savasin gölgesinde isliyor. Oyunu yorumlarken de gerçeklerle saglam köprüler kuruyor Kazankaya. Bir yandan gerçekleri elestirel bir gözle aktariyor. Öte yandan pismanliklar, kiskançliklar, beklentiler, hatta küçük mutluluklar, çiçekleri kurumus bir bahçe içinde bulusan bu insanlarin iliskilerindeki akisla belirleniyor. Birbirlerine söyleyecek sözleri kalmamis ve o güne kadar suskunluklarini bozmadan yasamis olan Melisa ( Ayse Lebriz ) ve Asim ( Nihat Ileri ) sadece savasin degil mutsuz bir beraberligin de sancisini çekiyorlar. Melisa, bunalimlarina, kizginligina, kirikligina karsin, yine de yüzüne vuran günesin sicakligini hissedebilirken ya da bir erkegin arzularina karsilik verebilirken, Asim, bir siperde saklanirken kaybettigi koluyla dibe vurmus bir insan olarak sürdürüyor varligini... Senija (Nesrin Kazankaya) ve Bego ( Le vent Öktem ) sanki yasama daha siki sarilan, gelecege umutlu bakan insanlar olarak çikiyorlar karsimiza. Kadin disa dönük, Bego hassas ve sakin ... Ama zaman içinde gerçegin ne denli farkli oldugu, ikisinin de adeta bir kapana sikisip kaldiklari gözlemleniyor. Slobodan ( Cüneyt Uzunlar ) ve Jasna ( Basak Mese ) ise hirsli, öfkeli, tutkulu, sevdali ve digerleri gibi bu cehennemde yönlerini kaybetmis iki insan....
Tiyatro Pera 'da oynamakta olan 'Dobrinja'da Dügün' ü ilgiyle izlenir kilan noktalardan biri de kuskusuz oyun kisileri arasindaki çevrim. Ayse Lebriz, Nesrin Kazankaya , Nihat Ileri, Levent Öktem birbirleriyle ve mekânla kurduklari dengeli iliski sayesinde gerçeklestiriyorlar bu çevrimi. Sahnede izlenenlerin disindaki olusumlari kimi zaman olaylarin altini çizerek, kimi zaman satir aralarindan seslenerek seyirciyle paylasiyor ve söz konusu dengeyi koruyorlar. Cüneyt Uzunlar ve Basak Mese, sahnede deneyimli, güçlü oyuncularla birlikte olma sansini kullanabilen genç oyuncular. Dramaturg Safak Eruyar 'in çalismalari, Nilüfer Moayeri 'nin özellikle mekâna açilim saglayan sahne tasarimi, Yüksel Aymaz 'in alçak tavanli bu mekânda yaptigi ince isik tasarimi , Richard Laniepce 'nin Sevdalinka renklerini tasiyan müzik seçimleri ve Pinar Çelebi 'nin insanlarin yasama sevinçlerini vurgulayan dans düzeni "Dobrinja"da Dügün' e katkida bulunan ögeler...
Tiyatro Dergisi, Subat, Yusuf Eradam
Tiyatro Dergisi, Subat Sayisi
Dobrinja’da Dügün Savasin Insafi
Yusuf Eradam
“Kanser gibi müstehcen.” der Wilfred Owen savas için. Kendisini de “Ben sair degilim, askerim ve savasin insafina kaldim.” diye niteledikten sonra “Siir, iste bu insafta yatar,” diye de ekler. Siir, dogrulari, gerçekleri anlatmalidir. Sairin bütün yapabilecegi uyarmaktir, der. Sanatçi, adam öldüremez. Sanatçi uygun adim mars yürüyemez. Adorno da, Einstein da dahil birçok düsünür ya da sanatçi savas illetine dikkat çekmistir. Wilfred Owen ise bir savas sairidir ve Birinci Dünya Savasi sirasinda ateskese bir haftakala meydan muharebesinde ölüvermistir. “‘Vatan için ölmek tatli ve yüce bir seydir’ (Dulce et decorum est, pro patria mori) atasözü koca bir yalandir.” diye bitirdigi siiri bütün dünya siiri seçkilerinde yer alir.
Kimlik kartinizi hep tasiyin!
Dobrinja’da Dügün (DD), savasin bellegine yag sürmeyen bir oyun. Savas semantikli bir tarihin degismesini amaçlayan, bu sorumlulugun baris zamaninda da korunmasi gerekliligini de bilen bir oyun. Savasin yer yüzünden silinmesi için, böylesine ütopik bir dünya için savas illetini unutturmak olur asil yanlis. Taksim Siraselviler’deki Tiyatro Pera iste böylesi bir bilinç ve sorumlulukla, ben tam da vasat baglarindan yakinirken karsima çikiverdi. Saglam metninden, isigina, müziginden kostümüne ve karakterlerin çok net ve özenli çizilmisligi ile yekpare bir oyun. Basta Levent Öktem, Nihat Ileri ve Cüneyt Uzunlar olmak üzere oyunculugu ile de göz dolduran DD, bu yilin hep alkis alacak oyunlarindan. Provalar sirasinda Eren Uluergüven’in bir kaza sonucu ölmesi ile tiyatro salonuna genç yönetmen yardimcisinin adi verilmis ve sanatçilar Eren’e layik bir oyun çikarmislar. Uzun zamandir sahnelerimizde gördügüm en iyi oyun Dobrinja’da Dügün.
Walter Benjamin’in Tarih Felsefesi Üzerine Tezler’inden bir alinti Çevirmenler ortak sitesinde tartisiliyor bugünlerde. Bu alintida Benjamin, simdiki zamanda insan, geçmisin her görüntüsünü, imgesini bugünkü derdi gibi benimsemez ve tanimazsa, ilelebet yitirir bu geçmisi, diyor. Bellegin taze tutulmasi gerekliligi ile ilgili bir söz bu. Amerika’nin baska ülkelerde kan döktügü her savastan sonra Er Ryan benzeri destanlar ve ahlak kumkumasi eserler piyasaya sürmesi iste bu bellegi kendi ideolojisi dogrultusunda sekillendirmek, degistirmek istemesindendir. Bizim Madimak yanginini, ya da diger kiyimlari unutmamiz da bu yüzdendir.
Çayir Köpekleri filmi ile sevdigim John Duigan’in Bulutlarin Üzerinde (Head Over the Clouds, 2004) filminden bir replik (“Ülkelere inanmam”) Dobrinja’da Dügün’ün de ana fikrini beslemektedir. Tito zamaninda çok kültürlü birlikteligin tadini çikaran Yugoslavya bir daha sosyalizm gelmesin diye parçalanmistir ve etnik farkliliklar, kimlikler ötekilestirme taktigi ile düsman kimliklere dönüstürülmüstür.
Oyun, daha önce Yagmurdan Önce, Tarafsiz Bölge benzeri filmlerin de isledigi insanin komsusunu, kardesini öldürdügü Balkan cadi kazaninin körüklenmesinin saçmaligini güçlü bir siyasi zemin üzerinde inceliyor. Ilahi adalet (varmis gibi!) yerini bulsun diye insanlar birbirlerinin suçlarini, hatalarini besliyorlar. Senija, Duigan’in filmindeki Gilda’yi anistiriyor, savas zamaninda kiristirmaya merakli kadin tipi ile. Melisa, güçlü bir kadin gibi görünmekte uzun süre direnemiyor. Her karakterin bir omzu düsük. Birbirlerine koltuk degnekleri olmak zorundalar, ama islenen, ögretilen kin yüzünden birbirlerini öldürebilirler de. Her yanda bombalar patlarken ve insan olduklarini animsamaya gereksinim duyan bu karakterler vatana ihanet etmeyelim derken, sarki söyleyip aska tutunmaya çalisirlar, bu sirada da gene aska ihanet etmeleri savasin olmazsa olmaz ilkelerindendir.
Kimlik kartinizi hep tasiyin! Bu bir savas zamani posteridir, uyarisidir. Sagliginizda insan olarak bir degeriniz olmayabilir, ama savasta bu kimlik kartlari söyler kimi öldüreceginizi. Kursunun bosa gidip gitmedigini. Yazgiya inanmak ya da ona hepten teslim olmaktan baska çikar yolu olmayan insanlara ya öl, ya da öldür demek (fasistlerin dedigi gibi, “Ölme öldür, çaresi mümkündür”) ve insanin geleceginin bu tür ya…ya da; ne…ne de zeminli önermelere bagli olusu insanin patetik durumunu, hatta durusunu gösterir ki oyunda bu insanligin bu durumu ironilerle de beslenerek ustalikla iletilmis.
Furug Ferruhzad da demisti, olanlar hep söze dökülmeden önce olur, diye. Benjamin’in sözü de, olup bitenin sürpriz degilmis gibiliginin, savasa ya da kiyimlara kayitsizligi getirecegini vurgularken, geçmisin bugünü etkilemesine izin vermeyisimizin nedeninin rezilligimizden utanisimiz oldugunu da ima etmektedir; aksi taktirde insan kendi kimlik kartini tasiyamaz.
Savas bellegi hastalikli bir sekilde, Amerika’nin paranoyak zeminli küresel iktidari yolunda ustalikla kullanilmaktadir. Vanilyali Ideoloji adli kitabimda da bunun altini çiziyorum. Savasa karsiymis gibi görünen eserlerinde bile Amerika, alttan alta savasin kaçinilmaz oldugunu söyler ve de tarih hep savaslarin tarihi olmustur. Atlas dergisinin özel Savas Kitabi’nda Gürsel Göncü’nün de dedigi gibi, “Tanrim onlari affetme; ne yaptiklarini biliyorlar.”
DD iste bu yüzden önemli bir oyun. Unutturmamak adina harcanan her çabayi ayakta alkisladim. Savasin, felaketlerin hep baskasinin basina gelen TV görüntüleri olmadigini artik anlamamiz gerekiyor. Oyuna uzun diyenler de çikabilir ama ben ilgimi hiç yitirmeden cin gibi izledim. Yer yer, çok bagiriyorlar gibi geldiyse de (malum oyun bir sahnede ve -mis gibiligini yutuyormus gibi yaparak izliyoruz ya) oyun kisilerinin, savasin ve katliamlarin ortasinda yasadiklarini düsününce dellenmeleri, zivanalarindan çikmalari çok dogal geliyor. Oyun kisileri barisi ümit ederlerken (umut edilmez!) birbirlerine düserler; öte yandan, umarsizca insan olduklarini animsamak üzere aska ihanet edisleri sadece ve sadece hayatta kalmak temel içgüdüsü ile ilgilidir, bunun da dogal bir insan hali oldugunun da alti çizilmektedir. Irakli direnisçilerin hayatta kalmaya çalistiklari bugünlerde Destiny’s Child grubunun dönüs albümünün lokomotif parçasinin “Survivor” adini tasimasi, parçanin klibinin yari çöl, yari deniz ortaminda çekilmis olmasi albüm satislarinda Irak’taki Amerikali askerlerin de hesaba katildigini göstermektedir.
Gülüm gülüm geçinen eski Yugoslavlar, kökenlerinin farkli olusunun yapayligi, yani hangisinin saf Bosnak ya da Hirvat ya da Sirp oldugunun bilinemeyecegi, yurdumuz için de önemli bir göndermedir. En az yetmis yedi farkli kanin karisimindan olusma güzel yurdumuzun da parçalanmasi basta Amerika ve Ingiltere olmak üzere Bati’nin ve onlardan medet umanlarin salyalarini akitan bir idealdir. Amerikan Büyükelçiligi’nde tarihi belge diye Sevr Antlasmasi’nin haritasinin yer alisi da bu yüzdendir. Edelman, bu yüzden Türkiye’yi bir an önce terk etmelidir.
Kardesçe yasamayi yillarca basarabilmis insanlarin yasam temel izleginin önce tahammül, sonra düsmanliga nasil dönüsebildigini iletmekte de çok basarili bir oyun DD. Bu anlamda da Bakirköy Belediye Tiyatrosu’nda sahnelenen Kadinlar da Savasi Yitirdi (Curzio Malaparte) adli oyunun iskaladigi gündelik hayat içindeki siddetin alt metinde okunabilmesini de sagliyor oyun; daha sonra hayatta kalmak adina, ya da aski elinde tutmak adina ne hallere girebiliyoruz, ne dönüsümlere tesneyiz, bunlari da yakalamis Nesrin Kazankaya. Bir akademisyen ciddiyeti ile yapmis arastirmalarini, oyunun kitapçigini edinmelisiniz. Bir kaynak kitap çünkü. Kitapçigin “Milliyetçilik Bataginda Yiten Direncin Kronolojisi” baslikli bölümünde Yugoslavya’nin parçalanisinin tarihçesi bir ibret ve utanç dizisi gibi gözler önüne seriliyor.
Oyundaki karakterlerin hepsi savasin insafindan nasiplerini alirlar, hayatta kalmak savasin insafindadir çünkü. “Savasin soguk yüzü” gibi kliselere sarilmiyor DD. Temel sorunsali, bellek. Tipki John Woo’nun Windtalkers’da söyledigi gibi, “Bellek enerjidir, yok olmaz.” Kazankaya, bunun bilincinde ve yok olmasi gerekenin ne oldugunu bilerek yazmis. DD’nin karakterlerinin hepsi, Acisu kizilderilileri gibi. Savasa maruz kalmis kurbanlar bunlar ve onlarin insan olduklarini anlamalarinin iki yolu vardir: aski kahramanca hayatlarindan eksik etmemek ya da birbirlerine nefretlerini kusmak. Savasin insafi yoktur aslinda. Molasi olabilir. O aralarda sigara, içki içilir, sevgili mektuplari okunur, öyküler anlatilir, anilar tazelenir, bir firsat bulunursa da sevisilir. Bombalar yeniden patlayana, savas makinesi yeniden ölüm kusana kadar.
Bellek, canli bir organizmadir. Ne verirseniz onu yer. Beslemezseniz bu hayvani, ölür. Ne yazarsaniz, onu okursunuz. Bu yüzden de bir aynadir ayni zamanda. Insanoglu bu anlamda, aynadaki yüzüne baktiginda, yazdiklarini okudugunda, canavarligini okur, vahsetini okur. Insanim diyenin basi bu yüzden yerden kalkmaz.
Yildizlarin Altinda müzikali TV ve müzik endüstrisinin starlastirdigi yüzlerle altmisli ve yetmisli yillarin akilda en çok kalan sarkilarini kullanarak vasatlik riskini asmistir, tabii biraz da siyasi anistirmalari sayesinde ve de çogu herkesin ezbere bildigi sarki sözlerinin oyun metni ile iç içe geçebilmesi daha iyi saglandigi için gise yapacaktir. Popüler kültürün bellegi ile küresel iktidar yolundaki savas semantikli siyasetin bellegi et ile kemik gibidir. Ilki ötekinin gerçek tarihini, o iktidar yolunda dökülen kanlari, bozulan yuvalari, bozulan asklari, yaratilan yalnizliklari,
mutsuzluklari unutmamizi ya da bu sonuçlarin sebep oldugunu sanmamizi ve yalnizligin insanligin mutlak yazgisi oldugunu sanmamiza yol açar, bahaneler ve teselliler üretir. Hastalikli bellek kullanildikça tazelenir. Çuvallarla para yatirilan yapimlarin da bu bellegi kullanirken, Walter Benjamin’e kulak asmalarini beklerim ama bir yandan da bilirim ki bu müsrif bir beklentidir.
Savasin ne rezil oldugunu, insanin kendisinden utanmamasi için savastan ve ötekine düsmanlik sürecinden sonra gelen fasizmin farkina varabilmek için DD gibi oyunlarin yazilip oynanmasi ya da Alan Parker’in Duvar’i (Pink Floyd) gibi filmlerin hep yapilmasi gerektir. Çocuklar izlemelidir bu yapitlari; çocukken izlemeli ki savasi pazarlayan yapitlara kulak asmasinlar, çocuklar izlemeli ki bu ugurda çabalar çogalsin, “yeryüzü askin yüzü olana kadar.” Yoksa hepimiz tek kollu Asim gibi, olmayan kolumuzu uzatip, olmayan aski tutuverecekmisiz gibi yasariz, çünkü çorak ülkenin çolak yüreklerine ev sahipligi eder savas zamanlari.
Çünkü, asit yagmurlarinda kiraz agaçlarim çiçek açmayip meyve vermeyince, az önce ayni tabaktan yemek yedigim komsum da kocaman bir zippo gibi üstüme geliyorsa, insan ya yad ellere gider ya da kimlik kartini yitirir. Heyhat! “Kin ve intikam yürümüs bu vadiye.” Bu savas kafali emperyal siyasetler, insani diri diri yandirirlar.
Savas denen müstehcen hayvani yüceltip besledigimiz sürece insanlik hepten yok olmak tehdidinden kurtulamayacak. Hamakat imparatorlugunda siir okuyup yazmayi sürdürüsüm bundandir.
|
Cumhuriyet, 4 Subat 2005, Vecdi Sayar
KEDI GÖZÜ 4 Subat 2005
VECDI SAYAR
Tanrilardan Ates Çalmayi Yazgi Belleyenler
...
Eger siz de kendinizi mutsuz hissediyorsaniz ve de benim fikrimi sorarsaniz, bundan kurtulmanin bir çaresi var. En yakin kitapçiya ugrayip kendinize bir kitap hediye etmek, bir tiyatroya, konsere ya da sinemaya bilet almak. Iki saatligine de olsa baska dünyalara konuk olmanin, ''tanrilardan ates çalmayi yazgi bellemis mahkûmlar'' la birlikte gülüp, aglamanin, sorgulamanin keyfine doyum olmaz.
Hele Istanbul'da yasiyorsaniz, o kadar zengin seçenekler var ki karsinizda. Elbette, ekonomik durumunuz elverdigi ölçüde izleyebileceksiniz bunlari. Ama, sakin bir mazeret olarak buna siginmayin. Devlet Tiyatrolari'ni dolduran o yoksul çocuklara haksizlik edersiniz sonra. Gerçekten de, çok iyi oyunlar var Devlet Tiyatrolari'nda su aralar. Tabii, özel tiyatrolarda da... Daha önce bu kösede sözünü ettigim oyunlarin yani sira, vurgulamak istedigim birkaç oyun var. Bunlardan ilki, Tiyatro Pera'da izledigim ''Dobrinja'da Dügün'' . Savastan yola çikarak insani anlatan, kara mizahtan ustaca yararlanan, dört dörtlük bir dramaturji çalismasinin ürünü olan bu güzel yapiti yazan, yöneten ve basrollerinden birini üstlenen Nesrin Kazankaya , 'Julia' daki basarisini tekrarlamis, hatta asmis diyebilirim. Basta Nihat Ileri , tüm oyuncu kadrosunu kutluyor, sevgili Eren Uluergüven 'i saygiyla aniyorum.
Son zamanlarda basarilarini hayranlikla izledigim bir baska tiyatrocu da Asli Öngören . Yazdigi 'Yel mi Degirmen mi?' adli oyunu Izmit'ten genç bir ekip, 'Fayton Oyunculari'basariyla sahnelemis. Onlari 'Semaver Kumpanya' nin sahnesinde izlemekten büyük keyif aldim. Keske gene gelebilseler Istanbul'a da sizler de paylasabilseniz bu mutlulugu. Önermek istedigim daha çok oyun var. Onlar da baska yazilara...
|
Salom Gazetesi, 30 Mart 2005, Robert Schild
Robert Schild, 30 Mart 2005, Salom Gazetesi
Perde araligindan
Olaganüstü sahne tadlari...
Tiyatro sezonu son ayina girerken, gerek bazi özel etkinliklerin, gerekse sizlerle henüz paylasmamis oldugum oyunlarin sayisi o denli çok ki, tümünü bu satirlara sigdirmak zor...
Bu yil "Perde"yi zaman zaman genç arkadaslarimla paylastigimdan, gördügüm tüm oyunlari sizlere buradan aktaramiyorum. Oysa ki, sezon bitimine yaklasirken, son haftalarda tiyatroya daha çok gitmeye basladik ve sayisiz güzel tadlar aliyoruz, bu keyfi paylastigimiz arkadaslarla... Bu baglamda, bazi özel gösterileri de kaçirmamaya gayret ediyoruz ki, bunlardan üçünü geçenlerde izleme olanagimiz oldu.
Türkiye, Yunanistan,
Japonya...
Zeynep Oral'in Cumhuriyet'te "Ustalardan muhtesem gece" olarak nitelendirdigi Haldun Taner'i Anma Gecesi, bu olaganüstü gösterilerden biriydi. Daha geçenlerde bu kösede özlemle andigim "gerçek" kabare tiyatrosunun ülkemizdeki tek temsilcisi, bundan öte Türkiye'ye epik tiyatro olgusunu getiren ve nice saygin tiyatrocumuzun hocasi sayilan bu aydin insanin 90. dogum günü, Muhsin Ertugrul Tiyatrosu'nda ögrencileri tarafinca kutlandi. Kimler yoktu ki! Gülriz Sururi, Zeliha Berksoy, Hikmet Körmükçü, Nasit Özcan, "Devekusu"ndan Ahmet Gülhan, Bilge Sen ve Cahit Tamer, ayrica Ferhan Sensoy, Rasim Öztekin ve Savas Dinçel, su anda aklimda kalanlardan bazilari... Genco Erkal'in, üstadin "Konçinalar" öyküsünü (okumasi degil!) oynamasiyla baslayan gece boyunca kabare sarkilari, "Kesanli Ali" ve "Sersem Kocanin Kurnaz Karisi"ndan replikler ve daha nice güzel alintilar ile Türk tiyatro tarihinde kirk yillik bir gezintiye çiktik. Bu güzel gösteriyi düzenleyen Vecdi Sayar ile sunuculugunu üstlenmis Cüneyt Türel'e burada da kocaman bir alkis ve tesekkürler...
Mart ayinin diger özel bir etkinligi, Türk Egitim Vakfi Inanç Türkes Özel Lisesi'nin çagrilisi olarak kentimize gelen Uluslararasi Tiyatro Enstitüsü Dünya Tiyatro Yazarlar Birligi Baskani Lia Karavia'nin, Schneidertempel Kültür Merkezi'nde, hücrede geçirdigi günleri anlattigi "Hapishane" (Prison) oyununu sunmasiydi. Karadeniz kökenli bir baba ile Izmirli bir annenin çocugu olan Karavia, Yunanistan'daki cunta döneminde, gizli bir örgüt üyesi zanniyla bir süre tutuklu kalmis ve hücrede bulundugu sürece beynini berrak tutabilmek amaciyla sürekli oyunlar oynamis, bu deneyimin ürünü olarak daha sonra "Hapishane" oyununu kaleme almis. TEVITÖL'ün sanat danismani, sevgili kardesim Emre Erdem'in düzenledigi üç gösterinin ilkini, aralarinda Fener Rum Patrigi I. Bartholomeos ve Hahambasi Rav Isak Haleva'nin da bulundugu "özel" konuklar izledi. Ikincisine TEVITÖL, Fener Rus Lisesi ve UÖML ögrencileri çagriliydi ancak "bizimkiler" nedense katilmadi... Üçüncü gösteri, agirlikli olarak tiyatro ve sanat çevresine yönelikti.
Geçtigimiz hafta, gene Emre'nin konugu olan dünyaca ünlü Japon dansçi Hiroyo Kitao'nun iki ayri etkinligi sahnelerimizi zenginlestirdi. Bunlarin ilki, AKM'de sundugu "Bedensel Düsünce" gösterisi, digeri ise Italyan Kültür Merkezi'nde sergiledigi Japon Nô oyunlarinin Hanjo karakterinin sevda öyküsüydü. Bu ikinci gösterinin ardindan Türkiye'de ilk kez genis bir kitle önünde düzenlenen özel "Çay Seremonisi"ni, Purim aksami nedeniyle bir aile toplantisinda bulundugunuzdan ne yazik ki izleyemedik...
Dobrinja'da Dügün
Degerli "Perde..."severler, iste bu tür uluslararasi gösteriler, böylesi birliktelikler degil midir, bir virüs gibi içimize yerlesip bizi zaman zaman canilestirebilen asiri milliyetçiligi, irkçiligi önleyebilen? Böylesi bir patlama ile, bu sezonun basarili oyunlari arasinda gördügüm "Dobrinja'da Dügün"de burun buruna geldik. Tiyatro Pera'nin Siraselviler Caddesi'ndeki alçak gönüllü sahnesinde "büyük tiyatro" yapiliyor - gerek konu, gerekse yorum açisindan... Kendisi de Bosnak kökenli, Istanbul Devlet Tiyatrosu oyuncularindan Nesrin Kazankaya'nin yazip yönettigi oyun, Sirp ve Hirvat milliyetçileri ile onlara karsi koyan Islamcilarin kiyasiya savastigi Saraybosna'nin Dobrinja mahallesindeki bir evin bahçesinde geçiyor. Komsu iki aile, yakin dostlari olan genç bir çiftin dügünlerini burada kutlamaya hazirlaniyor. Olaylar, bu hazirlik evresi ile dügünün kendisini kapsayan 18 saatin, günesin dogusu ile ayni günün gecesi arasinda gelisiyor - ancak, ne biçim bir gelismedir bu!
Melisa (Ayse Lebriz) ve kocasi Asim (Nihat Ileri) ile komsulari Senija (Nesrin Kazankaya) Müslüman, Senija'nin kocasi Bego (Levent Öktem) Arnavut, gelin adayi Jasna (dönüsümlü olarak Basak Mese ve Zeynep Özden) Hirvat, damat adayi Slobodan (Cüneyt Uzunlar) ise Sirp kökenli olup, oyunun ilk yarisi ile ikinci yarisinin ortalarina dek, siradan komsuluk/dostluk iliskilerini sergilerken, alisilagelmis "mozaik" (ne demekse...) olgusunu simgeliyorlar. Tabii ki, bu arada Yugoslavya Iç Savasi'nin tüm sikintilarina, satirlarin arasinda degil, tüm konusmalardan dogrudan tanik oluyoruz; ister Melisa'nin kimyager olarak isini ve Asim'in bir çatismada sag kolunu yitirmesine, ister her çesit tüketim maddesinin yokluguna ve, her seyden önce, bulunduklari bahçenin disindaki ölüm tehlikesine - her ne kadar Melisa "Benim bahçeme savas girmeyecek!" diye haykiriyorsa da... Savasin gölgesi bir yana, alti baskisinin - tümü de insandir, degil mi? - aralarindaki toplumsal/duygusal iliskilerini de yasiyoruz onlarla birlikte, geçmise dayanan karsilikli asklarini, tutku ve çatismalarini; öte yandan, gene de umutlarini alkisliyoruz, özellikle az ile yetinerek, Jasna ve Slobodan'in dügününde sergiledikleri müzik ve danslari izlerken. Ne var ki, çok geçmeden, yukarida degindigim virüs, asiri içkinin neden oldugu kusmuga benzer biçimde firlayacaktir disariya - ve iste, altisi da Bosnak olan dost ve komsular, az önce akordeon, klarnet ve mandolin ile kaynasirken, birden birer düsman olarak çatismaya basliyor...
Izleyiciler ile ayni tabanda yer almasiyla, onlari oyundaki devinimle bütünlestirmesini basaran sahnedeki saglam dekor (Nilüfer Moayeri) ve isik (Yüksel Aymaz), rahat bir seyirlik sagliyor. Oyuncularin tümü basariliysa da, benim begenim Ayse Lebriz ve Nihat Ileri'de odaklandi. Kullanilan ezgileri oldukça yavan buldugumu belirtmem gerekir. Oyunun tümüne gelince - konunun gelismesinden kaynaklanarak ilk bölüm zorunlu olarak daha kisa tutulmus ve agir biçimde gelisirken, izleyicileri zaman zaman sikiyor, ancak ikinci bölümün basindaki (bence gereginden uzun tutulmus) müzik bölümünün ardindan, patlama geliyor! Birazcik çarpik buldugum bu denge nasil düzeltilebilir, bilemem - ancak bu elestirinin disinda, dört dörtlük bir oyundur, izledigimiz... Sezon bitmeden mutlaka görmelisiniz!
|
Milliyet Sanat, Mart 2005, Seçkin Selvi
MilliyetSanat
Mart 2005 Sayi 552
"Dobrinja'da Dügün"de, Saraybosna'nin iç savasta en çok zaran gören mahallelerinden Dobrinja'daki bir eve konuk oluyoruz. 24 saate yakin süren konuklugumuzda, savasi ve insan iliskilerini paralel iki düzlemde izliyoruz.
sicaga özlem
"Dobrinja'da Dügün (Bir Günün Trilogyasi)". Yazan ve yöneten: Nesrin Kazankaya. Dekor-Kostüm: Nilüfer Moayeri. Isik: Yüksel Aymaz. Müzik Yönetmeni: Richard Laniepce. Dans düzeni: Pinar Çelebi. Oynayanlar: Ayse Lebriz, Nesrin Kazankaya, Nihat Ileri, Levent Öktem, Cüneyt Uzunlar, Basak Mese, (Zeynep Özden).
1991-95 yillari, Yugoslavya'da "Kardes kardesi vurur mu" romantizminin çoktan unutuldugu, körüklenen asiri milliyetçilik akimina kapilmis Sirp ve Hirvatlar ile radikal Islamcilarin ates çemberi içinde kaldigi, temelinde etnik ve dinsel ayrimcilik yatan, insanlik adina yüz karasi olaylarla dolu bir dönemdi. Nesrin Kazankaya, titiz arastirmaciligiyla sanatçi duyarliligini ve insan olmanin sorumlulugunu birlestirerek, o dönemin bir kesitini yansitan "Dobrinja'da Dügün" adli oyunu yazmis. Tiyatro Pera Toplulugu'nun Eren Uluergüven Sahnesi'nde seyirciyle bulusan oyunun yönetmenligini de Kazankaya üstlenmis.
Günes dogarken, Saraybosna'nin iç savasta en çok zarar gören mahallelerinden Dobrinja'daki bir eve konuk oluyoruz. 24 saate yakin süren konuklugumuz süresinde, bir yandan savasi öte yandan insan iliskilerini paralel iki düzlemde izliyoruz.
Oyun kisileri, iç savas tetikleninceye kadar Bosnak kimliginin disinda baska hiç bir kökeni sorgulamadan iç içe yasamis insanlardan seçilmis. Evin sahipleri Melisa ve Asim ile bitisik komsulari Senija müslüman, Senija'nin koicasi Bego Arnavut, dügünün damadi Slobodan Sirp, gelin Jasna ise Hirvat. Gelin görün ki, savas, bu iç içe yasamin düzenini de altüst ediyor. Yalnizca disaridaki savas mi? Evlerin, kisilerin içindeki savasa ne demeli?..
Insanlar yalnizca savasin yarattigi ölüm, yaralanma, açlik gibi anlik Tehditlerin yani sira, kültürel kimliklerini de yitiriyorlar, mesleklerini icra edememenin de kimlik kaybini yasiyorlar. Savasa katildigi ilk gün bir kolunu kaybeden Asim, son nefesine kadar yanindan ayrilmadigi arkadasini anlatirken, "insan ölünceye kadar ne uzun bir süre, ne çok kan kaybetmesi gerekiyor" gibi bir tanimda bulunuyor. Sanirim bu tanim oyunun da çerçevesini olusturuyor. Bir tarafta kanini kaybetmekte olan Saraybosna'yi ve Yugoslavya'yi görürken, öteki tarafta ölmeye sürüklenen iliskilerin nasil uzun bir süre ve ne kadar kan kaybettigine tanik oluyoruz. Melisa-Asim, Senija-Bego, Jasna-Slobodan beraberlikleri kaniyor karsimizda. Ama belki de Nesrin Kazankaya'nin "Agit"inda "Toprak örtün üstüme, yeniden geleyim diye" dedigi gibi, bu kanlar tükendikten sonra yeniden bir seylerin dogabilecegine inanmak istiyoruz. "Sicaga Özlem" duyan insanlarin Sevdalinkalarin, Balkan danslarinin esliginde yakinda dogacak günesi göreceklerine inanç ve umut bagliyoruz.
Bütün bu anlatilan karabasanlara karsin, "Dobrinja'da Dügün" asik suratli, karamsar bir oyun degil. Acilari, bir dügün atmosferine, ekibin ustalikla çaldigi Balkan ezgilerine, oyun havalanna örülmüs bir ortamda inceden inceye duyumsuyoruz. Bir agizdan söylenen Çingene türküsü, elele tutusarak oynanan halk dansi, insanlarin bir ortak noktada yeniden bulusacagi umuduna kapilari açiyor.
Nilüfer Moayeri'nin sicak bir ortam yaratan dekoru ve ayakkabi seçimindeki özene kadar ayrintili tasarlanmis kostümleri, Yüksel Aymaz'in isik düzeni, Richard Laniepce'nin yönetimindeki müzik ve Pinar Çelebi'nin koreografisini yaptigi danslar, oyunun basarisina kuskusuz katkida bulunan çalismalar.
Kentteki ve yüreklerindeki savasin içinde gündelik yasami sürdürmenin yollarini farkli biçimlerde arayan oyun karakterleri, üstlendikleri kimlikleri ve ekip oyunculugunu yükseklere tirmandiran bir basari grafigi çiziyorlar. Melisa'da Ayse Lebriz, Senija'da Nesrin Kazankaya, Asim'da Nihat Ileri, Bego'da Levent Öktem, Slobodan'da Cüneyt Uzunlar, Yasna'da Basak Mese'yi coskuyla alkisliyoruz
• Seçkin Selvi
Tiyatro Pera (0212) 245 44 60
|
27 Mart 2005, Cumhuriyet, Mustafa Bilgin
- Hayrola takim elbise falan?
- BUGÜN BEYOGLU'na ÇIKIYORUM DA ONDAN önce basbakanin gazabina ugrayan PENGUEN dergisine destek ziyareti yapacagim.
sonra Fransiz Kültür Merkezi'nde SU YÜCEL'in öncülügünü yaptigi 100 Anadolu kadininin "ölecegim aklima gelirdi de resim yapacagim aklima gelmezdi" adli resim sergisine gidecegim.
sonra da TIYATRO PERA'nin sahneledigi DOBRINJA'DA DÜGÜN adli oyununu izleyecegim!..
6 Aralik 2005, Cumhuriyet, Aysegül Yüksel
Yugoslavya...Bagrinda dört dili ve üç dini barindiran, iki alfabesi olan ülke. Etnik farkliliklara karsin tek bir ulusal kimlik altinda toplanmis insanlarin, ne Bati kapitalizmine/emperyalizmine boyun egen, ne de Sovyet rejiminin güdümüne giren bir sosyalist yönetimle 45 yildan çok yasamis oldugu umut ülkesi. Artik o ülke yok... Yok edildi. Ya umut?
Maresal Tito’nun Yugoslavyasi’ni 1978 yilinda görmüstüm. Günün ve gecenin her saatinde güvenlik içinde dolasabileceginiz tertemiz kent sokaklari, güzelim parklari, tarihsel anitlari, herhangi bir kösebasindan aliverebildiginiz, hepsi ayni nefis lezzette olan ve ayni bedel karsiliginda satilan sandviçleriyle, devletin büyük paralar ayirdigi kültür ve sanat etkinlikleriyle, hiç Ingilizce bilmeyen insanlarin, hiç bilmediginiz bir kentte otobüsle oradan oraya gidebilmenizi saglayacak düzeydeki yardimseverligiyle, peynir, zeytin fiyatina alabileceginiz kristal ya da camdan yapilma güzelliklerle...
Tito’nun 1980’de ölümüyle, üstünde yillardir gizli gizli çalisilan etnik ulusalciligin nasil azdirildigini ve 1990’li yillardan baslayarak kardesi kardese düsüren, bugüne dek yazilan tüm trajedileri uyduruk masallara indirgeyen, insanligimizdan utanmamiza neden olan dehset görüntüleriyle midemize oturan iç savas boyunca, ayni bayrak altinda yillarca huzur içinde yasamis insanlarin çektigi acilara hep birlikte tanik olduk.
Etnik ulusalciliga karsi uyari
Nesrin Kazankaya’nin sanat yönetmeni oldugu Tiyatro Pera için yazip sahneledigi- Tiyatro Elestirmenleri Birligi’nce En Basarili Oyun ödülüne deger bulunan Dobrinja’da Dügün adli oyunu bir yaniyla Yugoslavya’da yasanmis olanlara yakilmis bir agit, bir yaniyla da etnik ayrimcilik rüzgarlariyla beslenmesine çalisilan ulusalciliklara karsi Türk toplumuna yerinde bir uyari niteligi tasiyor.
Dobrinja Saraybosna’nin bir dis semti. Oyun Yugoslavya Iç Savasi sirasinda, kisacik bir ateskes döneminde, bu semtte birbirinin yakin komsusu olan ailelerden birinin bahçesinde düzenlenen dügün eglencesini dile getiriyor. Sabahin erken saatlerinde baslayan, dügün hazirliklariyla süren ve ertesi sabahin erken bir saatinde noktalanan oyun, dogalci (natüralist) tiyatronun -yasamdan bir dilim sunma- öngörüsüne uygun olarak yazilmis. Nilüfer Moayeri’nin ev önü/bahçe dekoru da dogalci özellikler tasiyor.
Kazankaya, oyununu yapay (melodramatik ya da komik) bir olaylar dizisine oturtmadan olusturma yolunda büyük Çehov’un yolunu izlemis. Oyunu sessizliklerle, minik kahkahalarla bezenmis hüzünle, kisilerin birbirleriyle konusurken aslinda kendi degerleriyle konusmalariyla, yer yer de can acitici oldugu denli cani acimisligi da dile getiren alayci/ironik bir söylemle örmüs. Birbirlerini koruyucu bir sevecenlikle sarsalar da yalnizliklarini asamayan insanlari getirmis sahneye. Duygusal patlamalarin, aci gerçeklerin sessizce kabul edilmesiyle etkisini yitirdigi, pes tonlarda noktalanan bir olay biçimlendirmis. Büyük olasilikla da ister istemez yapmis bunu. Çünkü Dobrinja’nin insanlari da tipki Çehov’un Çarlik Rusyasi’nin tasra insanlari gibi, denetleyemedikleri bir yokolus süreci içinde yalpalayan yarinsiz insanlar...
Daglanmis bedenler/ruhlar
Ancak Cehov’un insanlarinin önünde epeyce zaman var. Onlar Çarlik Rusyasi tarihinin kirilma noktasina dogru yavas yavas sürükleniyorlar. Daha epeyce yil sessizce bekleyebilir onlar... Oysa Dobrinja’li karakterlerin böyle bir zamani yok. Onlar yarin ölebilirler. En sevdiklerini bir kaç saat sonra yitirebilirler. Severlerse simdi sevmeli, kaçacaklarsa simdi kaçmali, simdi dansetmeli, simdi sarki söylemeli onlar.
Dahasi, onlarin birbirleriyle olan iliskileri de savasin damgasini tasiyor; bedenleri ve ruhlari daglamis olan... Içerdigi acinin hiçbir zaman sökülüp atilamayacagi tür iliskiler bunlar. Vazgeçilmesi olanaksiz, dayanmasi zor. Dile gelmesiyle ancak çiglik çigliga olabilen...
Kazankaya tüm bu dogrultulari da katmis yazarlik stratejilerine. Damarlarinda eski Yugoslavya’daki etnik gruplardan en az ikisinin karisimi olan kani tasiyan Saraybosnali alti oyun kisisini, ortak kültürlerinin ürünü halk sarkilarina ve danslarina katilirken coskunun doruguna çikan, sevgiyi de nefreti de ayni asiri yogunlukta disa vuran, umarsizligi asmak için direnirken, degistirilemez gerçekleri ve birbirlerine katlanma zorunlulugunu da sessizce gögüsleyen, Iç Savas’in çakili kaldiklari esigi asmalarina izin vermedigi, duygulu/duygusal insanlar olarak çizmis.
Yönetmen Nesrin Kazankaya, oyun kisilerinde yansiyan Balkan insani özellikleriyle oyunculari da bulusturmayi basarmis. Böylece Çehov oyunlarinin bildik atmosferini özellikle jest ve mimik düzeyinde Balkan duyarliligi ile dönüstürerek bir tür gerçekçi oyunculuk olusmus. Biraz bildik, biraz farkli... Sahnede yansiyan Balkan duyarliligini belirlemede en önemli katki Richard Laniepce’nin yönetiminde sunulan sahne müzigi ve sarkilarla olusmus. Oyunun ve oyunculugun en sicak anlari da dügün öncesi prova sirasinda Nihat Ileri ile Levent Öktem’in ayni sarkinin ayni notasinda bulustuklari noktada, bir de dügün sirasinda herkesin çalarak ve söyleyerek eslik ettigi sarkinin görkemli icrasi sirasinda gerçeklesiyor. Nesrin Kazankaya ve Özden Çiftçi kendilerine özel acilari gizleme durumundaki iki kadin karakteri duyarli yorum çalismalariyla capcanli kilarken Levent Öktem’in oyunculugu sahne olayinin iyimser atmosferi belirlemede, Nihat Ileri’nin oyunculugu da iyimserligin gizledigi aciyi ironi yoluyla imlemede önemli islev tasiyor. Cüneyt Uzunlar, Basak Mese/Zeynep Özden ise zor, ama daha sinirli boyutlarda çizilmis rollerini basariyla tasiyorlar.
Dobrinja’da Dügün tadiyla ve tinisiyla iste böyle bir oyun. Yogun tiyatro keyfinin, sahne olayina ille de avangard ya da postmodern kuslar kondurma zorunlulugu duyulmadan da olusturulabilecegini gösteren...
|
4 Kasim 2006, Radikal, Efnan Atmaca
'Dügün', Almanya'da kuruldu
|
'Dobrinja'da Dügün'de Nihat Ileri, Levent Öktem ile Nesrin Kazankaya (soldan saga) rol aliyor. |
Theater an der Ruhr'un 25'inci yili için düzenledigi festivale konuk olan 'Dobrinja'da Dügün', hem Türk hem de Alman seyircinin begenisini kazandi. Özellikle etnik ayrimciligi elestiren sahneler seyirciden büyük alkis aldi
04/11/2006 (403 kisi okudu)
MULHEIM - Türkiye'deki tiyatro çevresinin gerek Devlet Tiyatrolari gerek Istanbul Büyüksehir Belediyesi Sehir Tiyatrolari'yla yaptigi isbirlikleriyle yakindan tanidigi Roberto Ciulli, genel sanat yönetmeni oldugu Theater an der Ruhr'un 25'inci yilini, düzenledigi uluslararasi bir tiyatro festivaliyle (Internationale Theaterlandschaften) kutluyor. Agustos ayinda baslayan, kasim sonuna kadar sürecek festivale Iran, Irak, Kazakistan, Tunus, Sirbistan, Fas, Macaristan, Slovenya gibi ülkelerden tiyatrolar konuk oldu. Türkiye'den giden konuk ise 'Dobrinja'da Dügün'le Tiyatro Pera'ydi. Almanya'nin kuzeyindeki sanayi bölgesi Ruhr'da kurulu olan ve bütçesinin tamamini devlet destegiyle sponsorluklar araciligiyla karsilayan bir kurum Theater an der Ruhr. Dolayisiyla bir 'ensemble'dan öte bir tiyatro kompleksi karsiliyor bizi Mulheim kentinde.
Ilk gece Türk seyirci
Türkiye'de bes ödül kazanarak bu yil altinci sezonuna girecek Tiyatro Pera'nin 'en iyi çikis' yapan oyunu olan 'Dobrinja'da Dügün' ise Yugoslavya'daki iç savasi anlatmasi ve milliyetçiligi, etnik ayrimciligi ele almasi bakimindan Türklerin yogun oldugu bu bölge için 'anlamli' bir seçimdi. Nitekim seyircinin tepkisi bu öngörüyü dogruladi. 'Dobrinja'da Dügün'ün Mulheim'daki ilk gecesinde, yani 27 Ekim'de salonun yarisindan çogu genç Türk seyirciyle doluydu. Tipki oyunun yazari, yönetmeni ve basrol oyuncusu Nesrin Kazankaya'nin da dedigi gibi 'naif algilari olan' bir izleyici vardi. Bazen sarkastik ögeleri bile espri olarak algilasalar da oyunun sonunda aralarinda konuyla ilgili ciddi tartismalara girdikleri gözlemleniyordu. Ikinci gece ise Theater an der Ruhr'un müdavimi Alman seyirci geldi. Onlar oyundaki Nazizm'e göndermelerde, etnik ayrimcilik gibi kavramlarin tartisildigi sahnelerde tepkilerini açikça ortaya koydular. Tüm dünyada yükselen milliyetçiligi protesto edercesine seyirci bu sahneleri yogun alkisladi. Dolayisiyla dünyanin önde gelen tiyatrolarindan Theater an der Ruhr'un düzenledigi festivalde seyirci karsisina çikan Tiyatro Pera, 'Dobrinja'da Dügün'ü yurtdisinda da sevdirmeyi basardi. Gerek Türk gerek Alman izleyicinin oyun sonrasi yorumlari bu begeniyi gösterir nitelikteydi. Dönüs yolunda Nesrin Kazankaya, yurtdisindaki önemli baska festivallerden gelen davetler için plan yapmaya baslamisti bile...
'Dobrinja'da Dügün'ün oyunculari Nesrin Kazankaya, Nihat Ileri, Levent Öktem, Basak Mese, Cüneyt Uzunlar, Zeynep Özden ve Tiyatro Pera'nin perde arkasi isimleri Sabahattin Özbakir, Safak Eruyar, Nilüfer Moayeri, Yüksel Aymaz ve Okan Kayabas ile uluslararasi bir festivale katilmak, bir gazeteci için de iyi bir deneyimdi. Çünkü hem isin mutfagini gözlemleme hem de ustalarin deneyimlerinden yararlanma firsati tanidi. Mulheim'a kadar gitmisken Alman tiyatrosunun önemli isimlerinden Roberto Ciulli'yle kisa bir söylesi yaptik. Ciulli, yillardir Türkiye'yle pek çok ortak is yapmis biri olarak Türk tiyatrosu hakkinda ilginç gözlemelerini aktardi.
|
9.09.2005, Kibris Gazetesi, Hasan Hastürer
Tiyatro Pera sanat takimi, ne iyi ettiniz de geldiniz
... Ve bizde de en zor kosullarda yasam devam ediyordu tipki Dobrinja'da oldugu gibi. En zor sartlarda umut dipdiri ayaktaydi. Yillar sonra da anladim ki umut yasamin gerçek kaynagidir. Umut yasadigi sürece hayatin tüm güzelliklerinin sansi var
Tiyatro neredeyse tüm sanat dallarin birlesimdir.
...Ve tiyatro yasama tutulan aynadir.
Her oyunda kendinizi, kendi dünyanizi, yasadiklarinizi bulamayabilirsiniz.
Ama öyle oyunlar da vardir ki sanki de sizler için yazildi. Sizler için sahnelendi.
Oyuncularin her birinde kendi yakin çevrenizden insanlari bire bir bulursunuz.
Dün aksam Yakin Dogu Üniversitesi Atatürk Kültür ve Kongre Merkezi büyük salonunda Tiyatro Pera, "Dobrinja'da Dügün" oyunu iste tam bu tanima uyan bir oyun bizler için.
3. Uluslararasi Tiyatro Festivali için tüm güzel sözcükleri kullanabilirim.
Olaya sanatsal derinligi kazandiran Sevgili Yasar Ersoy ve yakin arkadaslarini, tiyatro festivalinin gerçeklesmesi için siyasi iradeyi koyan Lefkosa, Magusa ve Girne Belediye Baskan ve Meclis üyelerini içtenlikle kutlarim.
* * *
Bugün için sizlerle spor agirlikli bir yazimi bulusturacaktim.
Ancak "Dobrinja'da Dügün" beni o denli etkiledi ki konu olarak tüm yazi seçeneklerimi bir kenara itip bu yazimi sizlerle paylasmayi dogru buldum.
"Dobrinja'da Dügün" Nesrin Kazankaya'nin yazdigi, yönettigi ve oynadigi bir oyun.
Bu nedenle oyunun bütünü kadar hatta biraz daha fazla Melisa rolüyle sahnede olan Nesrin Kazankaya'yi izledim. Tiyatro elestirmeni degilim. Ama eger izleyici olarak oyundan aldigim tadin yaziya dökülmesinin bir degeri varsa dün aksamki "Dobrinja'da Dügün" oyunu benden tam not alir.
Oyunu salondan izlemedim. Oturdugum yerden sahneye kaydim, oyuncularla oyunda yer aldim. Yer almanin ötesinde 1963 sonrasina gittim. Bilerek 1974 demedim. 1963'le 1974 arasinda çok ama çok derin farkliliklar var.
Nesrin Kazankaya, "Dobrinja'da Dügün" ün tanitim kitapçiginin sunusa yazisinda söyle yaziyor:
" Bir yil süren hazirlik sonucu oyunu yazip, Saraybosna'ya gidince, umudun bittigi yerde yeniden yaratilan yasam direncini görmek, yazdiklarimin bir saglayi oldu benim için. Çok uluslu, özenilecek laisizmi ile çok dinli bir toplum modelinin en olgun örnegini veren Saraybosna; hâlâ yikik binalari, delik desik duvarlari arasinda yeni umutlarin filizlendigi bir kent. Savasin ortasinda, su ve yiyecek bulamazken, uluslar arasi festival yapacak kadar dirençli bu insanlar; bugün bir baska direnci, yeniden umut etme, yeniden var olma direncini gösteriyorlar."
Yine ayni metinden Dobrinja'nin, Saraybosna'nin bir mahallesi oldugunu, savasta Dobrinja'da her yerin yerle bir oldugunu ama umudun yine oradan dogdugunu ögreniyoruz.
* * *
Uluslararasi Tiyatro Festivali'nde oyunlar iyi seçiliyor genelde. "Dobrinja'da Dügün" bu çerçevede bu yil ki festivalin bize en çok hitap eden oyunu bence.
Oyunu izlerken elimde olmadan 1963'lere gittigimi fark ettim.
Bizim yasadiklarimizdan tam otuz yil sonra Avrupa'nin göbeginde yasananlar bizimkinden çok daha kanli bir vahset örnegiydi..
Savasi yasamayan o ortamdaki insanin ruh halini bilemez.
Nesrin Kazankaya, bu oyunu salt kulaktan dolma bilgilenmeye yazamaz. Mutlaka ruhunu, duygusunu bir biçimde Saraybosna'ya tasiyip yazmistir.
1950'li yillarin ortalarindan baslayarak çok sicak günler yasadik bizler de. Bizim yasadiklarimizda da böylesi oyunlara konu olacak olaylar çok var.
Yasananlar gözler önüne ya tiyatro ya da sinema ile gelebilir. Bunun için de öncelikle teknigine uygun yazin sanatçisina gereksinim var.
Dün aksam oyunu izlerken fark ettim ki biz de bu konuda ciddi bir bosluk var.
* * *
Böyle eser üretecek kisilerin kendi toplumundan önce dünya degerlerini rehber edinmesi gerek.
Biz de yapilan denemeler olmadi degil. Ancak pek çogunda tek yanlilik, resmi politikanin baskisi etkisini korudu.
Fincanci katilarini ürkütme korkusuyla özgür ve özgün eser ortaya konamaz.
* * *
Saraybosna'nin Dobrinja Mahallesi varsa bizim de Hamitköyümüz, Lefkosa'da Samanbahçe'miz Leymosun'da Arnavut Mahallemiz yok mu?
Neler yasamadik bizler de...
Dün aksamki oyunu izlerken hiç tatmadigim bir ruh halindeydim.
Önce 1963'te K.Kaymakli'dan göç ettigimiz aksami hatirladim.
Soguk bir aralik gecesiydi. Silah sesleri susmuyordu. Aslinda susmasini istemiyordum. Çünkü silahlar sustugu zaman yasanan sessizlik ölüm sessizligi gibiydi. Çok korkunçtu.
Evimiz çikmaz sokagin basindaydi. Yol genisligi hayallerimde çok genisti. Yillar sonra gittigim zaman gördüm ki mesafe olsa bir uzun atlamalik genisligi vardi.
Yolun karsisinda Kadri Aba'nin evi vardi. Iki katli evlerin üst katina hanay derdik.
Annemle evimizi terk edip Kadriye Aba'nin evine, hanaya çikmistik. Güya hanay, Rumlar gelirse daha zor ulasilirdi. O hanayin tek odaciginda annemin gecenin karanliginda saçlarimi oksayip, "Korkma bir sey olmaz" dedigini dün gibi animsarim.
Sonra Hamitköy'e gittik.
Rahmetli Tenekeci Rasim'in dört odali evinin bir odasinda yarali olarak 555 sigarsi satici Yusuf yatiyordu.
Elektrik yoktu.
Herkes yerlerdeydi. Her odada en az 15-20 kisi vardi. Ve 2-3 yaslarinda yeni konusan bir çocuk sirasiyla, "sürcük, bolibif, ekmecik" istiyordu. Annesi her yok deyisinde "Niçin?" sorusunu sorar yanitlari hiç kabul etmezdi. Ille evlerine gitmek isterdi. Bilmezdi ki dogdugu eve geri dönülmezdi.
* * *
Tipki dün aksamki oyunda yansitildigi gibi açlik vardi.
Hiç unutmam Eray Abim, mücahitler için haslanan etten yarim avuç büyüklügünde bir parçayi sefer tasi içine bol sulu olarak koyup bize de getirmisti. O bir parçacik eti annem, babam ve ben kaldigimiz evin arka tarafinda gizli gizli yemistik. Gizli yeme nedenimiz paylasilacak kadar çok olmayisiydi.
... Ve en zor kosullarda yasam devam ediyordu tipki Dobrinja da oldugu gibi. En zor sartlarda umut dipdiri ayaktaydi. Yillar sonra da anladim ki umut yasamin gerçek kaynagidir. Umut yasadigi sürece hayatin tüm güzelliklerinin sansi var.
* * *
Tiyatro Pera sanat takimi. Ne iyi ettiniz de geldiniz. Dün aksam sadece sizi degil, hayatimizin oyununu izledik. Tesekkürler hepinize... Size dün aksam ulasan ellerimizin alkis sesi degil, yüreklerimizin sesiydi.
Günün sözü:
Sanat her zaman konusundan büyüktür
6 Aralık 2005 Cumhuriyet
Ayşegül Yüksel
Saraybosna’da Çehov’dan öte
Yugoslavya... Bağrında dört dili ve üç dini barındıran, iki alfabesi olan ülke. Etnik farklılıklara karşın tek bir ulusal kimlik altında toplanmış insanların, ne Batı kapitalizmine emperyalizmine boyun eğen, ne de Sovyet rejiminin güdümüne giren bir sosyalist yönetimle 45 yıldan çok yaşamış olduğu ‘umut’ ülkesi. Artık o ülke yok... Yok edildi. Ya ‘umut’?
Mareşal Tito’nun Yugoslavya’sını 1978 yılında görmüştüm. Günün ve gecenin her saatinde güvenlik içinde dolaşabileceğiniz tertemiz kent sokakları, güzelim parkları, tarihsel anıtları, herhangi bir köşe başından alıverebildiğiniz, hepsi aynı nefis lezzette olan ve aynı bedel karşılığında satılan sandviçleriyle, devletin büyük paralar ayırdığı kültür ve sanat etkinlikleriyle, hiç İngilizce bilmeyen insanların, hiç bilmediğiniz bir kentte otobüsle oradan oraya gidebilmenizi sağlayacak düzeydeki yardımseverliğiyle, peynir zeytin fiyatına alabileceğiniz kristal ya da camdan güzelliklerle...
Tito’nun 1980’de ölümüyle, üstünde yıllardır gizli gizli çalışılan etnik ulusalcılığın nasıl azdırıldığını ve 1990’lı yıllardan başlayarak kardeşi kardeşe düşüren, bugüne dek yazılmış tüm trajedileri uyduruk masallara indirgeyen, insanlığımızdan utanmamıza neden olan dehşet görüntüleriyle midemize oturan iç savaş boyunca, aynı bayrak altında yıllarca huzur içinde yaşamış insanların çektiği acılara hep birlikte tanık olduk.
Etnik Ulusalcılığa karşı uyarı
Nesrin Kazankaya’nın sanat yönetmeni olduğu Tiyatro Pera için yazıp sahnelediği -Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nce ‘en başarılı oyun’ ödülüne değer bulunan- ‘Dobrinja’da Düğün’ adlı oyunu, bir yanıyla Yugoslavya’da yaşanmış olanlara yakılmış bir ağıt, bir yanıyla da etnik ayrımcılık rüzgârlarıyla beslenmesine çalışılan ‘ulusalcılıklar’a karşı, Türk toplumuna yerinde bir uyarı niteliği taşıyor.
Dobrinja, Saraybosna’nın bir dış semti. Oyun Yugoslavya iç savaşı sırasında, kısacık bir ateşkes döneminde, bu semtte birbirinin yakın komşusu olan ailelerden birinin bahçesinde düzenlenen düğün eğlentisini dile getiriyor. Sabahın erken saatlerinde başlayan, düğün hazırlıklarıyla süren ve ertesi sabahın erken bir saatinde noktalanan oyun, doğalcı (natüralist) tiyatronun ‘yaşamdan bir dilim sunma’ öngörüsüne uygun olarak yazılmış. Nilüfer Moayeri’nin ev önü/bahçe dekoru da doğalcı özellikler taşıyor.
Kazankaya, oyununu yapay (melodramatik ya da komik) bir olaylar dizisine oturtmadan oluşturma yolunda büyük Çehov’un yolunu izlemiş. Oyunu sessizliklerle, minik kahkahalarla bezenmiş hüzünle, kişilerin birbirleriyle konuşurken aslında kendi kendileriyle konuşmalarıyla, yer yer de ‘can acıtıcı’ olduğu denli ‘canı acımışlığı’ da dile getiren alaycı/ironik bir söylemle örmüş. Birbirlerini koruyucu bir sevecenlikle sarsalar da ‘yalnızlık’larını aşamayan insanları getirmiş sahneye. Duygusal patlamaların, acı gerçeklerin sessizce kabul edilmesiyle etkisini yitirdiği, pes tonlarda noktalanan bir olay biçimlendirmiş. Büyük olasılıkla da ister istemez yapmış bunu. Çünkü Dobrinja’nın insanları da tıpkı Çehov’un Çarlık Rusya’sının taşra insanları gibi, denetleyemedikleri bir yok oluş süreci içinde yalpalayan ‘yarınsız’ insanlar...
Dağlanmış bedenler/ruhlar
Ancak Çehov’un insanlarının önünde epeyce zaman var. Onlar Çarlık Rusya’sı tarihinin kırılma noktasına doğru yavaş yavaş sürükleniyorlar. Daha epeyce yıl sessizce bekleyebilir onlar... Oysa Dobrinjalı karakterlerin böyle bir zamanı yok. Onlar yarın ölebilirler. En sevdiklerini birkaç saat sonra yitirebilirler. Severlerse şimdi sevmeli, kaçacaklarsa şimdi kaçmalı, şimdi dans etmeli, şimdi şarkı söylemeli onlar.
Dahası, onların birbirleriyle olan ilişkileri de savaşın damgasını taşıyor; bedenleri ve ruhları dağlamış olan... İçerdiği acının hiç bir zaman sökülüp atılamayacağı tür ilişkiler bunlar. Vazgeçilmesi olanaksız, dayanması zor. Dile gelmesiyse ancak çığlık çığlığa olabilen...
Kazankaya tüm bu doğrultuları da katmış yazarlık stratejilerine. Damarlarında eski Yugoslavya’daki etnik gruplardan en az ikisinin karışımı olan kanı taşıyan Saraybosnalı altı oyun kişisini, ortak kültürlerinin ürünü halk şarkılarına ve danslarına katılırken coşkunun doruğuna çıkan, sevgiyi de nefreti de aynı aşırı yoğunlukta dışa vuran, umarsızlığı aşmak için direnirken, değiştirilemez gerçekleri ve birbirlerine katlanma zorunluluğunu da sessizce göğüsleyen, iç savaşın, çakılı kaldıkları eşiği aşmalarına izin vermediği, duygulu/duygusal insanlar olarak çizmiş.
Yönetmen Nesrin Kazankaya , oyun kişilerinde yansıyan Balkan insanı özellikleri ile oyuncuları da buluşturmayı başarmış. Böylece Çehov oyunlarının bildik atmosferini, özellikle jest ve mimik düzeyinde Balkan duyarlılığı ile dönüştürerek özgün kılan bir tür gerçekçi oyunculuk oluşmuş. Biraz bildik, biraz farklı... Sahnede yansıyan Balkan duyarlılığını belirlemede en önemli katkı Richard Laniepce’nin yönetiminde sunulan sahne müziği ve şarkılarla oluşmuş. Oyunun ve oyunculuğun en sıcak anları da düğün öncesi prova sırasında Nihat İleri ile Levent Öktem’in aynı şarkının aynı notasında buluştukları noktada, bir de düğün sırasında herkesin çalarak ve söyleyerek eşlik ettiği şarkının görkemli icrası sırasında gerçekleşiyor. Nesrin Kazankaya ve Özden Çiftçi, kendilerine özel acıları gizleme durumundaki iki kadın karakteri duyarlı yorum çalışmalarıyla capcanlı kılarken Levent Öktem’in oyunculuğu sahne olayının iyimser atmosferini belirlemede, Nihat İleri’nin oyunculuğu da iyimserliğin gizlediği acıyı ironi yoluyla imlemede önemli işlev taşıyor. Cüneyt Uzunlar, Başak Meşe/Zeynep Özden ise zor ama daha sınırlı boyutlarda çizilmiş rollerini başarıyla taşıyorlar.
‘Dobrinja’da Düğün’, tadıyla ve tınısıyla böyle bir oyun. Yoğun tiyatro keyfinin, sahne olayına ille de ‘avangard’ ya da ‘postmodern’ kuşlar kondurma zorunluluğu duyulmadan da oluşturulabileceğini gösteren...
|
|
|
|
|
|
Broşürden
Yönetmenin Önsözü
Umudun bittigi yerde...
Yeni yüzyila aktarilan en büyük vahset, savasi gerekçelendirmek oldu. Katliamlarla gerekçeler arayisi, önce yok edip sonra anlamlandirma çabalari; insanligin en degerli, en yapici, yaratici, itici gücünün, umudun yitirilmesine yol açti. Aranan gerekçelerin en vahsisi, en fecisi ise “milliyetçilik”. Soguk Savas sonrasi, 1991-95 arasinda, dört yil boyunca süren; Avrupa’nin ortasinda, tüm dünyanin, insanligin gözleri önünde, naklen yayinla bir korku filmi gibi izlenen Yugoslavya’daki iç savas; Bosna-Hersek’teki önlenebilir bu büyük kiyim; “milliyetçilik” gerekçesi, Bati Dünyasi tarafindan, “delikan”, “çeteci” Balkan ruhu damgasiyla yumusatilarak, anlasilabilir kilinmis ve görmezden gelinmistir. 45 yildan çok; dört dili, üç dini, iki alfabesi ile tek bir ulusal kimlik çatisi altinda, bir arada huzur içinde yasamis bes ulusun savasla yitirdigi umut, tüm insanligin umuduydu.
Bir yil süren hazirlik çalismalari sonucu oyunu yazip, Saraybosna’ya gidince, umudun bittigi yerde yeniden yaratilan yasam direncini görmek, yazdiklarimin bir saglayi oldu benim için. Çok uluslu, özenilecek laisizmi ile çok dinli bir toplum modelinin en olgun örnegini veren Saraybosna; hala yikik binalari, delik desik duvarlari arasindan yeni umutlarin filizlendigi bir kent. Savasin ortasinda, su ve yiyecek bulamazken, uluslararasi festival yapacak kadar dirençli bu insanlar; bugün bir baska direnci, yeniden umut etme, yeniden var olma direncini gösteriyorlar.
Dobrinja, Saraybosna’nin 80’lerin basinda kurulan bir mahallesi; havaalaninin hemen yaninda. Kentte savasin baslamasiyla, ilk ve en agir bombardimani, saldirilari yasamis bir semt. Saraybosnalilari yok olmaktan kurtaracak tunelin yapimi da bu mahallede baslamis. Bahçeli güzel evlerinin, zevkli yüksek binalarinin yerle bir oldugu, harabeye dönen Dobrinja, umudun dogdugu yer olmus.
Dobrinja’da, yanyana bahçeli iki evde yasadiklarini hayal ettigim figürlerimi yaratirken, birlikte çalistigim arkadaslarimin oyuncu kimliklerini düsünmek; bir anlamda kendi ekibim, kendi tiyatrom için yazmak, zevkli ve heyecan dolu bir süreç oldu benim için.
Savaslarin, katliamlarin olmadigi bir yasam özlemek, baslibasina büyük bir emek. Her bireyin, her meslegin ama özellikle sanatin üstlenmesi ve de göze almasi gereken bir emek.
Nesrin Kazankaya
Tiyatro Pera Sanat Yönetmeni
Milliyetçilik Bataginda Yiten Direncin Kronolojisi
Tarih boyunca her türlü mücadeleyi yasamis, Dogu ile Bati arasina sikismis, Balkan ruhunu simgeleyen insanlariyla çok uluslu bir ülke: Yugoslavya. Iki Dünya savasi arasindaki, Sirplarin egemen oldugu Yugoslavya Kralligi “Birinci Yugoslavya”; Ikinci Dünya Savasi sonrasi kurulan Sosyalist Federal Cumhuriyet “Ikinci Yugoslavya” ve iç savas kabusu içinden olusturulan bugünkü “Üçüncü Yugoslavya”. Tito önderliginde, 1943’te kurulan Ikinci Yugoslavya; hem Bati dünyasina, hem de Stalin önderligindeki Sovyetler Birligine karsi durabilmis ve 45 yildan çok varolmustur. Yillarca gururla savunulan, “halklarin kardesligi” ve “isçi özyönetimi”ne yaslanan; kendini Dogu Avrupa sosyalist sisteminden ve zaaflarindan farkli gören bu model; hem “milliyetçilik” hem de “toplumsal” sorunun çözümünü de gerçeklestirmis görünmekteydi. Tito’nun ölümüyle basgösteren, basta milliyetçilik olmak üzere, sosyalizme aykiri düsen, bölücülük, ünitarizm, bürokratizm gibi gibi belirtiler, sosyalist devrimin tüm degerlerini tehdit etti ve Yugoslavya, iki blok arasina sikismis özgün ekonomik sistemiyle, büyük bir çöküntüye ugradi.
Yaklasik bes yil süren, yüzbinlerce insanin öldügü, sakat kaldigi; milyonlarin göç etmeye zorlandigi Yugoslavya iç savasi; bir baska aciyi, bir büyük umudun yitirilme acisini da birlikte getirdi:
“Sosyalizm adina sahiden özgürlestirici bir alternatifin, “milli mesele”de milliyetçiligi asan, sahiden entarnasyonalist ama yerli/milli bir modelin kiyisinda gezinirken; bildik reel sosyalizmle bildik kapitalizm arasinda bocalayip, en bildik milliyetçiligin sularina gömülen bir ülkenin acisi...”
1980
14 Mayis Yugoslavya Federatif Halk Cumhuriyeti Cumhurbaskani Josip Broz Tito öldü. Çikan grev ve gösteriler baski kullanilarak yatistirildi.
1981
Nüfus sayiminda, 22.4 milyonluk nüfusun, yalnizca 1.2 milyonu (%5), milli kimligini
“Yugoslav” olarak belirtti. Kosova’da ögrenciler ve isçiler ayaklandi. Ordu müdahale etti.
Kosova’yi, tarihteki “Eski Sirp Imparatorlugu”nun baskenti olarak gören Sirp milliyetçiligi
artamaya basladi. Sirp basini, Arnavutlarin Kosova’daki Sirplari öldürdügü ve kadinlara
tecavüz ettigi yalan haberlerini yaydi.
1988
Sirbistan KP’sini ele geçiren Slobodan Milesovic, özerk bölgeler Karadag ve Voyvodina’yi
isgal etti. Milosevic, Sirp delegeleriyle Federal KP’yi etkisiz hale getirdi. Büyük kitlelere
yaptigi coskulu söylevlerle, Sirp milliyetçiligini, resmi ideolojinin odagina yerlestirdi.
1989
Milosevic Sirbistan Cumhurbaskani oldu. Sirplarin Kosova’da Osmanlilara yenilisinin 600.
yildönümünde, gösteri düzenledi. Ülkenin dört bir yanindan gelen bir milyon Sirp’i, atesli
bir konusmayla mücadeleye çagirdi: “Kosova için yeni mücadelelere haziriz. Bu mücadele
silahli da olabilecektir.”
1990
8 Nisan Slovenya’daki ilk serbest seçimlerde cumhurbaskanligini Milan Kucan kazandi.
30 Mayis Hirvatistan’da Franjo Tudjman cumhurbaskani oldu.
1 Temmuz Milosevic, yeni anayasayla, Kosova’nin özerkligini kaldirdi ve Ulusal Ordu’nun
yönetimini ele geçirdi.
2 Temmuz Kosova Parlamentosu, bagimsizlik ilan etti. Sirbistan, Kosova
Parlamentosu’nu feshetti.
16 Temmuz Milosevic Sirp KP’sinin genel baskanligina seçildi.
Agustos Sirp milisleri Hirvatistan’daki Krajina bölgesine girdiler. Ilk çatismalar basladi.
Ekim “Sirp Özerk Krajina” bölgesi kuruldu. Sirp radyosu yayina basladi. “Sirplari ancak
birlik kurtarir” sloganinin bas harfleri, dört “C” den olusan Sirp haçi, bayrak olarak göndere
çekildi.
18 Kasim Alija Izetbegovic, Bosna-Hersek Cumhurbaskanligi’na seçildi.
1991
Ocak Sirbistan’da ekonomik kriz dolayisiyla 700 bin tekstil ve metal isçisi grev yapti.
Mart Gizlice bulusan Tudjman ve Milosevic, Bosna-Hersek’in paylasim haritasini
çizdiler. Sirp denetimindeki Yugoslav televizyonu, Hirvat savunma bakaninin, Sirplari
katledeceklerine dair, sahte bir haber film yayinladi.
1 Nisan Krajina özerk bölgesinin “Anavatan Sirbistan” a baglandigi duyuruldu. 25 bin
Sirp, 6 bin Hirvat korkudan bölgeyi terk etti.
Mayis Hirvatistan’in Split kentinde 30 bin kisi, Makedonya’nin baskenti Üsküpte 15 bin
kisi, Sirp denetimindeki orduya karsi gösteri yaptilar.
Çetnikler, Hirvatistan Slavonya bölgesinde bir cephe açtilar. Silahli çatismalarda bir günde
35 kisi öldü. Bu bölgede II.Dünya Savasi’nda, Hirvat Ustasa örgütü, büyük bir Sirp katliami
gerçeklestirmisti.
Haziran BM bütün Yugoslavya’yi kapsayan bir silah ambargosu koydu.
27 Haziran Sirp- Sloven Savasi basladi. 10 gün sürdü. Savas sonunda 56 kisi öldü, 287
kisi yaralandi.
28 Haziran Avrupa Toplulugu (AT) Yugoslavya’ya yapilan yardimlari durdurma karari aldi.
3 Temmuz Krajina’da büyük bir çatisma basladi.
18 Temmuz Tudjman, Almanya basbakani Helmut Kohl’le özel görüsme yapti. Sirp
basininda bu görüsme, Ustasa sefi Pavelic’in, Hitler’le görüsmesine benzetildi.
28 Temmuz Zagreb’in güneyinde yogunlasan Sirp-Hirvat çatismalarinda 200’e yakin insan
öldü.
Agustos Hirvatistan’in yaklasik dörtte biri Sirp milislerin, Çetniklerin ve ordunun
denetimine girmis durumdaydi.
18 Agustos Sirplarin agir top ve hava bombardimani altinda Vukovar kenti harabeye
döndü.
17 Eylül Yugoslav Ordusu Hirvatistan’a karsi topyekün bir savasa girdi.
Makedonya, bagimsizligini ilan etti. Cumhurbaskani Kiro Gligorov oldu.
19 Eylül Izetbegovic, Hirvatistan’la Sirbistan arasindaki savasa girmemek için, Federal
Ordu’ya asker yollamama kararini aldi; silah ve asker sevkiyatini yasakladi.
8 Ekim Sirplar, Hirvatistan’in Adriyatik kiyisindaki, tarihi ve turistik kenti Dubrovnik’i agir
top atesine tuttular.
Hirvatistan ve Slovenya bagimsizliklarini ilan edip, federasyondan çiktilar.
15 Ekim Bosna-Hersek Parlamentosu bagimsizlik karari aldi. Sirp milletvekilleri, karari
boykot etti.
24 Ekim Bosna-Hersek Sirplari, Milli Parlamento’larini kurdular.
8 Kasim AT’nin Yugoslavya’ya dönük ekonomik ambargosu resmen yürürlüge girdi.
Ambargoyu BM de benimsedi.
23 Kasim BM temsilcisiCyrus Vance’in çagrisi üzerine Cenevre’de biraraya gelen
Milosevic ve Tudjman kosulsuz ateskes imzaladilar.
19 Aralik Sirplar, Hirvatistan’daki özerk bölgelerde, “Krajina Sirp Cumhuriyeti”ni ilan etti.
21 Aralik Bosna-Hersek Sirp Cumhuriyeti ilan edildi.
23 Aralik Almanya, Slovenya ve Hirvatistan’i tanidi.
1992
Bosna-Hersek’in kuzeybatisinda, Bihaç kentinin
bulundugu bölgede, 300 bin Müslüman kusatma altina
alindi. Sirbistan’da, on yil hapse varan agir ceza
tehditlerine ragmen, yüz bini askin er, baris
hareketlerinin çagrisina uyarak askerden kaçti.
Ocak Hirvatistan’da, Hirvat-Sirp Savasi duruldugunda 5 bin insan ölmüs, 13 bin 500 kisi kaybolmus, 18 bin insan yaralanmisti.
14 Ocak BM Koruma Gücü UNPROFOR’un ilk temas grubu Hirvatistan’in baskenti Zagreb’e geldi.
15 Ocak Slovenya ve Hirvatistan’in bagimsizligi AT ülkelerince resmen tanindi.
29 Subat Bosna-Hersek’te bagimsizlik için referendum yapildi. Katilanlarin %63.8’i
Bosna-Hersek’in bagimsizligi lehinde oy kullandi.
1 Mart Referandum ardindan Sirp milisler Saraybosna sokaklarinda barikatlar kurdu.
Müslüman ve Hirvat milisler de karsi-barikatlar kurdu. Bir Sirp nikahi bahane edilerek
Bascarsija Sirp bayraklariyla donatildi. Kilise çikisi bayrakli milliyetçi bir gösteriye
dönüsen nikah konvoyuna, iki müslümanla bir Hirvat saldirdi. Bir kisi öldü. Kentte
tirmanan gerginlik, baris hareketinin çabasiyla yatistirildi.
3 Mart Bosna-Hersek bagimsizligini ilan etti. Savas basladi.
100 bin kisilik büyük bir kalabalik gün boyu parlamento binasi önünde toplandi, baris için
konusmalar yapildi, sarkilar söylendi.
9 Mart Sirbistan’da, iç savasa yol açtigi gerekçesiyle Milosevic karsiti gösteriler
düzenlendi.
27 Mart Pale’deki “Bosna-Hersek Sirp Parlamentosu”, Karadzic liderliginde, özerk Sirp
bölgelerinden olusan “Yeni Yugoslavya”ya baglanma karari aldi. Mart sonunda Sirp
milisler, müslüman kentlere saldiri baslatti. Bijeljina ele geçirildi. Burasi Bosna-Hersek iç
savasindaki ilk büyük katliama sahne oldu. 5 bine yakin insan öldürüldü.
Nisan 15 bin kisilik BM Baris Gücü askerleri, Hirvatistan’da Sirp isgali altindaki dört
bölgeye yerlestirildi. Hirvat ve Sirp milisleri arasindaki çatismalar, Baris Gücü askerlerinin
gözleri önünde sürdü.
Bosna-Hersek’te, 30 bin nüfuslu Gorajde kentine 40 bin mülteci yerlestirildi. Elektrik ve su
kesikti, gida stoklari hizla tükendi. Kentin tek baglantisi amatör radyoculardi.
1 Nisan Sirp Milisler Bijeljina kentinde “etnik arindirma” yaptiklarini açikladilar.
5 Nisan Baris için gösteri yapan Saraybosnalilar Vrbanya Köprüsü’nden geçerken,
Dubrovnikli tip ögrencisi Suada Dilberoviç adli bir genç kiz, Sirp milislerince öldürüldü. Bu,
Saraybosna’yi esir alacak kusatmanin simgesel ilk kursunu oldu. Parlamento binasi
önünde toplanan halkin üzerine ates açildi.14 kisi öldü, yüzden fazla kisi
yaralandi. Saraybosna’da iç savas basladi!
Dilberoviç’in üzerinde vuruldugu köprüye, savasin birinci yildönümünden sonra “Suada
Köprüsü” adi verildi.
6 Nisan ABD ve Avrupa Birligi, Bosna -Hersek devletini tanidi.
9 Nisan Bosna-Hersek Cumhurbaskani Izetbegoviç BM, AB, ve AGIK’ten yardim istedi.
13 Nisan Bosna-Hersek’teilk ateskes antlasmasi imzalandi, ayni günSirplar tarafindan
bozuldu.
20 Nisan Federal Ordu, Mostar’i, top atesine tuttu.
28 Nisan Bosna-Hersek’teki üç toplumun liderleri, Lizbon’da toplandi.
2 Mayis Bosna-Hersek’teki Sirp saldirilarinin siddetlenmesi üzerine Izetbegoviç
Lizbon’daki toplantiyi terk etti. Konferans dagildi.
3 Mayis Izetbegovic Saraybosna havaalaninda Yugoslav Ulusal Ordusu tarafindan rehin
alindi. AB ve UNPROFOR’un arabuluculuguyla serbest birakildi.
5 Mayis Sirplarin denetimindeki Saraybosna havaalaninin açilmasi, ölü, yarali ve esir
degisimi için bir ateskes imzalandi.
6 Mayis Karadzic ve Boban, Sirp-Hirvat ateskesini imzaladilar.
20 Mayis Federal Ordu, Bosna Hersek’ten bütün birliklerini çektigini açiklayarak; tüm
sorumlulugu reddetti.
22 Mayis Slovenya, Hirvatistan ve Bosna-Hersek, BM üyeligine kabul edildi.
27 Mayis Saraybosna’da, Çetniklerin açtigi ates sonucu, ekmek kuyrugunda bekleyen 16
kisi öldü, 140 kisi yaralandi.
Haziran 30 bin nüfuslu Visegrad’da, genç erkek nüfusun tamami kursuna dizildi, Drina
Köprüsü’nden nehre atildi. Drina Nehri’nde, Foca ve Visegrad’da öldürülen insanlarin
cesetleri yüzdü.
Hava köprüsüyle Saraybosna’ya gelen gida yardiminin yarisina, Sirp milisleri, “ayakbasti”
payi olarak el koyuyordu. Geri kalanin yaklasik %20’si karaborsaya gidiyordu.
Bosna-Hersek ve Hirvatistan yönetimleri arasinda askeri isbirligi anlasmasi yapildi ve
Hirvat ordusu Mostar’i, Sirp denetiminden kurtardi.
8 Haziran BM Güvenlik Konseyi, asker sayisini100’den 1100’e çikardi. Sonraki aylarda
bu sayi 7-8 bine çikti. Saraybosna’daki Baris Gücü’nün görevi, barisi saglamak degil,
sadece insani yardimi güvence altinda tutmakti.
11 Haziran Sirp denetimindeki ordu Saraybosna’yi kusatti. Çetnik milisleri, yüksek
binalardan insan avini hizlandirdi.
20 Haziran Izetbegovic, ülkede savas hali ve seferberlik ilan etti.
28 Haziran Bosna’daki savasin durdurulmasi talebiyle Belgrad’da 100 bine yakin insan
toplandi. Bu, Baris Hareketi’nin son kitlesel eylemi oldu.
30 Haziran UNPROFOR, Saraybosna havaalaninin denetimini Sirplardan devraldi. Kente
üç aydan beri ilk kez, hava yolu ile insani yardim ulasti.
Agustos Gorajde Belediye Baskani Haco Efendiç radyodan “Dünya müdahale etmezse
kentimiz mezarliga dönüsecek” diye seslendi.
Sirplarin, 94’ü Bosna-Hersek’te, 11’i Sirbistan-Karadag’da olmak üzere, toplam 105
toplama kampi kurdugu açiklandi. Bu kamplarda çogunlukla müslüman, 120 bin esir
bulunuyordu, 12 bin esir ise öldürülmüstü.
10-12 Agustos Birlesmis Milletler Insan Haklari Komisyonu, ilk kez Bosna-Hersek için
olaganüstü olarak toplandi.Yaz sonunda, Bosna’da yasayan insanlarin yaklasik yarisi (2
milyona yakin) göçe zorlanmisti.
8 Ekim UNICEF, Bosna-Hersek’te insani yardimlarin kis gelmeden ulastirilabilmesi için,
savasan taraflarin da onayiyla Kasim ayinin ilk haftasini “Sükunet Haftasi” ilan etti.
28 Kasim BM Mülteciler Yüksek Komiserligi Bosna-Hersek’te mülteci basvuru sayisinin
700 bini astigini, artik yerlestirilebilecekleri ülke bulunmadigini açikladi.
31 Aralik Boutros-Gali, Saraybosna’da yaptigi yeni yil baris çagrisinda “Dünyada en az
on yerin Saraybosna’dan daha kötü durumda oldugunu” söyleyerek büyük tepkilere yol
açti..
Sirp ve Hirvatlarin askeri donanimlari yüzleri asarken; Bosnaklarin, tank ve top sayisinin
iki haneli rakamlari buldugu kuskuluydu.
1993 Savasin en sert yili. Saraybosna’da bes bini askin el yazmasi eseri ve
16.-19. yüzyillara ait binlerce belgeyi barindiran “Sarkiyat Enstitüsü Kütüphanesi”; “Gazi
Hüsrev Beg Kütüphanesi”; içinde 3 milyon kitap olan “Saraybosna Üniversitesi
Kütüphanesi” yerle bir oldu. Haftalarca süren yanginda 1 milyon kitap yandi. Bosna
Hersek’te 620 cami, 350 kadar Katolik Kilisesi yikildi.
1993 Ocak’ina dek 8 bini askin insan öldü, 14 bini agir olmak üzere 50 binden fazlasi
yaralandi. Açlik ve soguk nedeniyle, yaklasik 450’si çocuk 800 kadar insan öldü. 50
binden fazla ev oturulamaz hale geldi.
Insanlar 1992 ve 1993 kisini, parklardan ve mezarliklardan kestikleri agaçlari yakarak
geçirdiler. Saraybosna’nin 526 bin olan nüfusu göçenler ve ölenlerle yaklasik 380 bine
düstü
Ocak Ana hatlari çizilen Vance-Owen Baris Planina
göre, Bosna Hersek’teki on eyalet; üçü Sirp, üçü
Hirvat, üçü Müslüman olmak üzere tek bir devlete
dönüsecekti. Saraybosna üç toplumlu bir statüye
geçecekti. Plana, Bosna-Sirp tarafi karsi çikti. Çikmaza
giren görüsmeler, Washington’a tasindi.
9 Ocak Bosna-Hersek Basbakan Yardimcisi Hakkija Turajlic, bindigi BM Baris Gücü
aracinda Sirp milislerce, Fransiz komutanin yanibasinda öldürüldü. Bu cinayet, Baris
Gücü’nün islevsizligine iliskin vahim bir göstergeydi.
Subat Zagreb’de, Bosna-Hersek’teki kitlesel
tecavüzlerin tartisildigi “Uluslararasi Kadin Kongresi”
toplandi.
Saraybosna’da uluslararasi kültür-müzik festivali yapildi. Savasin ortasinda gerçeklesen,
afisinde yikintilar arasindaki kütüphanenin ve bir çellistin yer aldigi festival, direnisin
simgesi oldu.
11 Subat ABD, Sirplarin etnik temizlik uygulamasini ele alacak bir savas suçlulari
mahkemesinin kurulacaginin açikladi. Bu simdiye dek yapilan en sert açiklamaydi.
Mart Bosna-Hersek Hükümeti, 13 bin Müslüman kadinin tecavüze ugradigini belgeledi.
Hamileligi ilerleyen kadinlar serbest birakiliyor, böylece dogurmak zorunda kaliyorlardi.
Papa, “Tecavüze ugrayan kadinlarin kürtaja basvurmamalarini, çocuklarini dogurmalarini”
istedi.
1 Mart ABD, Müslümanlarin kusatma altinda bulundugu bölgelere havadan gida yardimi
atma operasyonu düzenledi.
Saraybosna’da“Savas Tüneli” kazisi basladi.
Nisan Milosevic, Vance-Owen planini imzalamasi için Karadzic’i zorlamaya basladi. Plan
haritasinda, Müslüman yönetimine birakilacak birçok kantonda, Müslüman nüfus
kalmamisti. Müslümanlar, Bihaç disinda, Saraybosna, Tuzla, Travnik üçgenine
sikismislardi.
16 Nisan Sirp milisler Srebrenica’yi top atesine tuttu, ilk çatismada 50 kisi öldü. Savastan
önce 30 bin kisinin yasadigi bu küçük kente siginan 70 bin müslüman, bombardiman
altinda, kenti tahliyeye zorlandi. Srebrenica’nin düsmesi, Müslümanlarin dogu Bosna’da
yeniden tutunma umudunu söndürdü. Su tesisati bulunmayan küçük dag kasabasi
Zepa’ya sikisan 8 bini çocuk 40 bin insan ölüm kalim mücadelesi vermeye basladi.
20 Nisan Bosna-Hersek’in orta ve dogu bölgelerinde Hirvat-Bosnak çatismalari basladi.
26 Nisan Sirplar Bihac’a saldirdi.
30 Nisan ABD Baskani Clinton, Bosna-Hersek sorununa barisçi bir çözüm bulunamadigi
taktirde, askeri bir müdahale olasiligi üzerinde düsündügünü açikladi.
Mayis Hirvat güçleri, ay boyunca hergün yaklasik 100 Müslümani Mostar’dan sürdü.
1 Mayis Atina yakinlarinda, baskanlar, komutanlar ABD ile Rusya temsilcilerinin
katilimiyla bir zirve toplantisi düzenlendi. Bu toplantida, Karadzic’i Baris Antlasmasini
imzalamaya ikna edildi.
5 Mayis Bosna Sirp Cumhuriyeti Parlamentosu, Karadzic’in imzaladigi Atina-Vance
Owen Baris Anlasmasi’nin referanduma sunulmasina karar verildi. Buna batili diplomatik
odaklarin yaninda, Milosevic de büyük tepki gösterdi.
6 Mayis Banja-Luka’da, milisler, tarihi degeri büyük Ferhat Pasa ve Arnavudiye
Camiilerini törenle yikarak, bölgedeki camiileri yikma kampanyasini baslattilar.
15-16 Mayis Atina Baris Antlasmasi için yapilan referandumda, Bosnali Sirplar %96
oraninda red oyu verdiler. Karadzic, savasin sürecegini duyurdu.
22 Mayis Yaklasik bir yildir kusatma altinda bulunan Gorajde ve Saraybosna’da,
yasanmis en agir bombardiman gerçeklesti.
24 Mayis Izetbegovic, halkini Bosna-Hersek’in bagimsizligini savunmaya çagirdi.
Travnik’te olusan 2-3 bin mevcutlu “17. Tugay”, Müslüman intikamciliginin simgesi oldu.
17. Tugay, Bosna’nin baska bölgelerinden sürülen ve Sirp toplama kamplarinin dehsetini
yasayan mültecilerden olusmustu.
Haziran Bosnali Hirvatlarla, müslümanlar arasinda Mostar’da ve etnik çesitlilige sahip
kentlerde, savas içinde savas basladi.
Travnik çevresinden kaçanlarin sayisi 50 bine ulasti. Hirvat milisler, göçmen otobüslerini
ve kafilelerini taradilar.Sirp güçleri Saraybosna’nin disariyla baglantisini tamamen kestiler
ve Müslümanlara, Hirvatlarla birlikte saldirdilar. Yaklasik 400 bin Müslüman çesitli
bölgelerde muhasara altinda kaldi.
1 Haziran Sirplar Gorajde kentinde futbol maçini bombaladi; 15 kisi öldü, 40 kisi
yaralandi. Saraybosna Dobrinja’da oynanan futbol maçi da bombalandi; 4’ü çocuk 11 kisi
öldü, yüzden fazla kisi yaralandi. Dobrinja en çok bombalanan yer oldu. Müslümanlarin
toplandigi, eglendigi hemen her yer bombalandi ve tüm bayramlari bombardimanla geçti.
7 Haziran Müslüman askeri güçler, Travnik çevresindeki bin milis ve üç bin sivil Hirvat’i
sürerek, bir etnik arindirma harekati gerçeklestirdiler. Bundan rahatsiz olan
Izetbegovic, General Haliloviç’i degistirdi. Yeni general Rasim Deliç’in ilan ettigi ateskes
baglayici olmadi.
15 Haziran Tuzla’ya yardim götüren bir konvoya Hirvat milislerce el konarak 8 söför
öldürüldü.
16 Haziran Cenevre’de, Vance-Owen Plani kagit üzerinde de geçerliligini yitirdi.
Temmuz Tudjman ile Milosevic çatismalara tamamen son vermek konusunda anlastilar.
Bosna Ordusu, Travnik’e tamamen hakim oldu. 100 bine yakin Hirvat bu bölgeden göçe
zorlandi. Mostar’in %40’lik kesimini ele geçirdiler. Ardindan Hirvat güçleri Mostar’i kusatti.
Burada sikisan 55 bin Müslüman açlik tehlikesiyle karsi karsiya kaldi.
12 Temmuz UNPROFOR çerçevesinde Makedonya’da görev yapacak Amerikan askerleri
Üsküp’e ulasti. 502 kisilik bu birlik ABD’nin gönderdigi ilk baris gücü askerleriydi.
27 Temmuz Sirp güçlerinin daglardan çekilme sözü üzerine, Cenevre görüsmeleri
basladi. Anlasma taslagina göre, Birlik’i olusturacak üç etnik cumhuriyetin askeri güçleri
olmayacak; mevcutlar BM ve AT gözetiminde dagitilacak; bütün cumhuriyetlerde çifte
vatandaslik hakki taninacakti. Cumhurbaskanligi görevi, dönüsümlü olarak üç
cumhuriyetin devlet baskanlarinca yürütülecekti.
30 Temmuz Saraybosna’da, Igman Dagi ve Dobrinja mahallesinde kazilari süren “Savas
Tüneli”, havaalaninin altinda birlesti.
1 Agustos Cenevre Plani harita görüsmeleri baslatildi. Izetbegovic 2 milyondan fazla
Bosnak için, en az %35 toprak verilmesini saglamaya çalisti. Taslak, Bosna-Hersek
topraklarinin %52’si Sirp, %31’i Müslüman, %17’si Hirvat Cumhuriyeti’nde kalacak sekilde
olustu. Saraybosna’nin iki yilligina BM denetimine girmesi üzerine anlasildi.
4 Agustos Sirp birlikleri Saraybosna’yi yeniden yogun bombardimana tuttular. Bosna
Hersek hükümeti geçici olarak Zenice’ye tasindi. Agustos ayi ortalarinda Sirp güçleri
Igman ve Bjelesnica tepelerinden çekildiler.
28 Agustos Mostar ve Gorajde’deki Müslüman gettolara yönelik
saldirilar yogunlasinca, Cenevre Plani akamete ugradi.
30 Agustos Savas sirasinda da basimi sürdürülen, Saraybosna’da çikan, direnisin
simgesi “Oslobodenje”(Özgürlük) gazetesinin, 50. kurulus yildönümünde, kagit ve yakiti
tükenmisti.
Eylül Hirvatlar ve Sirplar arasinda yeniden çatismalar basladi. Krajina’li Sirp güçler,
Zagreb’e füzeyle saldirdi.
Saraybosna’ya dayanisma için gelen ünlü Amerikali yazar Susan Sontag, Beckett’in
“Godot’yu Beklerken” oyununu sahneledi.
15 Eylül Tudjman ve Izetbegovic bir ateskes anlasmasi imzaladilar.
Ekim Tuzla’da, bir direnis örnegi olarak yerel olimpiyatlar yapildi.
26 Ekim Bir BM konvoyu sürücüsünün öldürülmesi üzerine yardim sevkiyati durdu.
Kasim Müslüman ve Sirp taraflari arasinda ilk kez kapsamli bir esir degisimi anlasmasi
yapildi. Ayni hafta Sirplar, Saraybosna’ya çok agir bir saldiri baslatti.
9 Kasim Bosnali Hirvat milislerin açtigi top atesi sonucunda 500 yillik tarihi Mostar
köprüsü yikildi.
Ah güzel Saraybosna!
Dünyada pek çok kent adina siirler yazilmistir. Bir bireymis gibi muhatap alinip, sevdalanilmistir. Yüksek daglari, ormanlari, savasta kizil akan nehri, tarihin dönüm noktalarini yansitan yüzyillik binalariyla, pitoresk kent Saraybosna da bunlardan biri. Digerlerinden en çarpici farki, kendi insaniyla tek bir
birey gibi bütünlesmesi. Aydinlik bakisli, sicak, neseli, yasam sevinci yayan yakisikli erkekleri ve güzel kadinlariyla Saraybosnalilar, kentin en parlak, en can alici rengi.
Kentin ortasinda döne döne akan; Avusturya-Macaristan Imparatorlugu’ndan, Osmanli’ya, her dönemi yansitan, neredeyse ardarda duran köprüleriyle Miljaçka nehri. Nehrin kenarina dizilmis kahveler, lokantalar. Pencerelerinden çiçekler sarkan, cepheleri hala kursun, havan topu izleriyle delik desik evleri;
savasta yasamak için kesilen agaçlarin yeniden güçlü sürgünler verdigi, dört bir yani mezarlik olmus parklariyla, resim gibi bir kent Saraybosna! Dogu’nun kapisi, Bati’nin penceresi. “Küçük Kudüs”. Camileri, kiliseleri yanyana dizilmis, araya serpistirilmis Sinagoglarla, üç dini, üç kültürün olagan bir parçasi
haline getirmis; kilise avlularinda festivaller düzenlenen, cami önlerinde bakir sazlarla konserler verilebilen; savas sirasinda bile pencerelerine çiçekler koymayi, baris yürüyüsleri yapmayi, festivaller düzenlemeyi, kahvelerde bulusmayi, parklarda satranç oynamayi sürdürebilen halkiyla; bayramlarda okula
baklava, paskalya yumurtasi götüren çocuklariyla Sarajevo!
Sevdalinka sarkilarinin, destanlarin kenti.
Osmanli mimarisi küçük dükkanlarin yanyana dizildigi uzun dar caddesi, kilise meydaniyla sonlanip, Maresal Tito Bulvari’na açilan, kentin kalbi Basçarsija.
Yeme-içmeyi büyük bir yasam zevki haline getirmis Saraybosnalilara, ‘burek”, “cevapcici”, “rakija”, dondurma, pasta yetistirmeye çalisan dükkanlariyla, savasta harabeye dönen Basçarsija.
Turuncu ve yesil tramvaylarindan savasta barikatlar yapilmis; caddelerde öldürülen masum insanlarin kanlarini bir çiçek gibi resmeden kirmizi taslar, “Sarajevo gülü” adiyla kaldirimlara dösenmis; 1984 Kis Olimpiyatlarinin yapildigi Olimpik Stadyumu dev bir mezarliga dönüsmüs; genis bulvarlari, yüksek
binalardan insanlari kursunlayan katillerle “Çetnik Vadisi” adini almis; gökyüzüne kapkara bir enkaz olarak uzanan yanmis Parlamento binasi, 1 milyonu yanan 3.5 milyon kitap barindirmis kütüphanesi, 23 fakültesi olan üniversitesi, Güzel Sanatlar Akademisi, görkemli tiyatro binasi, piyasa yerleri,
meydanlariyla Saraybosna.
Tek kisilik cezvelerle, içinde lokumlu fincanlarla servis yapilan Türk kahvesiyle; yanindaki bardaga, her kösede akan sebillerden su doldurup servis yapan, her yabanci dile Bosnakça yanit verip anlasan garsonlariyla; insana yabancilik hissettirmeyen, hatta aliskanlik yapabilen bir kent.
Savasla cehenneme dönen güzel Sarajevo.
Nesrin Kazankaya
Savasi Anlatmak...
Isik hizinin ne oldugunu biliyorum, Ama karanligin hizi hakkinda henüz bir sey ögrenemedik.
Zenica’dan Dina, 12 yasinda
Asagidaki alintilar, savasi yasamis üç kisinin ani kitaplarindan seçilmistir.
“Bosnalilar” kitabinin yazari Velibor Colic, Bosna –Hersek’in, Ocak kentinde 1964 yilinda dogmus ve 1993 yilinda Fransa’ya iltica etmistir. Kendi ülkesinde yasaklanan kitabi, 1994 yilinda Fransa’da basilmis ve yillarca Bosna-Hersek’te el altindan dagitilip okunmustur.
BOSNALILAR Insanlar, Kentler, Dikenli Teller
Müslümanlar
Ibro Çingene Ibro, eskicilik yapardi. Bozuk el arabasiyla, Modrica’da o ünlü bagirisini kaç kusak duymustu: “Her türlü nakliyat yapilir. Diriler de ölüler de tasinir!” Sagir-dilsiz karisi ve onbes yasindaki geri zekali oglu ile garip bir kulübede otururdu. 17 Mayis günü Sirp ordusu
Modrica’ya girdiginde, Ibro müslüman oldugu halde kaçmaya kalkismadi. Ona hiç acimadilar. Sirp askerleri, “Türkler zamaninda” oldugu gibi, onun, karisinin ve oglunun bogazini kestiler. Avludaki masanin üzerinde bir sise rakija ve taze kahve vardi. Geldikleri takdirde askerleri
karsilamak için.
Modrica, Bosna-Hersek, Haziran 1993
Kimligi Belirsiz Modrica’da Sirp mahallesinin ender müslüman evlerinden birinin önünde, bir beton makinesinin içinde, dokuz yasinda bir kiz çocugunun çiplak ve ezilmis vücudu bulundu. Modrica’da elektrik yoktu. Beton makinesini elle çevirmek gerekirdi.
Sirplarin tutsagiydi. Onu ölümle tehdit ederek, tek bir is vermislerdi: Soydaslarini dövecekti! Iyice dövmeyecek olursa, Çetnikler onu dövüp, yaralarina tuz basiyorlardi. O sabah Beko, onyedi yasinda bir genci dövecekti. Dövemedi. Delikanliyi korkudan ölecekmis gibi görünce, iki
koca yumrugu cansizmiscasina, iki yanina düstü. Ayni gün Sirplar, bilenmis bir hançerle Beko’nun girtlagini kestiler.
Modrica, Bosna-Hersek, Mayis 1992
Sirplar
Milyana, Tankli Kadin Federal orduya ait öldürücü makine T-84, küçük Bosnak kentinde dönenip duruyor ve Müslümanlarla Hirvatlarin evlerini yikiyordu. Tank kapaginda tuhaf bir görüntü belirmisti. Milyana, kizgin çeligin üstünde oturuyor; bagirarak konusuyor ve eliyle
komsularinin, arkadaslarinin evlerini gösteriyordu. Her eve bir top! Kanli gözlerinin önünde tüm bir kent; dürüstlük ve cesaretle yogrulmus tüm bir yasam yok olmaktaydi. Tankli kadin Milyana’nin yüzü, anlatilmasi zor, cehennemin dokuz kat dibinden gelen kötü bir gülümsemeyle
aydinlanmisti.
Modrica, Bosna-Hersek, Mayis 1992
Meçhul Asker Bosanskan Posniva’daki Hirvat köylerinin siddetle bombalanmasi sirasinda, patlamamis bir bomba bulundu. Bombanin üzerine birileri, acemi bir kiril yazisiyla ve aceleyle sunlari yazmisti: “Bütün Sirplar ayni degildir.”
Pecnik, Bosna-Hersek, Temmuz 1992
Simo Ölüm Simo Cayic’i, tüm Bosna alevler içindeyken, gözleri açik yakaladi. Federal Ordu subaylarindan birinin “Sadik bir Sirp misin?” sorusuna, Simo söyle yanit vermisti: “Sirbim kuskusuz, ama Bosna da benim vatanim.” Baska da bir suçu yoktu.
Modrica, Bosna-Hersek, Agustos 1992
Sava Lukic Demokratik Sirp Partisi militani ve Sirp-Hirvatça ögretmeni Saka Lukic, tatli bir nisan aksami, sarhos bir halde komsularinin kapisini çaldi ve “Pazar sabahindan itibaren, kollariniza beyaz serit takin” dedi. Bu “beyaz serit”, bir baska tür “Yahudilestirme” simgesiydi. Sirp olmayan herkes “kurtulmus” kentte, bunu takmak zorundaydi. “Mukaddes Halk”tan olmayanlara, sabahlari dokuzdan onbire, serbestçe dolasma hakki veriyordu. Ancak yiyecek edinme ya da saglik yardimi görme güvencesi vermiyordu. Bu seritle, Sirp askeri olarak cepheye gidebilirlerdi. Yalnizca “namuslu” Müslümanlar, Çingeneler ve Hirvatlar bu seridi takma “ayricaligina” sahiptiler. Ötekiler ya öldüler, ya göçtüler ya da cephedeler.
Modrica, Bosna-Hersek, Nisan 1992
Bir Sirp Esiri Sirp esirlerinin elleri önlerine alinarak dikenli tellere baglanirdi. Anlatacagim olay “kaçma” nedenlerinden biridir. Federal ordu üniformali, elleri dikenli tellere bagli, ufak tefek bir adamin önünden geçiyordum. Yalvaran bir sesle seslendi ve ceketinin sol üst cebini açmami istedi. Söyledigini yaptim ve iki çocuk resmi çikarttim. Bir oglan ve küçük bir kiz çocugunun resimleriydi. Kanli parmaklarinin arasina resimleri sikistirip, kaçtim. Resimlerin arkasinda söyle yazilmisti: “Baba, geri gel.”
Garevac, Bosna-Hersek, Haziran 1992
Hirvatlar
Mate Hirvat Mate, bir Sirp casusuydu. “Hainler” takas edilmedigi için, onu öldürmeden önce, neden yaptigini sordular. Yabani bir sesle, anlamsiz bir sey sormuslar gibi öfkeyle cevap verdi: “Sirpla evli bir kizim var. Kocasi Bogdan, Federal orduda tegmen...”
Donji Kladari, Bosna-Hersek, Mayis 1992
Boban Boban diye çagrilan, Hirvat vatansever ve “Ustasa” Ivan, Katolik dualarini, Sirp esirlere ögretmekle ün salmisti. Din derslerini tuhaf bir bitiris tarzi vardi. Açik duran dua kitabinin arkasinda ayakta durur ve Ortodoks esirlerin agzina bir kursun sikardi.
Garevac, Bosna-Hersek, Mayis 1992
Greba Üç binden fazla Müslüman ve Hirvatin sigindigi, Hirvatistan’daki Slavonski Brod stadyumunda, arkadasim Greba:”Üç bozgun kokar” dedi. “Açlik, susuzluk ve utanç.” Amerikan yardimi dagitan Kizil Haç kamyonunun önünde, bitip tükenmis ama gene de sira kapmak için
birbirini yiyen insanlar arasinda beklerken, devam etti: “Bize yiyecek ve içecek verecekler ama utanç, onurumuz tükendikten sonra da sürecek.” Bu sözleri duyunca kuyruktan çiktim. Uzun süre yakici günes altinda durdum. Yüzümden aci ve tuzlu bir sey akiyordu. Ter oldugunu
umarak teselli buldum.
Slavonski Brod kampi, Hirvatistan, Temmuz 1992
Dule Hirvat Dule, iyi çalismayan bir Rus bazukasiyla ates ediyordu. Bomba on metre ilerisine düstü ve gögsünü, cigerini parçaladi. Onu alelacele gömdük ve mezarina ayirt edici bir isaret koyamadik. Sonra savasa devam etmek için siperlere döndük.
Donji Kladari, Bosna-Hersek, Mayis 1992
Pero Donji Kladari kasabasinda, Hirvatlar ve Sirplar teke tek dövüstüler. Küçük bir fundalikta, Hirvat Pero tanimadigi bir askere rastladi. Ayni üniformayi tasiyorlar, ayni dili konusuyorlardi. Bir agacin altinda ayni sigari tüttürdüler. Sonunda yabanci: “Baksana arkadas” dedi, “Bu sigarayi birlikte tüttürüyoruz ama henüz tanismadik. Adim Boro, Cekvina’da Sirp ...” Cevap olarak Pero, otomatik silahini bosaltti.
Donji Kladari, Bosna-Hersek, Mayis 1992
Kentler
Ocak Bosna-Hersek’te Hirvat çogunlugun yasadigi Ocak kenti, Sirplar tarafindan önce yerle bir edilmis, sonra “kurtarilmisti”. Ertesi gün kiril alfabesiyle yeni isaret levhalari konuldu. Bu yüzyillik kent, 1389’da, Kosova savasinda Türklere yenilen Sirp Çari Lazar’a atfen, yeniden
vaftiz edildi. Levhadaki kent adi söyleydi: Lazarevo.
Yayçe Tito’nun Yugoslavya’sinin 29 Kasim 1943’de Ulusal Kurtulus Komitesi tarafindan kurulan kenti Yayçe, 1992’de, bir baska sonbahar günü, tamamiyle yok edildi.
Mostar Mostarli alti genç, Neretva nehri üzerindeki, kentin simgesi köprüyü savunurken öldüler. Ertesi gün Mostarlilar, her yil yaptiklari, geleneksel “köprüden atlama yarismasi”ni gene düzenlediler. Ardindan köprüyü korumak için üstünü tahta kepenklerle örttüler.
Bijelnija Bir zamanlar Bosna-Hersek’in en bereketli kenti olan, Sirp sinirindaki Bijelnija, Nisan 1992’de, Atlantis gibi yeryüzünden tamamiyle yok oldu. Kimse ne oldugunu tam ögrenemedi. Komsu kent Brçko’ya bakarak, oluk gibi kan aktigini tahmin ettiler.
Zvornik Zvornikli müslüman mülteci Ibrahim, Zagreb’de bir meyhanede, sakin, dua eder gibi anlatiyordu: “Ölüm sabahin besinde geldi. Tanklarla! Bayramin ilk günüydü. Bütün mahalle pasta ve kiraz kokuyordu. Erkekleri dövdükten sonra, içlerinden korkunç sesler gelen kamyonlara atiyorlardi. Kamyonlarin
içinde uzun kiliçli cellatlar vardi. Beni üç ay kaldigim kampa götürdüler. Mucize, saliverdiler.” Kolundaki siyah kurdeleyi sordum. “Bu siyah kurdele en küçük kizkardesim için” dedi.
Gorajde Gorajde kenti 1992 Mayis ortalarindan beri kusatma altinda. Amatör radyocularin bildirdigine göre, yikilacak ne varsa yikmislar. Açlik ve ölüm kol geziyor. Gorajde’de eski olan, degeri olan ne varsa yok ettiler. Sadece mezarliklar yeni. Nice “ölü kent” gibi, yasayanlar sevdiklerini alisilmadik yerlere
gömüyorlar. Parklara, kendi bahçelerine... Törene gözyasina vakit yok. Önceden bir iki çukur kaziliyor. Gelecek ölüler için.
Visegrad Savastan bir süre önce, Visegrad’da Ivo Andriç’in heykelini yiktilar. Müslümanlar Sirplari, Sirplar Müslümanlari suçladi. Türk Bosna’yi anlatan, “Drina Köprüsü” gibi büyük eserleri yazan; Nobel ödülü kazanan tek Yugoslav yazar, Sirpça yaziyor ve Belgrad’da yasiyordu.
Bu her iki taraf milliyetçileri tarafindan heykelin yikilmasi için yeterli nedendi. Heykelin tozu yerden kalkmamisti ki, kanli savas basladi. Sirplar “Bosna Islam Cumhuriyeti” ile savasmak için silaha sarildilar. Müslümanlar kendilerini savunmak için silaha sarildilar. Çetin ve
ölümcül bir savas basladi. Andriç’in yapitlarinda anlattigi Visegrad yikilip gitti. Tamamiyle. Müslümanlar Sirplari suçluyorlar. Sirplar da Müslümanlari...
DOBRINJA’DAN ÖYKÜLER
1956 Foca dogumlu, yazar, sair, gazeteci Hadzem Hayderevic, Saraybosna Üniversitesi Felsefe Fakültesi mezunudur. Halen Saraybosna’da, savasta en büyük yikimin yasandigi Dobrinja’da yasamaktadir.
Kiraz Agaci
Dobrinja’da Çetnik uçaksavarlarinin durdugu yolun karsisinda bir kiraz agaci vardi. Savasin içinde meyve verdi; kirazlarla dolu dallari yerlere kadar sarkti. Daha önceleri o agacin hiç bu denli çok meyve verdigini görmemistik. Geceleri nöbetteyken hep kiraz agacina bakiyorduk. Kirazdan, özgürlükten söz eder gibi
konusuyorduk. Her yolu denedik; gece gizlice gitmek, sürünerek yaklasmak... Ama hiç bir zaman kirazlara ulasamadik. O zamanlar kiraza duydugum istegi hala duyumsuyorum.
Kandil
Saraybosna karanliga gömülmüstü. Insanlar yoksunluk içinde aydinlanma yöntemleri gelistiriyorlardi. Yanmis çiçek yaglari taslara koyuluyor, içine fitil yerine ayakkabi bagciklari yerlestiriliyordu. Yanarken keskin bir kokusu vardi. Hele bir yere dökülünce, yanmis yag kokusu günlerce çikmiyordu. Bir süre sonra
Dobrinja’da hiç ayakkabi bagcigi kalmamisti.
ZLATA’NIN GÜNLÜGÜ
Zlata Filipovic 1980 Saraybosna dogumludur. Sirp ve Hirvat kökenli, Saraybosnali müslüman bir anne babanin tek çocugudur. Annesi kimyager, babasi avukattir. Onbir yasinda günlük tutmaya baslamis; savasla birlikte günlük, belgesel niteligi kazanmistir. Anna Frank’i model alan Zlata’nin günlügü, Fransa’da
basilinca, Zlata ve ailesi Aralik 1993 Bosna’dan çikabilmis ve Saraybosna vahsetini anlatmak için uluslararasi aktivitelere katilmislardir.
“Buradan uzaklasmak için kanatlara ihtiyacim var.
Bu da imkansiz, çünkü insanlar kus degil.Insallah her sey bir gün geçecek, ben de bir gün çocuk olacagim gene.”Zlata Filipovic
19 Ekim, 1991 Dün feci bir gündü. Okuldan dönünce annemi aglar, babami da üniforma giymis olarak buldum. Babam asker yedegine çagrildigini söyleyince, sarildim, agliyordum; gitmemesi için yalvarmaya basladim.Babam gitti. Annemle yalniz kaldik. Annem agladi, babamin iki gün sonra dönecegini söyledi.
22 Ekim, 1991 Babam dogum gününde eve döndü. Yarin gene gidecek. Karadag’dan bazi yedekler Hersek’e girmis. Niye acaba? Sebep nedir? Slovenya ve Hirvatistan’dan sonra, savas rüzgarlari Bosna-Hersek’e dogru mu esecek? Olamaz, mümkün degil.
23 Ekim, 1991 Dubrovnik’te gerçek bir savas sürmekte. Kent, çok fena top atisina tutulmus bulunuyor. Insanlar siginaklarda, ne sulari var, ne de elektrikleri;telefonlari da çalismiyor. Televizyonda korkunç görüntüler gösteriliyor. Bu güzel kentin yok edilmesi mümkün olabilir mi? Özellikle annemle babam bu kasabayi çok severler. Birlikte yasama “evet” derken kullandiklari kus tüyü kalemi, oradaki mahalle papazindan almislar. Annemle babamin Dubrovnik’te oturan en iyi dostlari Srdyan’i merak ediyoruz. Dubrovnik’in dünya ile irtibati kesilmis durumda.
30 Ekim, 1991 Bugün piyano ögretmenimden iyi haberler aldim. Halka açik bir resitalde çalacakmisim!!! Kabalevzki’den “Bir Slovak Sarkisindan Alti Çesitleme”yi çalacagim. Günler kisalmaya, havalar sogumaya basladi. Yasasin! Jahorina, kayak, kizaklar, teleferik, zor sabrediyorum!!! Simdiden tüm sezon için kayak biletleri aldik bile.
14 Kasim, 1991 Babam artik yedeklere katilmiyor. Yasasin!!! Bundan sonra Jahorina’ya hafta sonlari gidebilecegiz. Ama benzin bulmak bir sorun. Babam saatlerce benzin kuyruklarinda bekliyor, çogunlukla eli bos dönüyor. Amatör radyodan duydugumuza göre, Dubrovnik’te yiyecek hiç bir sey olmadigi gibi, sulari da yokmus. Srdyan, bes litre suya karsilik, bir sise viski vermis.
19 Aralik, 1991 Saraybosna TV, “Saraybosna, Dubrovnik’teki Çocuklara Yardim Ediyor” adli bir kampanya baslatti. Sekerler, çikolatalar, vitamin haplari, bir bebek, bir kaç kitap, kalem ve defterden olusan bir paket yaptik.
5 Mart, 1992 Aman Tanrim! 1 Mart Pazar günü silahli küçük bir grup, bir Sirpli dügün misafirini öldürmüs ve papazi yaralamis. Pazartesi günü bütün kent barikatlarla doldu. Bin tane barikat var. Ekmek bile alamadik. Saat 18.00’de halk sokaklara döküldü; Katedral’in ve Parlamento binasinin önünden, tüm kenti bastanbasa geçtiler. Maresal Tito ordu kislalarinda bir kaç kisi yaralandi. Halk sarkilar söyleyip, “Bosna Bosna! Saraybosna!”, “Birlikte yasayacagiz!” ve “Disari çikin!” diye bagirdi. Saat 20.00’de bir tramvayin zilini duyduk. Disari çikip baris alayina katildik. Aksam üç bin çetecinin Saraybosna’ya saldirmak üzere Pale’den gelmekte oldugu haberini aldik.
24 Mart, 1992 Bosna-Hersek’in diger bölgelerinden felaket haberleri ve görüntüleri gelmekte. Mavi Bereliler Saraybosna’ya geldiler. Simdi daha güvencedeyiz.
30 Mart, 1992 Anna Frank günlügüne Kitty adini takmis. Ben de sana Mimmy adini veriyorum.
4 Nisan, 1992 Bugün Seker Bayrami. Sokaklarda pek fazla insan yok. Tepelerden gelen silah seslerini duyuyorum. Dobrinja’dan kollar halinde insanlar etrafa yayilmakta. Bir seyleri durdurmaya çalisiyorlar ama ne oldugunu bilmiyorlar. Mimmy, SAVAS’tan korkuyorum!!!
6 Nisan, 1992 Dün Parlamento binasi önünde toplanan halk, baris için Vrbanja Köprüsü’nden geçmeye kalkti. Ama onlara ates edildi. Kim? Niye? Dubrovnikli tip ögrencisi bir kiz ÖLDÜRÜLDÜ. Kani köprünün üzerine döküldü. Kizin söyledigi son sözler söyleymis:” Burasi – Saraybosna mi?” KORKUNÇ! BURADA HIÇ KIMSE VE HIÇ BIR SEY NORMAL DEGIL! Basçarsija yok edilmis! Pale’deki o “nazik beyefendiler” Basçarsija’ya ates ettiler. Dünden beri halk Parlamento binasinin önünde ayakta beklemekte. Simdi Holliday Inn’den ates edip, halki öldürüyorlar. Aman Allahim! Gene ates etmeye basladilar! Belki bodruma inecegiz. Mimmy, savas buraya da geldi.
9 Nisan, 1992 Artik okula gitmiyorum. Tüm okullar kapandi. Saraybosna tepelerinde tehlike kol gezmekte. Annemle babam ise gitmiyorlar. Büyük miktarlarda yiyecek aliyorlar.
12 Nisan, 1992 Kentin yeni bölümleri: Dobrinja, Mojmillo, Vojnicko Polje, fena halde bombalanmis. Hersey yikilmis, insanlar siginaklarda bariniyor. Bizim oturdugumuz merkezde, halk disari çikabiliyor. Bugün hos ve ilik bir bahar günüydü. Vaso Miskin Caddesi insanlarla, çocuklarla doluydu. Bir baris yürüyüsüne benziyordu. Bugün katildigim yürüyüs, savastan çok daha büyük ve güçlüydü.
14 Nisan, 1992 Halk Saraybosna’yi terkediyor. Havaalani, terminaller çok kalabalik. Televizyon birbirinden ayrilan hüzün dolu insanlari gösteriyor. OFFF, neyin savasi bu?
21 Nisan, 1992 Bombalar düsüyor, insanlar ve çocuklar ölüyor. Bizim kiler pek saglam degil. Bombalar artinca, arka bahçeden merdivene ve masaya tirmanip, komsumuz Bobar’lara geçiyoruz. Bobar’larin kilerine giderken, sirt çantama bisküvi, meyve suyu, iskambil kagidi koydum.
28 Nisan, 1992 Aaah! Martina... Aaah! Matey... Aahhh! Dün AYRILDILAR! Keka’yla gittiler. Oga da gitti, Deyan da öyle. Mirna da gidiyor, yakinda Mariyana da gidecek. Aah! Herkes gitti. Hiç arkadasim kalmadi.
2 Mayis, 1992 Kiler çirkin, karanlik ve pis kokuyor. Bir an yasamlarimizi kurtarabilecek tek yerin kiler oldugunu farkettim; gözüme sicak ve güzel görünmeye basladi. Bombalari, camlarin kirilma seslerini duyuyorduk. Korkunç. Babam eve kosup sandviç ve TV setini getirdi. Büyük postanenin yanmakta oldugunu ve Cumhurbaskanimizin kaçirildigini ögrendik. Her yer diz boyu cam içindeymis. Eger disari çikabilirsek büyükannem ve büyükbabamin nasil olduklarina bakacagiz. Onbir yillik yasamimin en korkunç ve en kötü günü bugün oldu.
7 Mayis, 1992 Evimizin önündeki parka top mermisi düstü. Bir sürü insan yaralanmis. VE NINA ÖLMÜS! Birlikte anaokuluna gitmistik, parkta beraber oynardik. Agliyor ve niçin diye soruyorum? Onbir yasinda masum bir kiz. Nina hiç bir sey yapmamisti.
14 Mayis, 1992 Korkunç bir yaylim atesi var. Iki gece ve günü kilerde geçirdik. Telefonlar çalismiyor. Elektrik yok, televizyon seyredemiyorum. O kadar kizginim ki, ÇIGLIK ATIP HER SEYI KIRMAK ISTIYORUM!
23 Mayis,1992 Sevgili Mimmy, artik kendimden bahsetmeyecegim. Savastan, ölümden, yaralanmadan, top mermilerinden, hüzünden ve üzüntüden bahsedecegim. Herkes burayi terketti. Annemle babamin tanidigi birçok insan öldürüldü. Allahim, burada neler oluyor?
27 Mayis, 1992 BIR MEZBAHA! KATLIAM! CINAYET! KAN! ÇIGLIKLAR! GÖZYASLARI! UMUTSUZLUK! Bugün Vaso Miskin Caddesi böyleydi. Bir top mermisi caddede patlamis; bir tane de Pazar yerine düsmüs. Annem disarida. Babamla ben saçlarimizi yoluyoruz. Pencereden baktim ve... annemi köprüyü kosarak geçerken gördüm! Eve girer girmez titremeye va aglamaya basladi. Insanlarin nasil parçalandigini anlatti. Allaha sükür annem bizlerle. Sagol Tanrim!
30 Mayis, 1992 SehirDogumevi hastanesi yanip kül oldu. Orada dogmusum. Yangin çiktiginda iki kadin dogumdaymis. Bebekler hayatta. Bugün Maya’nin dogum günü. Annem evde kalan son cevizlerle pasta yapti. Ona Ohrid incilerinden yapilmis kolye ve bilezik armagan ettik. Diger dogum günlerin baris içinde kutlansin Maya!
5 Haziran, 1992 Uzun zamandir elektrikler kesik. Saraybosna’da satin alacak yiyecek kalmadi. Büyükler için sigara, kahve bile sorun oluyor. Tanrim, yoksa açliktan geberecek miyiz?
16 Haziran, 1992 Birden camlarin kirilma sesini duydum. Kilere indik. Mermiler ardarda geliyordu. Eve dönünce camlari bir kenarda toplayip pencereleri naylonla kapladik.
20 Haziran, 1992 Bugün ‘Deney Tiyatrosu’nun erkek oyuncusu Narmin Tulic’in iki bacagini kaybettigini duyduk. Berbat! Korkunç bir sey! Saraybosna caddelerinde bir toplu katliam daha. Tito caddesinde üç kisi öldü, otuzbes kisi yaralandi. Öldürmeye devam ediyorlar. KATILLER!
2 Temmuz, 1992 Bugün kendimize bir ziyafet çektik. Arka bahçemizdeki visneleri toplayip hepsini yedik. Oh, sen bir harikasin visne agaci! Erik agaci meyve vermedi. Meyveyi çok özlüyorum!
3 Temmuz, 1992 Annem, yaylim atesler olmadigi zamanlar ise gitmeye basladi. Kentte dolasmak, özellikle köprülerden geçmek çok tehlikeli, çünkü keskin nisancilar insanlara ates ediyor. Köprüyü kosarak geçmek gerekiyor. Annem: “Miljacka’nin bu kadar genis bir nehir oldugunu bilmiyordum. Kosuyorsun, kosuyorsun, sonu gelmek bilmiyor”, diyor. Iste korku bu Mimmy. Günlerim evde ve kilerde geçiyor. Iki aydir disari çikmadim. Biraz piyano çalabilseydim. Ama piyano “tehlikeli oda”da, girmem yasak.
7 Temmuz, 1992 Hiç su yok. Bu sabah 8.30’da geldi, simdi 10.30 gene gidiyor. Elimize geçen her seyi suyla doldurduk. Bu degerli siviyi iyi kullanmamiz gerekiyor.
14 Temmuz, 1992 Birlesmis Milletler yardim paketi geldi. Alti kutu konserve et, bes kutu balik, iki kutu peynir, deterjan, bes sabun, iki kilo seker, bes litre yag. Babam paketi almak için dört saat sirada bekledi. Dobrinja kurtarildi.
17 Temmuz, 1992 Nedo kedi yavrusu getirdi. Cici adini taktik ve hepimiz ona asik olduk. Caddelerde bir sürü safkan cins köpek dolasiyor, sahiplerini ariyorlar. Besleyemedikleri için serbest birakmis olmalilar.
16 Agustos, 1992 Babam fitik oldu. Çok kilo kaybetmisti, su tasimak ona agir gelmis olmali. Eve suyu annem tasiyor artik. Musluktan akan suyun, dus almanin neye benzedigini unuttum.
8 Eylül, 1992 EVET! EVET! ELEKTRIK GELDI! Yarin annemin dogum günü. Kagittan bir kalp yaptim ve gazeteden bir buket gül resmi kestim. Annem pisirilmesi gerekmeyen bir pasta yapmaya basladi. Hersey bittiginde elektrik geldi. OOOHH!!!
18 EYLÜL, 1992 Bugün gene elektrikler kesildi. HÜNGÜR!! GENE KARANLIK!
20 Eylül, 1992 YASASIN! Bugün köprüyü geçtim. Sonunda ben de disari çiktim. Caddeler ayni caddeler degil. Pek fazla insan yok; herkes endiseli, hüzünlü, baslari öne egik kosuyorlar. Tüm vitrinler kirilmis, içindekiler yagma edilmis. Okuluma top mermisi isabet etmis. Tiyatro binasi da top mermileriyle yaralanmis.
30 Eylül, 1992 Piller de bitti. Babam arabanin aküsünü getirip radyoya bagladi. Artik haberleri dinleyebiliyoruz.
1 Ekim, 1992 Günler kisalip, soguyor. Nasil isinacagiz acaba? Tanrim, biz Saraybosnalilari düsünen var mi? Kisa elektriksiz, susuz ve gazsiz mi girecegiz? Mobilyalarimizin bir bölümü sobaya gidecek gibi.
11 Ekim, 1992 Bugün odun sobasini mutfaga getirdik, banyo yaptik. Yagmur suyunu kullandik. Hala ne elektrik var, ne de su.
29 Ekim, 1992 Annemle Ivanka Teyze’ye Hollanda’da ihtisas yapmak üzere garantör mektubu gelmis; hatta bir tane de bana çikmis. Annem karar veremiyor. Savasi, kisi, açligi, çalinmis çocuklugumu düsünüp gitmek istiyorum. Ama babam, büyükannem ve dedem aklima geliyor ve gitmek istemiyorum. Sinirlerim geriliyor. Babam kendine bakabilir, belki o da bizimle gelir.
13 Kasim, 1992 Annem gerekli evraklari almayi basaramadi, biraz daha kalacagiz. Baska bir konvoyla yola çikacagiz demektir. Saraybosna’yi korkunç sayida insan terketti. Herkes: “Bir gün, bir yerlerde gene karsilasacagiz” diyor. Bu kadar degerli insani kaybeden Saraybosna, daha da fakirlesmis sayilir. Onlari burayi terketmeye zorlayan bu savas; yedibuçuk aydir yasamakta oldugumuz bu ahmaklik buna neden oluyor.
19 Kasim, 1992 Politik cephede yeni bir sey yok. Onlar pazarlik yapmakta; bizler de ölmekte, donmakta, açlik çekmekte, aglamakta, dostlarimizdan ayrilmakta, sevdiklerimizi geride birakmaktayiz. Sanirim politikanin anlami, Sirplar, Hirvatlar ve Müslümanlar demek oluyor. Dostlarimizin, ailemizin içinde Sirplar da, Hirvatlar da, Müslümanlar da var. Kimin kim oldugunu asla bilmem. Simdi politika “S”, “H” ve “M” damgasi vurup insanlari birbirinden ayirmak istiyor. Bunu yapmak için dünyanin en kötü, en kara kalemini seçmis bulunuyor – savasin ölüm ve istirap heceleyen kara kalemini kullaniyor. Aci çekiyoruz, günesle çiçeklerin zevkini çikaramiyoruz, çocuklugumuzu yasayamiyoruz. AGLIYORUZ.
Kurtulusun Ilk Isigi: Saraybosna Tüneli
Yugoslav Federal Ordusu’nu ele geçiren Sirplar, fazla zorlanmadan, Saraybosna çevresindeki yerlesim birimlerini ele geçirmislerdi. Havaalaninin kusatilmasiyla birlikte, kentin özgür bölgelerle tüm irtibati kesilmisti. Bosna-Hersek’in resmi bir ordusu henüz yoktu. Insanlar, polis güçleri ve kentin taninmis suçlulari
etrafinda toplanmislardi.
Kent susuz, yiyeceksiz, ilaçsiz, elektriksiz ve gazsiz bir halde kusatilmisti. Tek çikis yolu, havaalaniydi. Insanlar her gece pisti geçmeye çalisiyorlardi. Yüzlerce insan pisti geçerken (600 yüzden fazla oldugu tahmin edilmekte), Çetnik kursunlarina hedef oldu. Kentteki zor durum ve tehlikeli pist geçisleri, tünel
yapim fikrini dogurdu. Izetbegovic önderliginde baslayan direnis, 1992 yili sonunda, mahalle çetelerinden, düzenli bir orduya dönüsmüstü. Yeni Bosnak Ordusu genelkurmayi, tünel yapimi girisimini baslatti. Mühendis Nedzad Brankovic ve Fadil Sero’nun yapimini üstlendikleri tünel yapimi büyük bir gizlilik içinde
basladi. Tünel baslangiç noktalari Igman Dagi tarafindaki Butmir ve kent tarafindaki Dobrinja’dan seçilmisti. Tünelin ilk metreleri 1 Mart 1993’te kazilmaya baslandi. Kazma ve kürek kullanilarak, kandil isiginda yapilan çalismalar, her iki tarafta 24 saat üç vardiya seklinde sürdürülüyordu. Kazilan toprak, Sirp
bombardimanina karsi koruma da sagliyordu. 30 Temmuz 1993 tarihinde saat 21.00’de tünelin iki tarafinda çalisan iki isçi, havaalaninin altinda ellerini birlestirdiler. Tunel yapiminda toplam 2800m3 toprak kazilmis, 170 m3 agaç ve 45 ton metal malzeme kullanilmistir. Tunel 800 m uzunlugunda, 1 m genisliginde
ve 1.5 m yüksekligindeydi.
Ilk gece 12 ton askeri malzeme geçti. Yiyecek, mazot, mühimmat, ilaç, sigara tunelden geliyor; yaralilar aktariliyordu. Su pompalari bozuluyor, insanlar sik sik diz boyu suda yürümek zorunda kaliyordu. Tünelden günde ortalama 4000 kisi geçiyor; bir gecede ortalama 20 ton malzeme ulasimi saglaniyordu. Tünele
elektrik, akaryakit, telefon ve gaz borusu dösendi. Hastanelere uzatilan elektrik kablolariyla ameliyatlar yapildi. Saraybosna’nin yasamla baglantisi olan tünel, kent halkinin ihtiyaçlarini karsilamis; parlamento üyelerinin kente giris çikislarina da imkan tanimistir. 300.000 insani Sirp toplama kamplarindan,
ölümlerden ve göçten kurtarmistir. Günümüzde müze olarak korunmaktadir.
Örgütler
Çetnik Örgütü
Milliyetçi Sirp gerilla örgütü.
Mayis 1941'de bir gerilla grubu olarak kuruldu. Gruba, çeteci anlamina gelen Çetnikler adi verildi. Çetnikler, Nazilerle gerçek anlamda bir savasa girmedi, Yugoslavya'nin, "Büyük Sirbistan" olmasi hedefini yaymak için çaba harcadi.
Öte yandan Komünist Parti tarafindan örgütlenen Partizanlar, Alman isgaline karsi, "gerçek" bir direnis yürüttü. Fanatik Sirp milliyetçisi ve atesli bir anti-komünist olan Çetnikler, Partizanlar'i büyük bir tehlike olarak gördüler. Çetniklere göre, "Büyük Sirbistan", yalnizca ideolojik yönden degil, etnik yönden de
yeniden düzenlenecekti. Bütün Sirplarin temel görevi, "Sirp-olmayan element"lerin en basta geleni; Bosnali Müslümanlar'i ortadan kaldirmakti. Çetnikler, özellikle 1942 ve 43 yillarinda Bosnali müslümanlara karsi sistematik bir katliam programi yürüttüler. Savasi Partizanlar kazandi, Sosyalist Yugoslavya
Cumhuriyeti kuruldu. Çetnik örgütü dagitildi.
1980’lerin sonuna gelindiginde Çetnikler yeniden örgütlendiler. Milisler, Belgrad’da egitilerek “görev” bölgelerine gönderiliyordu. Bünyesinde çok sayida parali asker vardi. Savas esirleri ''öldürdükleri her müslüman için 500 mark aldiklarini'' itiraf etmislerdi.Bosna-Hersek’te 1991-96 yillari arasindaki iç savasta, yüz
bin insanin ölümünden sorumluydular.
Ustasa Örgütü
Milliyetçi Hirvat gerilla örgütü.
Ikinci Dünya Savasi sirasinda Italyan fasistlerini örnek alarak örgütlendi.’nin kurulusu 10 Nisan 1941’de Nazilerin destegiyle kurulan Ustasa Devleti, Hirvat olmayan nüfusa terör uygulandi; Sirplar ve Yahudiler katledildi. Ortodoks halk katoliklestirildi.
Sosyalist Yugoslavya Cumhuriyeti’nin kurulusuyla dagildi. 1990 yilinda Sirplarin, “Krajina Özerk Bölgesi”nin kurulusu ilan etmesiyle, Ustasa örgütü yeniden gündeme geldi. Bünyesinde parali askerleri de bulunduran örgüt, Yugoslavya iç savasinda etkin bir güç olusturarak Sirp milislerle ve Bosnali Müslümanlarla
çarpistilar, katliamlardan sorumlu oldular.
Muslimanske Snage (Müslüman Milisler)
1992’de, Bosna-Hersek Milli Ordusu içinde özerk bir kolordu olusturan Muslimanske Snage , Travnik’te yerel bir milis örgütü olarak kuruldu.
1993’te 30 yerde örgütlenmis olan Muslimanske Snage’nin yani sira “Yesil Bereliler”, “Yurtsever Birlik”, “Bosna Ejderleri” gibi baska islamci milis gruplari da olustu. Bazilari Muslimanske Snage’ye baglandi. Müslüman Milisler kisa zamanda gerilla savasinda deneyim kazandilar. Ikinci Dünya Savasi’nda Nazilerle
isbirligi yapan “Hançer Örgütü”nden bir kesim, örgütün radikal çekirdegini olusturuyordu. Bu radikal kesim, çok uluslu, çok kültürlü, çok dinli bir Yugoslavya’yi reddediyor; asil hedeflerini, Bosna-Hersek’te Islami bir düzenin, bir ser’i devletin kurulmasi için mücadele etmek diye tanimliyordu. Savas hedefleri kisa
zamanda hiristiyanlara karsi dini bir katliama dönüstü. Bosna-Hersek’e Ortadogu ve Asya’dan gelen Islamci Mücahitler, çogunlukla Hizbullahi kanallarla sevkediliyorlardi.Mücahitler ve Muslimanske Snage ile Bosnali Müslümanlar arasinda, Islami yasam biçimi ve kültürel farklardan kaynaklanan ciddi gerginlikler
olustu.
Insaniyla Özdes Bir Müzik...
Dramatik melodiler, tutku dolu vokaller, asimetrik ritimler: Balkan müzigi.
En tizle en pesin, çok hizli ve çok yavasin bir tek parça içinde duyulabildigi; Osmanli, Bizans ve Çingene müziginin etkilerinin hissedildigi Balkan müziginin en önemli özelliklerinden biri de duygusal kontrastlari kullanmasidir. Çok hüzünlü baslayan bir ezgi, bir anda neseli, canli bir tiniya dönüsebilir.
Genelde telli çalgilar esliginde seslendirilen balladlar Romanya ve Macaristan’da, agitlar ise Makedonya, Arnavutluk, Bulgaristan ve Yunanistan’da, yaygindir. Bölgesel farkliliklar müzik stilleri kadar enstrüman seçimlerini de etkiler. Sirp müziginde, çobanlarin müzik geleneklerinin etkisiyle gayda ve düdük denilen bir
flüt türü kullanilir. Makedon müziginde de köy geleneginin izlerine rastlamak mümkündür. Makedon geleneksel müziginde keçi derisinden yapilma bir gayda türü kullanilir. Yunanistan, Bulgaristan ve tüm Yugoslav Cumhuriyetleri’nde zurna ve davul kullanimi çok yaygindir.
Balkan müziginin baska bir özelligi ise dogaçlamadir. Dogaçlama yoluyla Balkanlarin en küçük köyünde yasayan müzisyenler bile kendi müzik stillerini yaratabilmislerdir. Köyden köye degisiklik gösteren yalnizca müzik degildir. Dansçilar da genel dans formundan yola çikarak kendi adimlarini gelistirmislerdir.
Varolan bu “özgürlük” duygusu, aslinda Balkan müziginin ve danslarinin zenginliginin, çesitliliginin bir cevabidir.
Günümüzde Balkan müzigi Romen müziginden de etkilenerek gelisimine devam etmektedir. Medeniyetlerin bulusma noktasi Bosna-Hersek’te dogan Sevdalinka müzigi ise, Müslüman, Türk ve Bati kültürlerinin bir sentezini olusturmaktadir.
Sevdanin Sarkilari: Sevdalinka
Bosna-Hersek’teki halklarin ve kültürlerin zenginligini yansitan Sevdalinka’lar ilk olarak Osmanli döneminde, sehir merkezlerinde ortaya çikmistir. Genelde anonim olan sözlerinde umutsuz sevdalar, engellenen asiklar anlatilir. Yavas veya orta tempoda, genelde saz, akordeon, klarinet ve kemandan olusan küçük
orkestralar tarafindan çalinan Sevdalinka’lar, zengin armonileriyle yüzyillar boyu hayranlik uyandirmistir. Günümüzün en ünlü “sevda” sarkicilari, Himzo Polovina, Nedzad Salkovic, Zaim Imamovic, Safet Isovic ve Hanka Paldum’dur.
Müzik ve Direnis
Bosnaklar, 1992-1995 yillari arasinda yasanan iç savas sirasinda bile müzik yapmaktan vazgeçmediler. Saraybosna’da, Mostar’da ve her kentte müzisyenler mum isiginda bulusup, savasa ragmen kendilerini müzikle ifade etmeye devam ettiler.
Irlandali müzik grubu “U2”nun, 23 Eylül 1997’de baskent Saraybosna’da verdigi konser, kentin kapilarini yeniden dünyaya açip, savasin bitisini müzikle ilan etti. Savastan sonra ülkeye ilk giren yabanci grup olan U2, savas boyunca dünyanin pek çok yerinde verdigi konserlerde Bosna-Hersek’ten görüntülere yer
vererek, savasin vahsetine dikkatleri çekmistir. U2’nun “Miss Sarajevo” adli bir de sarkisi, savas sirasinda Saraybosna’da bir siginakta düzenlenen, ayni adli bir güzellik yarismasina atfen bestelenmis ve ilk kez 1995 yilinda Italya’da bir konserde seslendirilmistir.
|
Video Eklenmedi
|
Foto Galeri | |