Yazan-Yöneten: Nesrin Kazankaya Dramaturgi: Şafak Eruyar Dekor: Başak Özdoğan Kostüm: Fatma Öztürk Müzik Yönetmeni: Ezgi Kasapoğlu Müzik Düzenleme: Emil Tan Erten Dans Düzeni: Cemal Atilla/Güneş Çağlar Rumca Çeviri: Meri Madeleni Yönetmen Yardımcısı: Zeynep Özden
Oynayanlar:
Eleni: Aysan Sümercan
Konstantinos: Muhammet Uzuner
Ioanna: Nesrin Kazankaya
Polyxeni: Defne Halman/Başak Meşe
İlias: Emre Çakman
Mehmet: Doğan Akdoğan
Müzeyyen: Linda Çandır/Gökçe Burcu Zümrüt
Theodopulos: İlker Yiğen
Lefkothea: Selin Sevdar
Ali Rıza: Asır Akkaya/Erhan Kayra Karakoç
Yapım Asistanları: Onur Atilla, İlke Melikoğlu, Melike Yıldırım, Gamze İpek
Oyun Fotoğrafları: Mehmet Aslan
Özet
"Ah Smyrna'm, Güzel İzmir'im"
Oyun 1923 yılında Izmir'de geçer. Savaş bitmiş, Rum ve Türk topluluklarının karşılıklı göç etmesini zorunlu kılan "Mübadele Yasası" çıkartılmıştır.
Köklü bir geleneğe ve kültüre sahip, zengin Rum ailesi Vlasto'lar, Izmir-Bornova’daki konaklarında göç hazırlığı içindedirler. Yıllardır Vlastolar'la bir aile gibi bir arada yaşayan Türk yardımcıları da, bu göçün hüzünlü tanıklarıdır. Savaşın travmatik izleri ve zorunlu göç, Türk ve Rum aile bireylerini de karşı karşıya getirir ve bir arada yaşamanın imkansızlığını derinleştirir. Kendilerini bir çatışma içinde bulan figürler, derin acılar içinde, çaresiz yarınlara, umutsuz hasretlere, imkansız aşklara boyun eğmek zorunda kalır.
Feci bir yangınla yanıp harabeye dönen, farklı toplumların, dinlerin ve kültürlerin yüzyıllardır bir arada yaşadığı, efsanevi dünya kenti, güzel Izmir-Smyrna değildir yalnızca; koskoca bir geçmiş, gelecek, hayaller ve umutlar da küle dönmüştür.
“Oh My Smyrna, My Beautiful İzmir”
The play takes place in 1923 in Smyrna (İzmir), one year after “The Catastrophic Fire of İzmir” burned down the city. ‘The Turkish War of Liberation’ was over; the law requiring ‘Obligatory Exchange’ of Greek and Turkish populations went into effect and forced the communities to immigrate mutually.
When the play begins the “Vlasto”s, a wealthy Greek Family with deep cultural roots in Anatolia, are preparing to migrate to Greece from their mansion in Bournabat (Bornova), İzmir. The Turkish housekeepers, who have lived with the Vlastos, like a family, for decades, are sad witnesses of this migration. Traumatic traces of war and the obligatory exchange, causes tension between the Turkish and Greek families. As they turn against each other living together becomes impossible. The characters who find themselves in the midst of this conflict are deeply saddened and must yield to a hopeless future, desperate longings, impossible loves.
’The Catastrophic Fire of İzmir’ not only ruins the legendary and beautiful city of Smyrna and burns it down to ashes but also ends the centuries long tradition of diverse ethnic and religious communities living together peacefully and destroys their past and future, their hopes and dreams.
Basin bülteni
Nesrin Kazankaya’nın yazıp yönettiği “Ah Smyrna`m, Güzel İzmir’im”, 20 Mayıs 2012’de, “18.Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali” kapsamında prömiyer yapmıştır. Oyunun dramaturgisi Şafak Eruyar, yönetmen yardımcılığı Zeynep Özden, dekor Başak Özdoğan, kostüm Fatma Öztürk Dönmez, müzik yönetmenliği Ezgi Kasapoğlu tarafından gerçekleştirilmiştir.
Oyunda görev alan sanatçılar: Aysan Sümercan, Muhammet Uzuner, Nesrin Kazankaya, Defne Halman/Başak Meşe, Emre Çakman, Linda Çandır, İlker Yiğen, Doğan Akdoğan, Selin Sevdar, Asır Akkaya.
İki perde olan oyunun bazı sahnelerde Rumca konuşulmaktadır. Zeybek, Zeybekiko gibi iki toplumun dansları da yer almaktadır. Dramatik yapının içinde, iki toplumun geleneğini yansıtan Türkçe ve Yunanca şarkılar söylenmektedir. Oyuncular tarafından çalınan mandolin, buzuki, klarinet ve bendir eşliğinde canlı müzik yapılmaktadır. Gerek müzik, gerekse dans, öykünün bir parçası olarak, dramatik yapının bütünlüğü içinde yer almaktadır.
Oyunun öyküsü, 1923 yılında İzmir’de geçer. Savaş bitmiş, Lozan Antlaşması gereği, Rum ve Türk topluluklarının karşılıklı göç etmesini zorunlu kılan “Mübadele Yasası” çıkartılmıştır. Köklü bir geleneğe ve kültüre sahip, zengin Rum ailesi Vlasto’lar, İzmir-Bornovada’ki konaklarında göç hazırlığı içindedirler. Aslında İzmir’in merkezindeki Punta’da oturan Vlastolar, zengin bir banliyo merkezi olan Bornova’daki konaklarına sığınarak, 1922 yılındaki büyük yangından kurtulmuşlardır. Yıllardır Vlastolar’la bir aile gibi bir arada yaşayan Türk yardımcıları da, bu göçün hüzünlü tanıklarıdır.
Oyunda, Türk ve Yunan iki aile figürleri, toplam 10 kişidir ve tüm figürler İzmir’de doğmuş ve yaşamakta olan İzmirlilerdir. Yunan aile Vlastoların yaşlı annesi Eleni, dördüncü kuşak bir İzmirlidir. Kocası 1912 Balkan Savaşları’nda ölmüştür. Oğlu Konstantinos ünlü bir tüccardır ve savaş sırasında İzmir Yunan Karagâhı’nda çalışmıştır. Konstantinos’un ikizi savaşta ölmüştür. Eleni’nin en küçük oğlu Theodopulos, savaşta esir düşmüş, kamplarda çalışmıştır. Eleni, oğulları, gelinleri Ioanna, Polyxeni ve torunlarıyla bir aradadır. Torunlar Ilias ve Lefkothea, Ioanna’nın çocuklarıdır. Ilias hastadır ve savaş boyunca Bornova’daki konakta saklanmıştır. Saklandığı üç yıl boyunca, İzmirli ünlü antik yazar Homeros’un İlyada eserini Osmanlıca’ya çevirmiştir. Türk aileden geriye 3 kişi kalmıştır. Müzeyyen, 7 yaşındaki oğlu Ali Rıza ve erkek kardeşi Mehmed. Türk ailenin büyükleri çeşitli savaşlarda ve Yunan işgali sırasında ölmüşlerdir.
Savaşın travmatik izleri ve zorunlu göç, Türk ve Rum aile bireylerini de karşı karşıya getirir ve bir arada yaşamanın imkansızlığını derinleştirir. Kendilerini bir çatışma içinde bulan figürler, derin acılar içinde, çaresiz yarınlara, umutsuz hasretlere, imkansız aşklara boyun eğmek zorunda kalırlar. Feci bir yangınla yanıp harabeye dönen, farklı toplumların, dinlerin ve kültürlerin yüzyıl boyunca bir arada yaşadığı efsanevi dünya kenti, güzel İzmir-Smyrna değildir yalnızca; koskoca bir geçmiş, gelecek, hayaller ve umutlar da küle dönmüştür.
Yaklaşık bir yüzyıl boyunca bir arada yaşamış farklı din ve dilden insanların; Türk, Rum, Ermeni, Yahudi ve Levantenlerden oluşan kozmopolit bir topluluğun birlikte yarattığı, çok kültürlü büyüleyici Kent, Ege’nin incisi İzmir, büyük savaşın bittiği 1922 yılında, 3 gün süren korkunç bir yangınla yanıp, kaybolur. Dini bayramlarını bile birlikte kutlayan bu insanların anılarını kitap sayfalarında; tiyatroları, sinemaları, kütüphaneleri, eğlence yerleri, mağazaları, olağanüstü mimarisiyle Osmanlı İmparatorluğu’nun en zengin ticaret merkezi eski İzmir’in siluetini de, kartpostal resimlerinde bulabiliyoruz artık. Antik kültürü, mitoloji öykülerini yaratan bu toprak, emperyalist savaş tanrılarının, etnik kışkırtmayla başardıkları büyük bir yıkıma da sahne olmuştur. Kaybolup giden bizim geçmişimiz, bizim kültürümüzdür; doğdukları topraklardan sürülen, kendi ülkelerinden göç etmek zorunda bırakılan insanlar, bizim insanlarımızdır. Eski güzel İzmir’in bu hüzünlü sonunu anımsamak, halkların bir arada yaşayabilme umut ve çabasına küçük bir katkı yapabilir belki.
11. kuruluş yılını ardında bırakan “Tiyatro Pera”, tüm oyunlarında olduğu gibi, geçmiş ve günümüze duyduğu sorumlulukla, yakın tarihimizin bu acılı kesitine küçük bir pencere açıyor.
Basından
Cumhuriyet Gazetesi, 4.12.2012, Dikmen Gürün
"BIR GÖÇ HIKAYESI"
Tiyatro Dünyasindan- Dikmen Gürün
Tiyatro Pera’nin kurulusunun 12. yilinda seyirciyle paylastigi çalismalarindan biri de bir zorunlu göç hikayesi; “Ah Smyrrna’m, Güzel Izmir’im.” Ne güzel ki, açilisini 18. Istanbul Tiyatro Festivali’nde yapan bu önemli çalismaya IKSV ( daha dogrusu Tiyatro Festivali) de ortak yapimci olarak dahil oldu. Hem Festivalde hem de sonrasinda dolu dolu oynayan, oynamaya devam eden, Nesrin Kazankaya’nin yazdigi, yönettigi ve de Safak Eruyar’in dramaturjisini yaptigi oyun, yazarin “geçmis ve günümüze duydugu sorumlulukla, yakin tarihimizin bu acili kesitine küçük bir pencere açiyor.” Her zaman oldugu gibi, bu pencereyi salt oyun metniyle, oyunla degil, program dergisindeki (Eruyar’in da dramaturg olarak katkisi var kuskusuz bu arastirmaya) bilgilerle de açiyor seyircinin önüne. Bir kismimiz, bu pencereden bakarken sanki yasamlarimizin bir bölümünde yok saydigimiz sayfalari geri dönüp okumaya çabaliyoruz. Aslinda kaç yildir sorarim kendime neden bizlerle paylasmazdi acaba Midilli Adasindan geldigini bildigim anneannem kisisel tarihini bizlerle? Neden, hep suskun, Suadiye’deki evinin balkonunda, kendine ait kösede, bembeyaz saçlari ensesinde topuz, oturur ve sürekli denizi seyrederdi? Yillardir düsünüyorum, cevap bulmaya çalisiyorum, üzülüyorum…
Evet, yakin tarihimizden çok önemli bir sayfayi, yan tutmadan, yargilamadan ama sorgulayarak tiyatro sahnesine tasiyor Tiyatro Pera. Savas sonrasinda ülkesi olarak bu topraklardan, Izmir’den göçe zorlanan ve bu süreçte ötekilestirilen bir Rum ailenin öyküsüdür “Ah Smyra’m Güzel Izmir’im.” Yola çikmadan kisa bir süre önce evlerinde, hatiralarla bezeli evlerinde ve evin disinda ufak dokunuslarla yasananlar olusturur öykünün çatisini. Ötekilestirilenler salt bu aile midir? Tabii ki hayir… Karsi kiyilardan bu tarafa göçe zorlananlar, Türk mübadiller de ayni dislanmaya, ayni acilarla yüzlesmeye mecbur birakilmislardir kuskusuz. Ama, Konstantinos’un dedigi gibi, farkli bir boyutu vardir bu tedirginligin, bu uyumsuzlugun, suskunlugun, endisenin; “ne Türk, ne de Yunan! Kendi ülkemden kovuluyorum. Ülkemi, geçmisimi birakiyorum ardimda. O kadar basit degil.”
Nesrin Kazankaya, oyunda, her iki tarafta da yasanan siddet olaylarina girmeksizin, insanlarin kaybolmusluklarini, saskinliklarini daha sakin, daha insancil bir açidan ele aliyor. Kurguda öne çikan satir baslari mübadelenin ötesinde ; ask, aile içi iliskiler, gelecek kaygisi ki bu her iki taraf için de geçerlidir ve geçmisten koparilmanin hüznü, gelecegin boslugunun yarattigi ürkeklik gibi duygulardir. Ve de bunlar, her oyuncu üzerinde ve her oyuncu üzerinden ayri ayri islenmistir . Eleni’den Müzeyyen’e , Ilias’dan Mehmed’e ya da Polyxeni’den Ionna’ya, Konstantin’e, Theodopulos’a tutkular, sevdalari, öfkeler, isyanlar türlü patlamalarla, inis çikislarla, hüzünlü anlarla ve müzikle verilir.
Güçlü bir ekiple çalisiyor Nesrin Kazankaya ve bu güçlü ekip duygusallik sinirini zorlamadan, dengeli, duyarli bir çalisma koyuyor ortaya, hatta zaman zaman gülümsetiyor da seyirciyi. Aysan Sümercan , Muhammet Uzuner , Nesrin Kazankaya , Defne Halman , Emre Çakman , Ilker Yigen , Linda Çandir , Selin Sevdar , Dogan Akdogan bu ekibi olusturan tempoyu hiçbir zaman düsürmeyen sanatçilar. Ezgi Kasapoglu (müzik düzenleme), Basak Özdogan (dekor), Cemal Atilla-Günes Çaglar, Emil Tan Erten, Fatma Öztürk, Meri Madeleni de katkilariyla “Ah Symrna’m Güzel Izmir’im”e renk katiyorlar…
Kibris Vatan Gazetesi, 2.10.2012
"Duygu Dolu Muhtesem Kapanis" Kapanisi Tiyatro Pera yapti Festivalin kapanis gecesinde Tiyatro Pera "Ah Smyrna'm, Güzel Izmir'im" oyununu sahneledi. Nesrin Kazankaya'nin yazip yönettigi oyunda 1923'te çikarilan "Mübadele Yasasi" sonrasinda Izmir'den Yunanistan'a göç etmek zorunda kalan bir
Rum ailenin hemen yolculuk öncesindeki geçmisle yüzlesme, anilarla hesaplasma, yasadigi dram ve çektigi acilar anlatiliyor. Kibris tarihinde de sürekli göç olaylarinin ve acilarin yasanmasi sebebiyle seyircilerin de kendi hayatlarindan anilari bulabildigi oyun, seyircinin büyük begenisini kazanirken ayakta alkislandi.
Yasadigim ikilemin bir ‘açilim’in hikayesi oldugunu belirtmeden geçemeyecegim. Bu çözümlemenin, ülkemiz ve halkimiz adina bir tragedya olacagini her vatandasimiz kesinlikle bilmeli ve anlamalidir
Tarih kimi zaman yineleniyor, kimi zaman da tarihten ibretli dersler çikarmak gerekiyor. Burada bir tarih çeliskisiyle iç içeyim. Öncelikle, TC kimliginin kaldirilmak istenmesi, üst kimlik olan Türklük gibi ulusal kavramlar ve Kuvay-i Milliye anlayisiyla kazanilan, kurulan Türkiye Cumhuriyeti yok edilmek isteniyor. Tarihi silemezsiniz! Osmanli Imparatorlugu’nun çöküsünden 1923’te Türkiye Cumhuriyeti dogdu. Ulusal tarihimiz, övüncümüz olan 500 yillik Osmanli Imparatorlugu’nun yikilisindan sonra kurulan bir devletten söz ediyorum. Devrimlerle gelen Türkiye Cumhuriyeti, kuskusuz “ilelebet yasayacaktir”. Yasadigim ikilemin bir “açilim”in hikayesi oldugunu belirtmeden geçemeyecegim. Bu çözümlemenin, ülkemiz adina bir tragedya olacagini her vatandasimiz bilmeli ve anlamalidir. Bakiniz, Pera Tiyatrosu’nda oynanmakta olan “Ah Smyrna’m, Güzel Izmir’im” adli oyunu yazan ve yöneten Nesrin Kazankaya, tarihimize isik tutuyor. Belgesel degil ama belgesel gibi yasanmis bir tarihin 90 yillik sayfalarini araliyor: “Oyun 1923 yilinda Izmir’de geçer. Savas bitmis, Rum ve Türk topluluklarinin karsilikli göç etmesini zorunlu kilan “Mübadele Yasasi”çikartilmistir.
Nesrin Kazankaya, sosyo-politik ve toplumsal sorunlari tarih süzgeçinden geçirerek, günümüze isik tutan “Ah Smyrna’m, Güzel Izmir’im” oyunu ile çok degisik, bambaska bir basariya imza atiyor; Arastirici bir yazar olarak karsimiza çikiyor.
Açilim mi Mübadele mi?
Türk ve Rum vatandaslarin mübadele yasasi ile nasil tragedya yasandigini sahne diliyle anlatiyor. Etkileyici, söylemi derin olan bütün boyutlariyla bir arada yasamanin anlamli varligini düsündürücü diyaloglarla sergiliyor. Oyunun içeriginde izledigimiz ve bize dramatik olarak o dönemi yasatan iki degisik örnegi bu yazima aliyorum. “Yil 1923, güz aylariydi. 700 kisilik Ferizdag’dan 136 kisi geldik Vatalakos’a. Türkler buradaydi. Dokuz ay kadar beraber kaldik. Biz Türkçe biliyoruz, onlar Rumca. Biz Rumduk, onlar Türk. Herkesin yüregi yangin, halimiz perisandi. Biz kopup gelmistik dogup büyüdügümüz vatanimizdan, simdi onlar kopup gidecekler! Neydi bizim suçumuz?” Vasili Vasilyadis / Tasova-Ferizdag
Vatanindan koparilan bir Rum vatandasimiz o acili günleri böyle anlatirken, Girit’ten gelen ve ayni aciyi yasayan Türk kökenli Rum vatandasi da duygularini söyle belirtti. “Mübadele olunca bizim kazaya Türkiye’den Rumlar geldi. Iste o zaman düzenimiz bozuldu. Türkiye’den gelen Rumlar orada(Girit) iyi dayak yedi. Karantinaya alindigimiz Tuzla’da iki gün kaldiktan sonra Mudanya’ya geldik. Hükümetin verdikleri Girit’teki malimizi karsilamadi. Ana dilimiz Rumcaydi. Türkçe “su” demesini bile bilmiyorduk. Bize gavur gözüyle baktilar. Bizim için “bir Rum gitti, bir Rum geldi” dediler. Mübadele kötü, mübadele bir yikim. Babam rahmetli Türkiye’ye hiç alisamadi. “Bugün yine mübadele olsa Girit’e dönerim” derdi. Vatan hasretiyle öldü.” Hüseyin Yagci/ Kandiye-Girit.
Insani ve izleyicileri derinden etkileyen, gerçeklere gözü kapali olanlari uyandiran bu oyunun, “açilimcilar”a isik tutacagina inaniyorum. Bu açilimin sonucunda ‘Mübadele Gerçegi’ni gözlerden irak tutmamalarini animsatirim.
“Ah Smyrna’m, Güzel Izmir’im” oyunu kolektif basarinin çok renkli ve sesli olaganüstü örnegini vermektedir. Görseli ve isitselligiyle dikkati çeken bu oyun; Türkçe ve Rumca sarkilarin canli müzik esliginde sanatçilarin söyledikleri sarkilar oyuna ayri bir güzellik katiyor. Karakterleri canlandiran oyuncular, o günlerin acilarini duyumsatiyorlar.
Broşürden
GÜZEL IZMIR'IM!
Izmir’in yakin tarihiyle ilgili arastirmaya baslayip, kitaplar arasinda kendimizi kaybettigimizde, bir Izmirli olarak ne denli bilgi eksikligim oldugunu gördüm. Bugünkü varlik nedenimiz olan, onur duydugumuz Kurtulus savasimizin, Cumhuriyetimizin tüm asamalarini ayrintilariyla bilirken; kendi kentimin 1923 öncesi tarihiyle ilgili, tüm bildigim genelde kliselerden olusan kirik dökük birkaç cümleydi.
Yerli ve yabanci kaynaklarla arastirmayi derinlestirdikçe, muhtesem bir geçmis, bir film gibi güzel Izmir’imin haritasi üzerinde yerini almaya basladi.
Yüzyili askin bir süre bir arada yasamis farkli din ve dilden insanlarin; Türk, Rum, Ermeni, Yahudi ve Levantenlerden olusan kozmopolit bir toplulugun, elbirligiyle olusturdugu büyük bir medeniyet; çokkültürlü büyüleyici bir kent çikiyordu karsimiza. Tiyatrolari, sinemalari, kütüphaneleri, eglence yerleri, magazalari, olaganüstü mimarisiyle Osmanli Imparatorlugu’nun en zengin ticaret merkezi, Ege’nin incisi, 1922 yilinda büyük bir yanginla yanip kaybolan Izmir-Smyrna kenti.
Dini bayramlarini bile birlikte kutluyan o insanlarin anilarini, bugün ancak kitap sayfalarinda; Izmir’in siluetini de, kartpostal resimlerinde bulabiliyoruz artik.
Antik kültürü, mitoloji öykülerini yaratan bu toprak, emperyalist savas tanrilarinin, etnik kiskirtmayla basardiklari büyük bir yikima da sahne olmustur. Kaybolup giden bizim geçmisimiz, bizim kültürümüzdür; dogduklari topraklardan sürülen, kendi ülkelerinden göç etmek zorunda birakilan insanlar, bizim insanlarimizdir.
Ege’nin iki kiyisindaki birbirine benzer bu iki halk, dört yillik bir süreyi bir cehennem gibi yasamistir. Savas insanlari, her yerde ve her zaman oldugu gibi, bir canavara dönüstürmüstür. 1919-22 yillari arasinda Rumlarin Türklere yaptiklari; 1921-22’de Türklerin onlara yaptiklari hemen hiç farkli degildir. Camilerde ya da kiliselerde yakilan insanlar ve tüm inanilmaz vahset, tarihin kanli, karanlik sayfalarinda gömülüdür. Vahset kiyasalamasi, vahsetin boyutlari bu kitabin ve oyunumuzun konusu degildir. Bu ancak, çikarlari ugruna savas bahaneleri yaratip, halklari kitleler halinde imha etmekten kaçinmayan emperyalizme hizmet etmek olur. Güzel Izmir’in hüzünlü sonunu animsamak, halklarin bir arada yasayabilme umut ve çabasina küçük bir katki yapabilir belki.
Feci bir yanginla yanip harabeye dönen, farkli toplumlarin, dinlerin ve kültürlerin bir arada yasadigi efsanevi dünya kenti, güzel Izmir-Smyrna degildir yalnizca; koskoca bir geçmis, gelecek, hayaller ve umutlar da küle dönmüstür.
12. kurulus yilina giren “Tiyatro Pera”, tüm oyunlarinda oldugu gibi geçmis ve günümüze duydugu sorumlulukla, yakin tarihimizin bu acili kesitine küçük bir pencere açiyor.
Provalar boyunca hep bizimle olan, Rumca konusmamiza yardim eden Meri Madeleni’ye çok tesekkür ederim.
Biliyorum ve inaniyorum ki, Ege Denizi’nde, iki kiyiyi yeniden baris ve sevgi içinde bir araya getirecek güçlü rüzgarlar esecektir.