Basından:

Evrensel Gazetesi, 10.10.2012, Üstün Akmen
2012-2013 TIYATRO SEZONUNDA IZLENECEK ‘REPRISE’ OYUNLAR
Tiyatro Pera, 10. yilini onurla kutladigi su günlerde, bugüne degin sahneledigi tüm oyunlarinda oldugu gibi içerik açidan gene söyleyecek sözü olan; estetik açidan yegledikleriyle tiyatro sanatina bir öneri kaygisi güden yeni bir oyunla dikkat çekiyor. Tiyatro Pera’nin Genel Sanat Yönetmeni Nesrin Kazankaya, bu kere de tema-durum-motif, aksiyon-olay dizisi gibi oyun yazarliginin temel kavramlarini zerrece iskalamadan yazdigi “Kazaen” ile 2011-2012 tiyatro sezonunu renklendiriyor. Nesrin Kazankaya, Dramaturg Safak Eruyar ile birlikte yaraticisi oldugu Tiyatro Pera’nin kurulu bulundugu semtin sokaklarinda dolasiyor, dolasirken dramatik olaylari yakalayip tiyatroyu olusturan temel olgularla çatisma/lari yakaliyor-yaratiyor-anlatiyor. Bu asamadan geçtikten sonraysa, “yakalama” sürecini bütün ayrintilariyla ortaya seriyor.Yazim dili güzel, anlatimi akici.
Yazdigi bu 6. tiyatro oyunuyla benim (saydam olan) yazarlik ödülüme hak kazaniyor.
NESRIN KAZANKAYA FIGÜRLERI ÇARPISTIRIYOR
Alt basligi “Beyoglu’nda Çarpismalar” olan “Kazaen”, günümüzde Beyoglu’nun orasinda burasinda hasbelkader birbirleriyle karsilasan insanlardan birinin bir digerinin yasamini etkilemesi ve yeni baslangiçlara yol açmalarini konu almakta. Oyunda, uzun zamandir birlikte yasayan, her olay ve her karaktere “roman malzemesi” gözüyle bakan, ünlü yazar Kutay (Mehmet Aslan) ile edebiyat arastirmacisi-akademisyen Berna (Nesrin Kazankaya) ana karakterleri olusturuyor. Kutay ile Aslan sevda iliskilerinin sonuna gelmis, evlerini ayirmak üzeredirler. Berna’nin bir dönem ögrencisi olmus Virginia Woolf (1882-1941) hayrani uyusturucu bagimlisi Rengin (Zeynep Özden), üniversite kazanip okumak için Güneydogu’dan yeni gelen Kürt kizi Dilan (Linda Çandir) ile karsilasir. Beyoglu’nun arka sokaklarinda bir pavyonda siradan bir sarkici olarak çalisan Sevda (Bahar Karaoglu) ve belalisi pavyon korumasi Trakyali Kenan (Ilker Yigen) ise Beyoglu’nun diger iki degisik figürüdür. Beyoglu’nda yasama tutunmaya çalisanlardir bunlar. Beyoglu bu insanlari beklenmedik, tuhaf rastlantilarla, “kazaen” bir araya getirir ve Nesrin Kazankaya tarafindan “çarpistirilir”.
JAMES JOYCE ILE VIRGINIA WOOLF
Nesrin Kazankaya bu “çarpistirma”yla da yetinmez. James Joyce (1881-1941)’u ve ayni yillar arasinda yasamis Virginia Woolf (1881-1941)’u da “çarpistirir”. Virginia Woolf’un 1931 yilinda yayimladigi “Dalgalar (Iletisim Yayincilik-Çeviren Oya Dalgiç/Ekim 2001)”dan alintilar yapar. Woolf’un dis dünyayi nesnel olarak degil, ancak kisilerin iç dünyalarina yansidigi kadariyla verilebildigi savini kahramanina (Rengin) anlattirir. Ikinci bölümde ise Berna’nin agzindan Kutay’a James Joyce’un Homeros’un Odysseia’si üzerine kurarak Dublin’de geçen bir tam günü anlattigi ve de pek çok yeni teknigi kullandigi “Ulysses (Yapi Kredi Yayinlari-Çeviren Nevzat Erkmen/Ekim 1996)”inden söz ettirir.
Joyce mitolojik paralellikle yasamin ve zamanin sürekli oldugunu aktarmaktadir. Berna, Kutay’a Joyce’un tam 155 sayfada içinde hiç noktalama isareti ve büyük harf kullanmadigini anlatir (Bkz: a.g.e. Sayfa 796-841).
DEKOR, KOSTÜM VE ISIK TASARIMLARI
Nesrin Kazankaya, kendi yazdigi teksti sahneye tasirken genel ritim duygusunu zihninde, hatta sadece zihninde de degil, ayni zamanda duygularinin sinirlari içinde dahi duymus, canlanmaya can atan eserin soluk alip verisini duyumsamis. Oyunun dekor tasarimini yapan Nilüfer Moayeri’ye de sanirim bombos bir alan ve asgari malzemeyi yeglettirmis. Dekor sanki yok gibi. Kazankaya’nin, akisi mekândan mekâna siçratmalarinda dekor ayak bagi olmamis, oyunun hizini etkilememis. Sahnede her kullandigi malzeme seyircinin yaraticiligini kiskirtir bir hal almis. Seyirciyi kendi imgeleminin zenginliklerine çagirmis. Kostümler de Moayeri’nin sekil ve uzay iliskilerini görebilme, zihinlerde çesitli tasarimlar yaratabilme ve bunlari çizimle ifade edebilme yeteneklerine sahip oldugunun somut örnegi olmus. Isik tasarimiysa (Bahar Karaoglu’nun ilk tabloda huzme disinda kalmasi hariç) sahneye hareket, olaya duygu katan Yüksel Aymaz imzali yetenek ve zekânin yeni bir göstergesi olarak oyuna renk katmis.
MEHMET ASLAN BANA KIRILMAZ
Oyuncular için de iki laf etmem gerektiginde, Mehmet Aslan (1974)’in Kutay’in yaratici itkilerini aksiyona yönlendiremedigini söyleyerek söze baslayacagim. Itki içsel bir dürtü, henüz tatmin edilememis bir arzu, öyle degil mi ama? Ya aksiyon? Aksiyonun kendisi arzunun dissal ya da içsel bir tatmini degil mi? Öyleyse Mehmet Aslan’a sormak isterim: Kutay’in yaralandiktan sonra Berna ile olan iliskisi neden ikircikli?
Neyse!
Nesrin Kazankaya Berna’yi iyice yogurup, onu yaratici amaç haline getirebilmeyi mükemmelen yaratiyor. Dilan’da Linda Çandir (1980), can üfledigi karakterin kuru kaydina yasam ruhu siringa etmesini beceriyor. Yazar tarafindan önerilen kosullari yeniden yaratiyor. Zeynep Özden (1981), kendisi daha çocukken bosanmis olan cerrah ana babanin uyusturucu müptelasi “entel” kizlari Rengin’in varolan olgularini pek güzel yansitirken, olgularin siralanisinda ve birbirleriyle olan iliskilerinde basariya ulasiyor. Bana umut baglatan oyunculardan Ilker Yigen (1984) Kenan’i, fiziksel olarak sekillendirmesinde yaratici duygularini aktarmak için her seyi, ama her seyi kullaniyor, beni de pek mutlu ediyor.
DERINLIKLI TUTKULARI OLAN YENI BIR OYUNCU DAHA
Ilk kez izledigim Bahar Karaoglu’nu ise önce yol gösterici anlamda elestirecegim. Elestirirken bilmesini isteyecegim ki oyuncunun sesi, uzantisini olusturdugu bedeninden ve seslendirdigi ya da en azindan tasidigi dilsel metinden ayri tutulamaz. Karaoglu bilinçsizce ve sanirim bilgisizce kötü bagiriyor! Solunum aygitini, girtlagini, tinlasim (rezonans anlaminda kullaniyorum) bosluklarini derinlemesine tanimasini, gerekirse profesyonel destek almasini önerecegim. Sonra da müzikal(!) sarkicisi Sevda’ya duygulari, iradesi, akli ve tüm varligini harekete geçirerek derinlikli tutkulari olan coskularla can verdigi için kutlayip, alnindan öpüyorum.
“KAZAEN” SEZONUN IYI OYUNLARINDAN
Diger taraftan “Kazaen”i sezonun görülmeye degerleri arasindaki yerine yerlestirip, Tiyatro Pera’ya nice yillarda nice basarilar dileyecegim.
Beyoglu’ndaki Bey ogullari bir yerlere saklanmis, olsun!
Beyoglu’nda artik sadece bir tutam deger kalmis, ne gam!
O bir tutam degerin de artik hiç mi hiç degeri kalmamis, bos verin, koyun bir kenara dursun!
Hakkidir!
“Kazaen”in alkisi yeni sezonda da bol olsun!

Dünya Gazetesi, 16 Aralik 2011, Nermin Sayin
Beyoglu’na Vefa Borcu
Tiyatro Pera’nin yeni yapiti “Kazaen” Istiklal Caddesi’nde hayatlari birbirine degen insanlarin öyküsünü anlatiyor.
Beyoglu’na borçlu olmayaniniz var mi? Istanbul’un ortasinda kadim bir nehir gibi daima akan, o çilgin, o ugultulu caddeye, hani adina Istiklal dedigimiz? Onunla geçen yogun ama güzel bir günü, her seye ragmen sevdigimiz o güzel karmasayi, belki ufkumuzu açan bir tiyatro oyununu, kalbimizi neseyle dolduran bir gülümsemeyi, bir askin baslangicini, bunlarin hiçbirini de degilse bile, dolgun bir parça bol findikli çikolatanin yarattigi hazzi borçlu olmayaniniz var mi?
Sizin cevabiniz nedir bilemem ama Tiyatro Pera’nin ona çok sey borçlu oldugu kesin. 2001’de kurulan topluluk önce adini ödünç aldi ondan, sonra da- mekaninin Siraselviler Caddesi’nde olmasi dolayisiyla- daima beslendi bu renk cümbüsünden. Öyle saniyorum ki geride biraktiklari on yila Shakespeare’ler, Çehov’lar, Brecht’ler, Dorfman’lar sigdirmanin yani sira Nesrin Kazankaya imzali yepyeni oyunlari da seyirciye armagan eden topluluk, baska hiçbir seyinden degilse bile çokkültürlülügünden, çoksesliliginden mutlaka beslendi Beyoglu’nun... Ve simdi de, onuncu yilini kutlarken, bu vefa borcunu ödemeye geldi sira. Elbette bir tiyatro oyunuyla oluyor bu ödesme: Tiyatro Pera, “Kazaen-Beyoglu’nda Çarpismalar” adli yeni yapitiyla, Siraselviler’den Istiklal’e candan bir selam gönderiyor.
Tiyatro Pera’nin Genel Sanat Yönetmeni Nesrin Kazankaya’nin kaleme aldigi ve sahneye koydugu, Safak Eruyar’in dramaturgisini yaptigi “Kazaen”, Istiklal Caddesi’nde hayatlari birbirine degen insanlarin öyküsü... Herkese ve her seye roman malzemesi gözüyle bakan yazar Kutay, onun bir dargin bir barisik oldugu akademisyen sevgilisi Berna, okumaya Istanbul’a gelen ve ürkek bir kusa benzeyen Güneydogulu Dilan, Virginia Woolf hayrani uyusturucu müptelasi Rengin, pavyon sarkicisi Sevda ile Trakyali bodyguard belalisi Kenan “Kazaen” karsimiza çikan Istiklal Caddesi insanlari... Bu her biri farkli ruhlara, farkli hayatlara, iklimlere sahip kisiler, Beyoglu denen ana rahminde, birbirlerine rastlayacak, birbirlerine degecek ve digerini degistirecekler oyun boyunca. Elbette mekan Beyoglu olunca duygudan bir gökkusagi da kusanacak oyun: Umut, umutsuzluk, korku, heyecan, yalnizlik, kistirilmislik, merak, siddet, ask, sevgi savurganligi, özlem, öfke, hayal, hayal kirikligi ve digerleri çikagelecek sahneye bir bir...
Nesrin Kazankaya’nin “Kazaen”de yazar olarak en büyük basarisi, bu kadar zengin bir caddeyi, birbirinden alabildigince farkli alti kisiye hissettirdigi onlarca duygu araciligiyla sinirli bir süreye tasiyabilmesi bence. “Kazaen” bembeyaz bir kar firtinasinin hapsedildigi küçücük bir kar küresi adeta... Yazar, sosyal konum olarak da, ruh olarak da kendine en yakin oyun kisisiyle uzak olani birbirinden ayirt etmemis, hepsini anlamaya, anlatmaya özenle gayret etmis. Bu objektif tavrin yaratabilecegi kurulugu ve duygu yoksunlugunu ise samimi bir sefkatle bertaraf etmis. Oyunun metnine damga vuran duygunun da sefkat oldugunu düsünüyorum. Hem Dilan’daki serçe yürege, hem de Kenan’da saklanan egoist oglan çocuguna duyulan...
Berna’yi canlandiran Nesrin Kazankaya, ögrencilerinden olusan bir ekiple sahneye çikiyor “Kazaen”de. Ilk defa izledigim Bahar Karaoglu, umutlari olan, çevresindekinden çok baska bir yasam özlemi çeken gencecik pavyon sarkicisi Sevda’da bütün seyircilere ismini ögretiyor... Ilker Yigen’in oynadigi bodyguard Kenan, en az sevdigi genç kadin kadar sistemin elinde oyuncak olsa da sanina laf söyletmeyen, kani deli akan, üstelik de Sevda’ya asik bir genç. Suyunu çikarmadan kullandigi Trakya sivesinde de basarili... Oyunun yönetmen yardimciligini da üstlenen Zeynep Özden, uyusturucu bagimlisi Rengin’de ruhunu koymus ortaya ve bence simdiye kadarki rolleri arasinda en akilda kalacak olana imza atmis. Özellikle park sahnesinde, Dilan’i canlandiran Linda Çandir ile birlikte bu sezonun en duygulu sahnelerinden birine imza atiyorlar... Linda Çandir’in Dilan yorumu içinse dogru tabir “dengeli” sanirim. Sive dengeli, ürkeklik dengeli, anaçlik dengeli, umut dengeli ve umutsuzluk dengeli... Mehmet Aslan da romanci merakliligini ve coskusunu dozunda tasiyor sahneye... Özetle Nesrin Kazankaya ögrencileriyle ne kadar övünse azdir.
Dekora gelirsek... Tiyatro Pera, sahnesinde küçük bir degisiklikle Istiklal Caddesi’ni mekanina tasiyor oyun için. Milli piyango veya lavanta saticilarinin, tramvayin telasli sesleri, kitapçilardan tasan müzik neredeyse dekor yerine geçiyor. Kafeyi, karakolu, pavyonu ve hastaneyi simgeleyen birkaç esya, kimliksiz bir duvar ve bir parça tramvay rayindan ibaret dekor, kostümleri de yapan Nilüfer Moayeri’nin imzasini tasiyor. Söylemesem olmaz: Ben dekorda Istiklal Caddesi’nin tarihsel kimligine de atifta bulunulmasini tercih ederdim dogrusu.
Ve en nihayet: “Kazaen”i her seye ragmen Beyoglu’nu seven herkese gönül rahatligiyla tavsiye ederim... Ruhunuzda buruk bir tat birakacak...
Nermin Sayin

Hürriyet Gazetesi, 31.12.2011, Deniz Inceoglu
Haz duygusu ve seyir zevki burada
Usta tiyatrocu Nesrin Kazankaya, tiyatro tutkusunu ilk kez lisede en iyi kadin oyuncu ödülünü alarak taçlandirmisti. Yillar sonra rejisörlügü seçip Istanbul’da Tiyatro Pera’yi kurdu. Her oyununda sosyal, politik mesajlar verdi, durum elestirisi yapti. Ilk yillarda çekilen zorluklara ragmen, Tiyatro Pera hâlâ dimdik ayakta ve lafini esirgemeden oyunlarini sahneleyerek 10. yilini kutluyor. Nesrin Kazankaya, 10 yilda neler yasadiklarini ve gelecek planlarini anlatti.
Bildigim kadariyla Tiyatro Pera'nin kurulusuna siz devlet tiyatrosunda müdürken iktidar degisikligi sebep oldu, o dönemden bahsedebilir misiniz?
Devlet Tiyatrolari benim yetistigim kurum, Türk tiyatro sanati için varligi tartisilmaz; islevi ve görevi çok büyük. Yayginlik açisindan tek olusum. Ankara Devlet Konservatuvari’nda aldigim egitim ve gelenegi, bölüm baskani oldugum Pera Güzel Sanatlar Tiyatro Okulu’nda sürdürüyorum zaten. Ancak Devlet Tiyatrolari’nda yaptiginiz islerin kalici olmasi, yaratimlarinizin takipçisi olabilmek neredeyse olanaksiz. Istanbul Devlet Tiyatrosu’nda bir buçuk yil süren müdürlügüm, genel müdür degisikligiyle, siyasal tercihlerle sonlandirilinca, yaklasik 17 oyundan olusan emegimiz de çöpe gitti bir anda. Tiyatro Pera’yi daha çok çalisabilmek, üretebilmek, söyleyecek ‘söz’ümüzün, estetik arayislarimizin pesine düsebilmek; oyuncularin ayni tiyatro anlayisinin çevresinde toplandiklari bir alan açabilmek için kurdum. Pera Güzel Sanatlar Kurumlarinin kurucusu Sabahattin Özbakir’in sanata olan inanci ve destegiyle kuruldu Tiyatro Pera.
Kaç kisi yola çikmistiniz, simdi kaç kisi var?
Tiyatro Pera’yi, Devlet Tiyatrolarindan dramaturg arkadasim Safak Eruyar’la birlikte kurdum. Hâlâ birlikteyiz. Sanat Yönetimi olarak iki kisi basladik, eski ögrencim, artik eriskin bir oyuncu olan Zeynep Özden’in yillar içinde katilmasiyla simdi yönetimde üç kisiyiz. Tiyatromuzun açilisini yaptigimiz, Ariel Dorfman’in “Ölüm ve Kiz” adli oyununu, konuk oyuncularla sahnelemistim. Ikinci oyunumuzdan itibaren okulumuzdan mezun ögrencilerimizden bazilari sahnede yer almaya basladi. 10. yilimiza vardigimizda, artik 15 oyuncudan olusan bir ekibimiz var. Eski ögrencilerim, artik birlikte sahne paylastigim meslektaslarim oldu. Bazi oyunlarimizda deneyimli konuk oyuncular da yer aliyor. Büyük projelere imza atma cesaretini gösteriyoruz.
ÖFKE VE INAT ISTEYEN BIR IS
Tiyatro Pera, ilk yillarda kendini nasil ifade etti, seyirciyi nasil çekti? Zorluklar yasandi mi?
Yasanmaz olur mu? Özel tiyatro yapmak uzun öfke ve inat isteyen, çok zor bir is. Ilk yillarda izleyiciye ulasma, kendimizi tanitma zorluklari yasadik. Uzun yillar usanmadan yeni oyunlar üretip kendi izleyicimizi olusturmaya çalistik. 10 yilda 12 eriskin, iki çocuk oyunu sahneledik. Çocuk oyunlarimizin izleyicileri, bugünün eriskin izleyicisi oldu.
Eserleri çogunlukla kendiniz yazip yönetiyorsunuz. Bu konuda özellikle gençlere sans vermeyi düsündünüz mü? Ya da farkli kisilerin eserlerine...
Söyleyecek sözümüzü ve estetik tercihlerimizi içerecek oyunlari kendimiz üretmeye karar verdigimiz 2003 yilindan beri, bazi sahneledigimiz oyunlari ben yaziyorum. Repertuvarimiz çok genis, A. Dorfman, Coline Serreau gibi çagdas yazarlardan, Shakespeare, Çehov, Brecht gibi yazarlara ve benim oyunlarima dek genis bir yelpaze bu. Tiyatromuzun gelecekteki sahipleri gençleri yetistirmek için Safak Eruyar’la birlikte büyük çaba gösteriyoruz.
Tiyatro Pera'nin gelecek 10 yil için planlari neler?
Önümüzdeki üç yil için repertuvar önerimiz var. Gene edebiyat agirlikli klasiklerden, modern metinlere uzanan bir seçki olacak. Önce “Ah Smyrna’m, Güzel Izmir’im!” oyunuyla baslayacagiz.
BEYOGLU DA OYUN KISISI OLDU
10. yilin son oyunu “Kazaen (Beyoglu’nda Çarpismalar)”da, adini aldigimiz semtin, Pera’nin sokaklarinda dolasiyoruz. Tiyatromuzun içinde dogup büyüdügü semte bir gönül borcu bu oyun. Metropolle mücadele ederek yasama tutunmaya çalisan degisik kesimden insanlarin, kazaen çarpismalarini, birbirlerinin yasamlarini etkilemelerini ve yeni baslangiçlara evrilmelerini, hemen yanibasimizdan sahnelerle anlatiyor. Ünlü bir roman yazari ve sevgilisi edebiyat akademisyeni, uyusturucu bagimlisi bir genç kiz, bir pavyon sarkicisi ve bodyguard sevgilisi, üniversite kazanip Güneydogu’dan gelen bir Kürt kizi, Istanbul’da yasamaya ve yasama tutunmaya çalisan oyun figürleri. Beyoglu bu insanlari beklenmedik, tuhaf rastlantilarla, “kazaen” bir araya getiriyor. Beyoglu da bir oyun kisisi gibi sahnede.
10 YILDA
- En kötü an Sahnemizin adi, “Eren Uluergüven Sahnesi”. 2004’te yazdigim “Dobrinja’da Dügün”ü sahnelerken, sevgili asistanim, oyuncu Eren Uluergüven’i çok genç yasta bir kaza sonucu yitirdik. Oyunda, Yugoslavya’da 40 yildan çok içiçe yasamis kardes halklarin birbirine düsman edildigi Yugoslav Iç Savas’inin derin acilariyla ugrasirken; yasam bizi de tarifi imkansiz, derin bir aciyla sarsti. Eren’in adi, tiyatromuz var oldugunca bizimle yasayacak.
- En güzel an Aylarca süren provalardan sonra izleyiciyle bulustugumuz ilk oyunlar ve yurt disi festivallerine katilip Türkiye’yi temsil etmek. 2009’da 10 ödül kazandigimiz “Rahat Yasamaya Övgü-Brecht Kabare” oyunu ile iki genç oyuncumuzun ödül aldiklari an, özellikle en güzel an oldu benim için.
- En çok sasirtan Giderek büyüyen izleyici profilimiz. Bize sahip çikmalari. Özel tiyatro yapanlar bilir, izleyiciyle bulusamama korkusu pesinizi hiç birakmaz. Ancak Tiyatro Pera’nin kendi izleyicisi olustu diyebilirim.
- En büyük prodüksiyon Shakespeare’in “Venedik Taciri”, Brecht’in “Rahat Yasamaya Övgü-Brecht Kabare”, Çehov’un “Vanya Dayi” adli oyunlari. Kabarede alti kisilik bir orkestramiz var. 10-15 oyuncu arasi degisen büyük kadrolarla sahnelendiler. Hepsini de hâlâ oynuyoruz ve oynayacagiz.

Milliyet Sanat, Aralik 2011, Bahar Çuhadar
1. Oyun alti farkli karakterin öyküsünü anlatiyor ama Beyoglu da karakterlerden biri gibi. Farkli tipler üzerinden günümüz insaninin halini anlatmaya soyunurken, mekân olarak Beyoglu'nu seçmenizin nedeni neydi?
Beyoglu Istanbul`un merkezi. Beyoglu Belediyesi`nin verdigi bilgiye göre, hafta sonlari bir milyon kisi geçiyormus Istiklal Caddesi`nden. Beyoglu, Istiklal Caddesi, Taksim, her siniftan insani içinde harmanlayan, ülkemiz sosyo-kültürel yapisinin bir göstergesi; yalnizca Istanbul’un degil, belki de Türkiye’nin merkezi. Öylesine farkli sosyal kimlikler ayni parke taslarini paylasiyor ki, ülkemizin en uzak köselerinden geçen çizgiler burada kesisiyor sanki. Her gün yürüdügümüz; yanimizdan hizla, hep önemli bir isi varmis gibi geçip giden binlerce insanin, binlerce yasamin, birbirine teget geçerek, çarparak akip gittigi Istiklal Caddesi’nde, gözümüzün rastlantiyla takildigi bir kaç kisiyi takip edebilsek; yasamlarina sizip, özellerine giriversek, nasil uç noktalarda öykülerle karsilariz kimbilir. Kimbilir hangi hayaller, umutlar, düs kirikliklari, öfkeler geçip gidiyor yanimizdan? Böylesi bir mekan edebiyat ve özellikle tiyatro için çok verimli bir malzeme deposu. Degisik kesimlerden figürleri ve yasamlarini bir araya getirmek için, benim de yasadigim ve çalistigim, en yakinimdaki mekani seçtim. Bu denli farkli sosyal siniflardan insanlarin, böyle rahatlikla bir araya geldigi baska bir yer oldugunu sanmiyorum Türkiye`de. En zengini, en fakiri, aydini, ögrencisi, düskünü, dilencisi, tinercisi, mafyasi ile inanilmaz bir karmasa. Bir arada hayal bile edemeyeceginiz kimlikler karsilasabiliyor burada. Herkes için bir yer var Beyoglu`nda.
2. Bir tür 'kesisen insan hikâyeleri' durumu var. Sinemanin son yillarda sevdigi bir üslup bu. Siz oyunu kaleme alirken 'kesisen öykü' kurgusu yapmaya nasil karar verdiniz?
Kesisen öykü kurgusunu, yakin figürlerle ve belli bir öykü çerçevesinde pek çok oyunumda kullanmistim. Günümüz Istanbul`unu konu alan bir oyun yazip sahnelemeye karar verince, tek bir öykü çevresinde dolanmak mümkün olmadi. Istanbul yasaminin karmasasi oyuna yansidi. ‘Kazaen’ oyununda öyküler çok farkli. Alti figürün birbirine benzemez alti öyküsü var. Bu öykülerin rastlantisal kesismeleri, her birinin yasamini yeniden yönlendiriyor. Uluslararasi çapta ünlü bir roman yazari olan Kutay ve sevgilisi edebiyat arastirmacisi akademisyen Berna, iliskilerinin sonuna gelmis, ayrilmak üzeredirler. Entellektüel düzeyde çektikleri acilarla bogusmaktadirlar. Beyoglu`nun arka sokaklarinda siradan bir pavyon sarkicisi olan Sevda, söhret olma hayalleri kurmakta; genç yasta içine düstügü bataktan, sevgilisi “bodyguard” Kenan`a tutunarak kurtulacagini umut etmektedir. Arka sokaklarin maço, kiskanç kabadayisi Kenan, güçsüzlük ve çaresizligini, sevgilisi Sevda`yi hoyratça sahiplenerek gizlemeye çalisir. Uyusturucu bagimlisi Rengin, anne ve babasi doktor olan iyi bir aileden gelmektedir. Üniversitede bir dönem Berna`nin ögrencisi olmus ve hocasina büyük bir hayranlikla baglanmistir. Rengin, her an ‘son kez’ kullandigi inanciyla, uyusturucu bagimliliginin, onu nasil bir sona götürebilecegini görmezden gelmektedir. Sekiz çocuklu bir Kürt ailenin akilli, güçlü kizi Dilan ise, üniversite kazanip Hakkari`den yeni gelmistir Istanbul`a. Ailesine bile yardim edebilecegi, güzel bir gelecek düslemektedir. Beyoglu`nun çaprasik sokaklarinda, beklenmedik mekanlarda “kazaen” yasanan “çarpismalar”, bu insanlari bir araya getirir. Artik hiç birinin yasami eskisi gibi olamayacaktir. Bu çarpismalara eslik eden, arabeskten, jazz tinilarina genis bir müzik yelpazesi de, Beyoglu`nun sosyal kaosunu yansitip, Istiklal Caddesi`nde dolastiracak izleyiciyi. Ardinda hüznü gizleyen komik olaylarla, her izleyici, tanidik bir seyler bulacak oyunumuzda.
3. Tiyatro'nuzun adi 'Pera', mekâniniz zaten Beyoglu. Vaktinizin büyük bir kisminin Beyoglu'nda geçtigini tahmin ediyorum. Bu kisisel kosulun 'Kazaen'in ortaya çikmasinda ne kadar etkisi var merak ettim. Ayrica 'sizin Beyoglu'nuz nasildir, onu da...
Alti yüz yila yaklasan geçmisiyle, Haliç’in karsisinda gelisen bu bölge, Yunanca’da ‘karsi yaka’, ‘öte’ anlamina gelen ‘Pera’ adiyla anilmis. Pera’nin ortasinda, on yildir araliksiz perde açan “Tiyatro Pera” da, bu oyunuyla, adini aldigi semtin sokaklarinda dolasiyor. Söyle küçük bir tur atsak Pera sokaklarinda, gören gözlerle bir baksak, nasil bir “harikalar diyari”na düseriz. Benim gördügüm Beyoglu`nda öylesine uç görüntüler var ki; gece ve gündüz iki farkli semt oluyor sanki. Seçkin kafelerde sanatsal bulusmalar, yeni edebiyat arayislari, hatta akimlari doguyor; Bizans oyunlariyla yasamlar karariyor/karartiliyor; arabeskten popa, klasik müzige yükselen nagmeler, her kesimden insana kendini buraya ait hissettiriyor. Seyyar saticilari, piyangoculari, yankesicileri, tarot fallari, manda batmaz köpüklü kahveleri, kitapçilari, Çiçek Pasaji, arka sokaklari ile, geçmisten günümüze yaratilmis her türlü mucizevi bulusu bir araya getiren Beyoglu’nun ortasindan geçen tramvayin “çin çin” sesini, ambülans, polis sirenleri bastiriyor. 1995 yilinda, gözaltinda kaybolan yakinlari için Galatasaray Lisesi önünde oturmaya baslayan “Cumartesi Anneleri” hâlâ oturmayi sürdürüyor. Baskinlar, tutuklamalar, siddet sahneleri, semti aniden savas alanina çevirebiliyor. Sonra hemen, sanki hiç bir sey yasanmamis gibi, gene binlerce kisi yaninizdan akip gidiyor. Kapatilan sinemalar, tiyatrolar, yüzyillik tarihi binalara açilan “modern” alisveris merkezleri, kafe-lokanta önlerinden zorla toplatilan masalarla degistirilen sokaklar, polis baskinlari... Yeni bir kültür dayatmasi ile Istiklal Caddesi’nin yasam biçimi degistirilmeye çalisiliyor. Böyle bir semtte yasayip tiyatro yapinca, Beyoglu`nun bugünü ve geçmisi son derece etkiliyor insani tabii. 19. yüzyildan günümüze hemen her yazarimiz, sairimiz bir sekilde Beyoglu’ndan geçmistir. Bu yolculuk, günümüzde, Beyoglu`nun pek çok yerinde, kafe-meyhane-lokanta mekanlarinda da sürüyor. Beyoglu, gelecekteki edebiyat kusaklarina da malzeme olmayi sürdürecek.
4. Karakterleriniz ne kadar gerçekten Beyoglu'ndan dogdu, ne kadar hayal ürünüdür acaba?
Oyun figürlerimin tümü hayal ürünüdür. Yasadiklarimdan, biriktirdiklerimden tasidigim figürler. Yazar Kutay, akademisyen Berna gibi bazilarini daha yakindan taniyorum. Digerleriyle de bir sekilde karsilasiyoruz. Hepsi bizim insanlarimiz; hepsi Beyoglu`nda yasadiklarimiz.
5. Oyunun temel meselesini nasil özetlersiniz?
Oyunun temel meselesi, Türkiye`nin sosyo-politik gerçekligi aslinda. Aydinlanma sürecinin yasanmadigi; sosyal adaletin, dengeli kalkinma planinin olmadigi ülkemizde, insanlar daha iyi bir yasam umuduyla büyük kentlere göç ediyorlar. Istanbul gibi bir metropol en büyük göçü aliyor. Farkli kültürler bir arada, yoksullukla mücadele ederken, yasamaya tutunmaya çalisiyorlar. Çogu da kaybetmeye mahkum kirik yasamlar. Keskin sinif farklari yabancilasmaya, hatta düsmanliklara yol açiyor. Istanbul`un gerçek sahipleri kimler acaba? Ya da kimlere dogru evriliyor? Oyunumuzda da farkli sosyal kesimlerden insanlar, komik gibi görünen olaylar örgüsü içinde yasama tutunmaya çalisiyorlar. Beyoglu`nun isiltili, eglenceli görüntüsünün ardinda yozlasmis, hüzünlü bir dünyanin gerçekligi ortaya çikiyor.
6. Tiyatro Pera 10 yili geride birakti. Hem o günden bugüne aldiginiz mesafeyi, hem de sizin kisisel hislerinizi alabilir miyim?
“Tiyatro Pera” kurulusunun 10. yilini kutluyor. Bir özel tiyatro olarak biz de bu on yil içinde yasama tutunma, var olma savasimi verdik. Biz de Istanbul`u sahiplenmeye çalistik. Kentin de bizi sahiplenmesi için mücadele ettik. Tiyatro sanatinin haz duygusunu, seyirlik zevkini, estetik açilimlarini unutmadan akademik ve sosyal kaygilar güden, bir repertuvar tiyatrosuyuz. Belli bir dünya görüsüne sahip olmamiz, akademik egitime verdigimiz önem ve repertuvar politikamiz, kimligimizi belirliyor. Kendi oyuncularimizi yetistirirken, bir yandan da kendi izleyicimizi olusturduk. On yil içinde on dört oyun sahneledik ve bunun sekizini oynanir durumda tutabilme basarisini gösteriyoruz. Yani tam anlamiyla hedefledigimiz “repertuvar tiyatrosu”nu gerçeklestirdik. Ödenekli tiyatrolarin bile ulasamadigi bu hedef, bir özel tiyatro için oldukça zor ve gurur verici bir olgu. Her sezon yeni bir oyunla birlikte, daha önceki oyunlarimiz sergileniyor. Içerik olarak bireysel ve toplumsal dertlerin pesine düsen, birbirinden farkli estetik yaklasimlari olan, renkli bir repertuvarla izleyicimizin karsisina çikiyoruz. Tiyatro Pera’da, Shakespeare’den Brecht’e, Çehov’a, benim yazdiklarima, sahneledigim her oyunla bir risk aliyoruz. Içerik ve estetik yeterlilikler pesindeyiz. Her oyunumuzun, farkli alanlarda söyleyecek bir sözü var. Estetik olarak da yapabileceklerimizin çitasini hep yükseltmeye çalisiyoruz. Tiyatro sanatindaki çesitliligi, profesyonel oyuncularla, farkli reji anlayislariyla sahnemize tasimaya çalisiyoruz. Bir repertuvar tiyatrosu olarak, oyunlarimizla kendimizi tekrarlamamak için büyük bir çaba gösteriyoruz. Bu sezon yeni oyunumuz “Kazaen (Beyoglu`nda Çarpismalar)” disinda, Çehov “Vanya Dayi”, Shakespeare “Venedik Taciri”, Brecht “Rahat Yasamaya Övgü (Kabare)” ve benim yazdigim, “Quintet (Bir Dönüsün Beslemesi)”, “Serefe Hatiralar (Istanbul 1955)”, “Dobrinja`da Dügün” oyunlari sergilenecek. Aralik ayinda “Simdi Söyle!” adli çocuk oyunumuz baslayacak. Mayis 2012`de “Uluslararasi Istanbul Tiyatro Festivali”nde, 1924 yili mübadelesini konu alan “Ah Symrna’m, Güzel Izmir`im” adli yeni bir oyunun prömiyerini yapacagiz. Istanbul`un, özellikle Beyoglu`nun kalici bir tiyatrosu olmak için, “Pera”da tüm inancimiz ve gücümüzle çalisiyoruz.
|