Profesör ve Hulahop
İlk Oyun: 21 Eylül 2007
Kast Özet Basın Bülteni Basından Broşürden Video Foto Galeri | |||||||||||||||||||||||||||||||
Cumhuriyet Gazetesi, 31.10.2007, Turgay Fisekçi
|
|
Cumhuriyet Gazetesi, 18.11.2007, Orhan Bursali
Bilim ile toplum arasindaki iliskiler, özellikle günümüzde giderek yalitilmis bir nitelik kazaniyor. Nedeni, bilimcinin ugrastigi konularin yayginlasmasi ve derinlesmesi. Çesitli bilimlerin, binleri asan alt disiplinleri olustu! Günümüzde ise mesleki bilim dergilerinde yilda yayimlanan makale sayisi 1.100.000 civarinda! ABD’li bilimciler sadece geçen yil 283.000 arastirma makalesi yayimladi, Türkiye’de 13.693! (**)
Öyle ki, örnegin bir fizik bilimci, ‘komsu fizikçi’nin yaptigini bilmeyebiliyor, çünkü kendi uzmanlastigi alanda yapilan arastirmalari ancak izleyebiliyor!
Bilimciler arasindaki iliskiler bile bu noktaya vardiysa, toplum ne yapsin? Bilim, arastirma alan ve konulariyla derinlestikçe, toplumla iliskileri zayifliyor.
Bilim, sanat dünyasinin da konusu. Bilim ve sanati birlestiren çok yön var! Birbirlerini etkiler, üst düzey yaraticiliklarinda, insanoglunun sezgi, düs yetenegi vb. gibi üstün niteliklerini paylasirlar! Tiyatro Pera’da oynanan “Profesör ve Hulahop” oyunu gibi!
Nesrin Kazankaya, senaryosunu yazdigi ve Engin Alkan ile birlikte basariyla oynadigi “Profesör ve Hulahop”ta, büyük bir cesaretle bilim dünyasinin içine giriyor! Kazankaya, hazirlik döneminde onlarca popüler kitap okuduktan sonra (bizim Cumhuriyet Bilim Teknik’in de yakin izleyicisi!) bilimlerin en anasinin, fizigin tam merkezine baliklama dalmis! Einstein, Görelilik, Kuantum vb... Hayir, Kazankaya bize fizigin kavramlarini kavratmaya çalismiyor!
Dag basindaki bir bilimsel konferanstan dönüste arabasi bozulunca kar kiyamette lokantasina-evine (ve eline!) düsen bir üstün nitelikli Türk fizikçi araciligiyla bizi bilimcinin insani dünyasina sokuyor! Orada, her sey var: Fizikçinin toplumsal zayif yönleri, baskasina “fizikten, bilimden anlamazsin” tavri, ancak anlatilanlari Hulahop gibi (çok iyi bir bulus!) deneylerle izah eden, kavrayisi üstün halktan biri!
Oyunu uzun süre izledikten sonra, söyle bir kaniya kapildim: Kazankaya bilime ve bilimciye fazla yüklenmis! Fakat sürpriz ve beklenmedik bir sonla, kendini ve oyunu, olayin içindeki sorumluluktan ustaca siyiriyor ve fizikçiyi 1980-1982 yillarinda toplumsal ve insani sorumluluklarindan kaçislari, korkulari, ihanetleri vb. ile bas basa birakiyor!
Kazankaya, bilimcilerle toplum arasindaki iliskiyi sorguluyor, sosyal kimlikler açisindan bilim dünyasina bakiyor. Bilim insanlari sadece kendi buluslariyla mi ilgilenmeli? Buluslarinin yol açtiklari kendilerini ilgilendirmemeli mi? Bilim insanlarinin siyaset ve sosyal alanla iliskileri ne olmali? ... Bu ve benzer sorular, Profesör ve Hulahop’un merak konulari! Oyun 1960’li yillarin etkileyici sarkilari esliginde merakla izleniyor! (Tiyatro Pera: Siraselviler Cad. No: 70 Taksim Tel: 0212 245 44 60; www.tiyatropera.com; info@tiyatropera.com)
***
Bilimle toplumu hen firsatta bir araya getirmek gerek. Kazankaya bunu iyi yapiyor! Bilim-toplum iliskileri su açidan da önemli: Bilim, demokrasinin sinirlarini genisleten bir eylem ve düsünce alani! Bu durum, toplumu tepeden tirnaga ilgilendiriyor! Bu nedenle toplumu da bilime her firsatta yöneltmek gerek. Bu, hem toplumdan bilime katki, hem de toplumun bilim konusunda demokratik elestiri hakki için gerekli!
Bilimin bilinmezleri bilinir kilmasi, insanoglunun daha güvenli yasamasi için de yeni olanaklar yaratiyor! Fakat, bilim ne kadar genisler, derinlesir, bilinmezlere yanit verirse versin, 19. yüzyilin pozitivist düsüncesinin “bir bilim toplumu” yaratma inanci, en azindan günümüzde geçerli olamadi! Durmadan daha ötelense bile, her zaman bir “sirlar dünyasi” olacak ve inançlar varliklarina yaniti orada arayacaklar!
Fakat buna karsilik toplumun bilimsel bilgiye, düsünceye ulasmasini saglamanin da, insan temel hak ve özgürlükleri ile tamamen iliskili bir konu oldugunu unutmayalim!
Oyunu seyredin!
(*) Türkiye Bilimsel Yayin Göstergeleri(1), 1981-2006, TÜBITAK-ULAK-BIM, Editörler: I.Hakki Demirel, Cem Saraç, Elif Aytek Gürses...
(**) YÖK istatistikleri.
obursali@cumhuriyet.com.tr
|
Zeynep Aksoy
Tiyatro Zeynep Aksoy Tiyatro gündemi hareketlendi
Tiyatro Pera
__________________
Profesör ve Hulahop
Tiyatro Pera sezonu yine yeni bir oyunla açiyor. Nesrin Kazankaya’nin yazip yönettigi “Profesör ve Hulahop”. Askeri darbe yillarinin sancili dönemini, karli bir aksam vakti konferansa giderken dagda arabasi bozulunca bir lokantaya siginan fizik profesörünün basindan geçenler üzerinden izliyoruz. Basrollerde Engin Alkan ve Nesrin kazankaya var.
Sahne mektebi: Tiyatro Pera
Nesi var?
Tiyatro Pera’nin sekiz yillik bir geçmisi var; 2000 yilinda Nesrin Kazankaya tarafindan kuruldu. Ancak bir o kadar zaman da ‘Tiyatro Okulu’ olarak çalismalarini sürdürdü. Bu anlamda belki de türünün ilk örnegi. Farkli sahneleme biçimlerine olanak saglayan, 120 seyirci kapasiteli, el emegi göz nuru salonlari düsman çatlatiyor. Ekip, Pera Tiyatro Okulu’ndan mezun mekteplilerden olusuyor. Devlet Tiyatrolarindan konuk oyuncular da isin raconu. Repertuvarinda dünya klasikleri ve Nesrin Kazankaya’nin yazdigi oyunlar var. Çocuk oyunlariyla çocuk senliklerinde boy gösteren ve turnelere çikan Tiyatro Pera’nin minik seyircilerini de yabana atmamak lazim.
Nesi yok?
Ilk oyunlari “Ölüm ve Kiz”dan baslayarak, ödülleri toplamayi aliskanlik edindiler. Ödüllü oyuncular mektepli olmanin avantajiyla beslenedursunlar, Nesrin Kazankaya’nin yazdigi övgüye deger oyunlari seyredince, insanin ‘bu isin sirrini bize de bir ögreten çiksa’ diyesi geliyor. Taze oyuncular yetistiren Nesrin Kazankaya, oyun yazarliginin püf noktalarini da kamuya açsa fena mi olur?
Ve perde...
Tiyatro Pera yeni sezonda “Profesör ve Hulahop” adli oyunuyla Istanbul’da prömiyer yapiyor. Eylül’de ‘Kibris Tiyatro Festivali’nde oynanan oyun, Nesrin Kazankaya’nin kaleminden çikma. Kazankaya’yi ayni zamanda Engin Alkan’la birlikte sahnede de izleyecegiz. Dramaturji Safak Eruyar’a ait. 1982 yilinin karli bir aksaminda arabasi bozulan fizik profesörü bir lokantaya siginir. Orada kendisini hulahoplu bir kadin beklemektedir. Geceden sabaha süren birliktelige, 1982 Türkiye’sinin acili politik süreci eslik eder... Simon§Garfunkel’dan, Bob Dylan’a, Loretta Lynn’den, Joan Baez’a uzanan altmisli yillarin müzigi ise oyunun bonusu. ‘Profesör ve Hulahop’u 19 Ekim’den itibaren Cuma, Cumartesi günleri 20.00’de, Pazar günleri 18.30’da seyredebilirsiniz. 50’li yillarda Istanbul’da geçen “Serefe Hatiralar” ise toplumsal Alzheimer salginina acil sifalar getirmeye devam edecek.
|
Post Express, 15.11.2007
Tiyatro Pera’dan 1980’lere Bakis: “Profesör ve Hulahop” GIZEMLI KARA DELIKLER
Bilim gibi, hele kuantum fizigi gibi bir alana girmek, buradan “80 sonrasi Türkiyesi”ne bakmak nasil bir seçim?
Türkiye Cumhuriyeti tarihiyle yüzlesmek, yakin tarihimizdeki dönüm noktalarina bakmak, irdelemek, hepimizin her sarsintida -ya da her geri adimda diyelim- gereksinim duydugu ve duymasi gereken bir olgu. 1923 Cumhuriyeti’ni, ‘50’li yillari, ’60, ’71 ve ’80 askeri darbelerini görmezden gelerek günümüzdeki savrulmayi; fundamentalizm bataginda yeniden olusturulmak istenen yapiyi algilamamiz olasi degil. Aydin olmaya çabalayan tiyatrocu kimligimle, kendi geçmisimle yüzlesebilmeyi ancak yazdigim son iki oyunla gerçeklestirebildim. “Serefe Hatiralar /Istanbul 1955” ve “Profesör ve Hulahop” oyunlarimla. Yüzlesmek zor, herkes için zor. Hele tiyatroda, dram sanatiyla böyle tehlikeli bir alana girmek! Sikici, didaktik ya da belgesel oluverir, tiyatrodan, sanattan uzaklasabilirsiniz. Bu noktada, bana heyecan veren konular ilgi alanima giriyor. Oyuncu, rejisör ve yazar olarak bana heyecan veren konular tetikleyici oluyor. Sosyal sorumlulugum, tiyatrocu yanimla hep çatisma halinde. Söylenmesi gerekenle, yazilmasi ve oynanmasi gereken, en çok titizlendigim konu oluyor. Burada benim için ilk adim, kenarda duran, hemen akla gelmeyen özel kimlikler üzerinden genel sorunlara küçük bir pencere açmak oluyor. “Serefe Hatirlar” da, Osmanli kökenli soyu tükenmis elit soylular ve onlarin çocuklariyla 50’li ve 70’li yillari anlatmaya çalistim. Bu yeni oyunumda da ’80 darbesinin hemen sonrasina, dünya çapinda ünlü, dahi bir fizik profesörüyle, onun çatiskilariyla bakiyorum. Askeri darbenin vahsetini, onca aciyi birebir yasamis insanlarin dramiyla degil de, ayni dönemi kendi dünyasinda yasamis bir bilim insaninin “akil oyunlari”yla bir oyun kuruyorum.
Böyle siyasi boyutlari olan bir konuyu, bir bilim insaninin üzerinden anlatmak pek olagan bir seçim degil. Bilim dünyasina egilmek seni zorlamadi mi?
Bir bilim insaninin, kuantum fizigi çalismalariyla dünya çapinda ünlenmis bir fizikçinin dünyasini anlatmak, zorlu bir çalisma gerektirdi. Fen bilimlerine her zaman yüksek bir ilgi duydum. Matematik bir zeka, sanati matematiksek bir yaklasimla algilamak çok önemli benim için. Anlatacagim asal konu fizik olmamakla birlikte, neredeyse bir yil fizikle ugrastim; reji ekibimle derin bir arastirmaya girdik. Zevkli bir süreçti. Oktay Sinanoglu gibi degerli bilim insanlarimizi kitaplariyla yakindan tanimak olanagini bulduk. Figürümün bilim kimliginin olusumunda hepsinden bir parça var. ‘80’li yillarin sosyal çatismasini böyle özel bir figürle anlatabilmek, inandirici olmak için onun dünyasini da inandirici anlatmak gerek. Seytan ayrintida! Kuantum fizigini dogru, kisa ve oyuna hizmet edecek bir biçimde anlatmak bayagi zorladi beni. Bence tiyatro oyunlarimizin genelde eksigi bu. Figürleri kalin çizgiler ötesinde anlatmak için yeterli emek vermemek. Oysa tiyatronun ana malzemesi insan. Özel yasamlar, bilinç, bilinçalti, gizemli “kara delikler”.
Oyun bilim adamini suçluyor mu?
Profesörü suçlamak ya da yüceltmek oyunun hedefi degil. Darbe dönemlerinde herkesin ama herkesin yasami yön degistirir, hedefler sasar.
“Bu beni ilgilendirmez! Ben bir sey yapmadim! Hem ne yapabilirdim ki?...” gibi savunu cümleleriyle kimse, sosyal devinimlerin ya da ardindan gelen sürecin olusum sorumlulugundan kaçamaz. Hepimize düsen bir pay var. Belki de yapamadiklarimizla sorumluluktan kaçiyoruz. Peki ne yapacagiz? Genis bir meslekler skalasini düsünürsek, herkesten ayni durusu ya da ayni karsi çikisi bekleyebilir miyiz? Buna hakkimiz var mi? Oyunda buna yanit vermiyorum. Zaten veremeyiz. Sosyolojik tahliller o kadar kolay degil. Ama sorular sorulmasini saglayabildigimi düsünüyorum. Belki yazar olarak bazi anlarda duygusal taraf da tutmus olabilirim.
Oyunda canlandirdigin kadin figürü profesörden çok farkli bir kisilik…
Kadin, oyundaki gizemli figür. Yanitini oyunu izleyen kisi ancak finalde alabilir. Sorularin sorulmasini saglayan akil, komik ögelerle mesafeli bakisi olusturan düsünceler, sarkastik tetikleyici öge kadini olusturdu. Yasam sevinci ve direnciyle oynamaktan çok keyif aldigim bir figür oldu. Zaten oyunun kurgusunu sürprizlerle olusturmaya çalistim. Izleyicinin tepkisinden de görüyorum ki, oyun neredeyse kadin-erkek bulusmasinin komediyle anlatimi gibi baslarken, yarisindan sonra düzlem degistiriyor. Finalinde de bir baska sürpriz bekliyor izleyiciyi.
Dönemi yansitmak için müziklerden de cömertçe yararlaniyorsun.
‘60’li yillar müziklerini kullandim. Profesörün ilk gençlik anilarinin müzikleri. Müzik tüm oyunlarimda figürler kadar önemli benim için. Simon and Garfunkel’den Bob Dylan’a, Loretta Lynn’den Joan Baez’a uzanan müzikler; oyunda kullandigimiz hulahop, yoyo ve müzik dolabi (Jukebox), hem oyunun dramaturgisini destekleyen metaforik ögeler oldu hem de seyirlik zevkini destekliyor.
|
Cumhuriyet, 26.02.2008, Dikmen Gürün
Özgürlük ve sorumluluk sinirlari PROFESÖR VE HULAHOP
Bir adam ve bir kadin çevresinde baslar-gelisir-biter olaylar. Aslinda bitmez. Hiçbir zaman bitmeyecektir de... Yasam sorgulanmaya basladigi noktada bitmeyecektir...
Adam ve Kadin karli bir kis gecesi, dag yolunda bos bir üçüncü sinif lokantada tanisirlar. Ya da tanismazlar, sadece bir araya gelir, bir süre ayni mekani paylasirlar. Daha dogrusu, bilimsel bir konferans için bir kentteki bir üniversiteye giderken yolunu kaybeden Adam’in
( Profesör) karsisina birdenbire çikar, 1960’larin modasini çagristiran at kuyruklu saçi ve kirmizi elbisesiyle Kadin. 12 Eylül 1980’leri izleyen yillar içinde yasanan bir kesismedir bu. Gerçek midir? Bellegin bir oyunu mudur (halüsinasyon) Adam’a bu kirmizi elbiseli, müzik dolabindan (jukebox) parçalar seçen, hulahop çevirmeyi seven, çok konusan, çok soran ve sorgulayan, belirli kavramlari somutlastirip onlara bakarak çaglari, dünü, bugünü irdeleyen Kadin?
Beklenmedik bir bulusma ve siradan konusmalar... Kisa bir süre sonra siradanlik kirilir. Kadin (Nesrin Kazankaya) ve Adam (Engin Alkan) arasindaki diyalog “birey ve sosyal kimlik olmanin zor, karmasik dengelerini sorgulayan “ bir akis kazanir. Nesrin Kazankaya, bir yazar olarak, yine zor olani seçmis ve yasam gerçeklerini, Türkiye gerçeklerini bir bilim insaninin mesleki ve sosyal sorumluluklari açisindan ele almis. Altyapi çalismalarinda dramaturg Safak Eruyar titiz bir çalisma yapmis. Oyunun çikis noktalarindan biri; iktidarlarin gölgesinde bilim. Geçmisle oldugu gibi, günümüzle de örtüsen bir gerçek. Yasama dair belirsizlikler, sorgulamalar zaman içinde yasanan olumsuzluklar birbiriyle etkilesim içine girerek kirilmalara, geri dönüslere zemin hazirliyor. Söz konusu gerçeklerle hesaplasirken, yazar, kuantum mekaniginden rölativiteye, Einstein’den Oppenheimer’e pek çok alanda dolasiyor. Gerek Engin Alkan gerekse Nesrin Kazankaya seyirciyi yer yer zorlayabilecek tartismalari merak duygularini tetikleyen bir denge içinde götürüyorlar. Ayni denge, görenler hatirlayacaktir, Tiyatro Rast’in geçen sezon ne yazik ki çok kisa bir süre oynayan “Kuzey Isigi” adli oyununda da Köksal Engür-Bülent Emin Yarar-Erdem Akakçe üçlüsü arasinda yakalaniyordu. Bilimsel teorilerin tiyatro sanatiyla bulustuklari noktada çok keyifle izlenen yapitlar çikiyor ortaya. 1990’larin sonlarinda yazilmis olan (yazarini hatirlamiyorum) “Kuantum Tiyatrosu – Potansiyel Tiyatro: Yeni bir Paradigma” bu alanda ilginç bir okuma olabilir.
“Profesör ve Hulahop”da diyalog örgüsü hizli bir tempoda gelisir. Bu süreçte, Galileo’dan “elektronlardan olusan kutsal daireye,” ki Kadin’in hulahop benzetmesi de bu noktada girer devreye, çizilen zikzaklar bireylerin davranislarindan yola çikarak sistemin ve de insanin ait oldugu sosyal yapinin sorgulanmasinda dügümlenir. Bu sorgulama içinde yasadigimiz dünyanin ve sorumluluklarimizin kavranmasiyla mümkündür. Gelinen nokta, Adamin, göz ardi etmekte direndigi, belleginden silip atmak istedigi ama yasamini etkileyen olayla hesaplasma noktasidir. 1980 darbesinden önce ve sonra bir bilim insani olarak yasananlar/yasadiklari. Bir yanda teslimiyet ve basari , öte yanda suçluluk duygusu. Profesör’ün yasamindaki derin çatlak, kara delik bu noktada çikar ortaya ; “Gittim. Gimek zorundaydim. Ne yapabilirdim ki?” Yapilanlar, yapilmasi gerekenler, yapilmayanlar, göz yumanlar, muhbirler, ölenler, öldürenler... Karanlik...
Iki kisilik oyunlarda tabii ki karsilikli alisveris, etki-tepki iliskisi güçlü olmak durumunda. Yukarda da belirttigim gibi, çesitli inis-çikislarla, tirmanan-düsen gerilimlerle, gülümseten ama arkasinda hep elestirel bir bakisin kendini gösterdigi konusmalarla saglaniyor bu iliski. Olaylar bir polisiye çizgisinde gelisiyor ve seyirci kendini olayin içinde ve de yasananlara yanit ararken, darbeleri, tutuklamalari, sorgulamalari, idamlari, bilim alaninda yasanan kiyimlari düsünürken buluyor bir kez daha... bir kez daha... Ülke yasamindaki kara delikler.
“Profesör ve Hulahop”u bir üçlemenin ikinci oyunu olarak degerlendiriyorum ve bekliyorum 2000’lerin Türkiyesi’ne hangi pencereden bakacagini Nesrin Kazankaya ve Tiyatro Pera’nin.
“Insanlik tarihinin her döneminde, bireyler, özgürlük ve sorumluluk sinirlarinin belirlenme çatismasini yasamistir. Ancak günümüzde artik sorumluluklardan kaçis yollari giderek tikanmakta. ”
|
Broşürden
Bu Beni Ilgilendirmez...
“Bu konu beni ilgilendirmez; benim alanima girmez! Sorumlusu ben degilim ki! Ayrica ne yapabilirim? Ben yalnizca meslegimi yapiyorum. Benim isim (...).” Parantez içindeki üç noktaya diledigimiz bir meslegi koyabiliriz. Yukaridaki cümlelerle diledigimiz bir olayi, kisiyi, hakli çikarabilir ya da elestirebiliriz. Hatta kendimizle bile yüzlesebiliriz. Insanlik tarihinin her döneminde, bireyler, özgürlük ve sorumluluk sinirlarinin belirlenme çatismasini yasamistir. Ancak günümüzde artik sorumluluklardan kaçis yollari giderek tikanmakta. Çünkü içinde bulundugumuz iletisim çagi, en basta dertlerin, haksizliklarin ve sorumluluklarin paylasimini globallestirmekte. Bilim insanlari ve bilim sözkonusu oldugunda, elestirel kesin yargilara varabilmek oldukça güç. Metafizik yanitlarla dogayi açiklamak, bilimden giderek uzaklasan bireylerin yasamlarini kolaylastirabilir; ancak böylece, bilinçli ya da bilinçsiz, toplumsal yasam için karanlik bir gelecek hazirlandigi da açiktir. Batil inançlarin, hurafelerin, bilimsel buluslardan önemli kilinmaya çalisildigi günümüzde; bilim insanlarinin korunmasi gerekiyor. Bilim insani, dogada degisimi sorgulayan, merak eden, bitmek bilmez bir enerjiyle bir formülün pesinde yillarini harcayabilen bir kimlik. Yaratici, siradisi ve farkli çalisan bir zeka söz konusu. Ölümcül deneyler, geceden sabaha tekrarlanan gözlemler, bir bulus için sabirla, emekle bir ömrün adanmasi. Yillarin feda edildigi bir çalismanin belki de bir sonuca varamayacagini bilmek; verilen emegin yalnizca gelecekteki arastirmalar için malzeme olacagini göze alabilmek; inat, sabir, inanç ve alçakgönüllülük isteyen zorlu bir yasam. Doganin ayricalikli yeteneklerle donattigi böylesi insanlarin, kendi yaratim alanlarinda, özgür bir ortama gereksinim duyduklari ve bunu hakettikleri bir gerçekliktir. Ancak özgürlügün sinirlari, kendini çevreden yalitmayi ve sosyal sorumluluklara göz kapamayi da içerecek midir? Öte yandan bilim insanlarini, yaratim ve buluslarinin olumsuz sonuçlariyla suçlamak da bir baska kisir döngüye yol açabilir. Atom ve hidrojen bombalarinin kitle imha silahlarina dönüsmesi; Einstein, Oppenheimer, Sakharov gibi ünlü bilimcilerin tüm çalisma süreçlerini karalamaya yeterli midir? Dünya düzenini alt-üst eden siyasetçilerin, çikar çevrelerinin, uluslararasi sermaye isbirligi ve çekismesinin, büyük kitlelere dayattigi karanlik gelecek için suçlu aramaktan çok; karsi durus ve direnç bilincinin gelistirilebilmesi için çaba göstermek, tek tek her bireyin sorumlulugu degil midir? Bilim ve etik, günümüzün en can alici sorularini içeren bir konu. Oyunumuz bu konu etrafinda, keskin yargilara varmadan; birey ve sosyal kimlik olmanin zor, karmasik dengesini sorgulamaya çalisiyor. Dünya çapinda ünlü, dahi bir bilim insaninin, öz benligi ve sosyal kimligi arasindaki sikismasi ve özünde bir dünya görüsü sorunu olan ve hepimizi ilgilendiren bir hesaplasma bu. Toplumlarin kendi kaderlerini çizme özgürlügüne sahip olduklari; her bireyin kendi uzmanlik alaninda özgürce var olabilecegi; toplumun her kesiminin ve her meslegin birbirleriyle iletisim içinde olup, birbirlerini bilgilendirdigi, sorguladigi bir dünya, yalnizca bir özlem degil, emek verip pesine düsülecek bir ‘talep’ olmali.
|
Iktidarlarin Gölgesinde Bilim Bilim, doga yasalarini gözlem ve deneye dayanarak akilci kavrama ve nesnel bilgiye ulasma yoludur. Insanoglunun ve uygarliklarin evrimlesmesinde bilimin katkisi yüksektir. Evrenin gizemini kesfetmek, dönüstürmek dahasi insani evrene egemen kilmak bilimin dogasi geregidir. Bilim, bilinmeyene karsi bir özgürlesme, karanliga ve dogmalara karsi bir aydinlanma eylemidir. Bilinenle sürekli bir çatisma halindedir. Bu nedenledir ki bilim, çaglar boyu iktidarlarin, siyasal erklerin, din otoritelerinin ve askerlerin, sömürüye dayali çikar iliskilerinin vazgeçilmez bir tamamlayicisi olmustur. Insanlik tarihi, bilim insanlarinin, bilimi özgürlestirmek, gelecege bilimin kendisini miras birakabilmek ugruna, her tür otorite ve bagnazliga karsi cesurca mücadele ettigi trajik yasam öykülerine taniklik etmistir.
Antik Çag
Ilk bilimsel düsüncenin temellerinin atildigi antik Yunan’da M.Ö. 580-500 yillari arasinda arasinda yasamis bir filozof ve matematikçi olan Pythagoras, Samos’ta tiranlik yönetiminin baskisindan kaçarak Güney Italya’ya yerlesti. Kroton’da yari dinsel, mistik egilimli bir okul kurarak evrenin temel ilkesinin (arkhe), sayi oldugu görüsüyle ünlendi. Iktidar güçlerinin baskisiyla M.Ö. 500’de Metapontion’a sigindi ve inançlari geregi bir fasülye tarlasina girmemesi yüzünden yakalanarak öldürüldü.
Demokrasi rejiminin tarihte ilk kez uygulandigi antik Yunan uygarliginda, mantik biliminin kurucusu, bilim adami ve filozof Aristotales (M.Ö.384-322), M.Ö.323’de Iskender’in ölümüyle dinsizlikle yargilanmis ve suçlu bulunacagi kesinlesince Atina’nin kuzeyinde Khalkis’e kaçmisti. Sürgün yasadigi bir yilin sonunda da hastalanip ölmüstü. Dinsizlikle suçlanan Aristotales, yüzyillar sonra Avrupa’ya egemen olan Hiristiyan dininin düsünce temellerini olusturmus, gök bilim üzerine düsünceleri ise rönesansa kadar kabul görmüstü. Kopernik’in düsünce sistematigi ile Aristotales’in görüsleri terkedilmistir.
“Devlet sekillerinden (monarsi, Aristotaleskrasi, cumhuriyet) hiç birinin en iyi devlet sekli oldugu iddia edilemez. Bu yönetim biçimleri, asil amaçlari olan toplumun yararina davranmak ilkesinden uzaklastiklari, kendi çikarlarini ortaya çikardiklari zaman devlet soysuzlasir.” cümlesiyle Aristotales, iktidarlarin bilim ve sanat üzerindeki baskici politikalarina dikkat çekmistir.
Rönesans
Ortaçag karanligindan aydinlanmaci, hümanist ve bilimsel düsünceyle kurtulan Avrupa, sosyo-ekonomik ve kültürel bir degisimle yeni çagi, rönesansi baslatti. Dinde reform hareketleriyle Avrupa, uluslari Katolik Hiristiyan dininin egemenligine son verdi. Ancak Hiristiyan Katolikligin merkezi Italya, Avrupa uluslarina yenilmisliginin bedelini, kendi ülkesinin bilim adamlarina ödetti. 1548-1600 yillari arasinda yasamis olan Italyan filozof, astronom ve matematikçi Giordano Bruno, evrenin sonsuzluguna ve birden çok dünyanin varligina iliskin kuramiyla çagdas bilime öncülük etmis; “Her seyin nedeni yaratici dogadir. Tek tek varliklar yetkin degildir ama bütün, her bakimdan yetkindir. Öte dünya yoktur, çünkü evren herhangi bir öteye imkan birakmamacasina sonsuzdur.” demisti. Bu düsünceleri yüzünden her yerde kovusturmaya ugradiginda, serbestçe düsünebilmek için kentten kente dolasti. Sonunda Venedik Engizisyonu tarafindan yakalanarak yargilandi. Roma Engizisyonu Bruno’nun gönderilmesini istedi. 27 Ocak 1593’te Roma’da Sant’Uffizio sarayinda hapse atildi. Yedi yil süren yargilanmasinin sonunda sözlerini geri almasi için zorlandi. Bruno geri alinacak sözü olmadigini, hatta hangi sözünü geri almasinin istendigini de bilmedigini söyledi. Papa 8.Clemens, pismanlik duymayan, inatçi bir heretik (sapkin) oldugu gerekçesiyle mahkum edilmesini emredince, 8 Subat 1600’de Roma’da Campo di Fiora meydaninda yakilarak öldürüldü.
1564-1642 yillari arasinda yasamis ünlü Italyan matematikçi, astronom ve fizikçi Galileo Galilei, gökyüzünü teleskop kullanarak inceleyen ilkbilim adami olarak, Yer’in evrenin merkezi olmadigina ve günesin çevresinde dolasdigina yönelik kanitlar ortaya koymustur. Kuvvet kavraminin mekanikte oynadigi rolü açikça kavrayip, ortaya koyabilen ilk bilim insanidir. Matematik ile fizigin iliskili oldugunu ve birbirlerine destek olduklarini kavrayan ilk bilimcidir. “Günes Lekelerinin Tarihi ve Kanitlari” adli yapitinda, Kopernik kuramini ilk kez açikça savundu ve Latince yerine Italyanca yazarak, görüslerinin üniversite disina tasip genis kitleleri etkilemesini sagladi. Aristotelesci profesörler, Kopernik kuraminin kutsal metinlerle çelistigini vurgulayarak, Galilei’yi kiliseye ihbar ettiler. Kilise, 5 Mart 1616’da Galilei’nin, Kopernik kuramini savunmasini yasakladi. 1632’de “Iki Büyük Yer Sistemi, Ptolemaios ve Kopernik Sistemleri Üzerine Konusmalar” adli yapiti yayinlandi ve Avrupa’nin her yaninda övgüyle karsilandi. Bu yapitla Engizisyon Mahkemesi, Galileli’yi heretiklikle (sapkinlik) suçladi. 16 Haziran 1633’de, Engizisyon Mahkemesi, Galileli’yi söylediklerini ve yazdiklarini reddetmeye ve ev hapsine mahkum ederek, yapitlarinin yasaklanmasina karar verdi.
Aydinlanma Çagi
Tarihsel gelisimi içinde bilime ve bilim insanlarina, iktidar ve toplum tarafindan hakettigi degerin verildigi, ilk dönem 18.yy Avrupa’sidir. 1789 Fransiz Devrimi, “Özgürlük, esitlik, kardeslik, adalet” gibi kavramlariyla, burjuvazinin siyasal erki ele geçirmesi, Avrupa’da sosyo-ekonomik, kültürel ve bilimsel bir degisim çagini da baslatti. 18.yy merak çagidir. Avrupa insani bilime tutkundur. Bilimsel yapitlari okumak, saraylarin ve evlerin bahçelerinde bilim dersleri vermek, bilimsel konusmalar yapmak; hayvan, bitki, tas kolleksiyonlari yapmak artik moda olmustur. Dükler, rahipler, kadinlar; her siniftan insanlar bilime ilgi duymakta ve desteklemektedir. Bilime duyulan ilgi, bilim insanlarini yüreklendirir ve onlara bu özgür ortamda tutkuyla çalismalarini sürdürme olanagi verir. Din bir baski araci olarak gücünü yitirmistir. Napoloen Bonaparte, çagin ünlü fizikçi ve gök bilimcisi Pierre Simon Laplace’a, 1796’da yazdigi “Dünya Dizgesinin Açiklanisi” adli yapitiyla ilgili söyle bir soru yöneltir:” Evren-dogumunuzda, bu evrenin yaraticisindan hiç söz etmemissiniz?”. Yanit çarpicidir:”Uzayda böyle bir seye rastlamadim.”.
Iki Dünya Savasi Yillari
20.yy, klasik fizik yasalarinin yerini yeni fizige (görelilik, kuvantum mekanigi, parçacik fizigi), biraktigi bir çagdir. Gelistirilen aygitlar ve matematiksel yetkinlik sayesinde, atom alti parçaciklar kolaylikla gözlenip, denetlenebilmektedir. Evrenin olusumunun ilk anlari canlandirilabilmekte, bütün evrenin yapisi ve gelecegi sezilebilmektedir. Bu yeni bilimsel devrimin Ikinci Dünya Savasi’nin arifesinde yasanmasi, bilimin tehlikeli boyutlarini da beraberinde getirmistir. Hitler ve Mussolini fasizminin, irkçi politikalari Avrupa’yi derinden etkileyerek Ikinci Dünya Savasi’ni hazirlamistir. Fasizmin yükselisi bilim insanlarini kendi ülkelerini terk etmek zorunda birakmistir. Savasin seyrini ise atom bombasi degistirecektir.
1933’de Hitler’in iktidara gelmesiyle ABD’ye siginan ünlü fizikçi Albert Einstein, Hitler’in emrindeki bilim insanlarinin “zincirleme tepkime ilkesi”nden atom bombasi yapimi amaciyla yararlanmalari durumunda ortaya çikacak büyük tehlikeyi sezerek, kendisi gibi fizikçi olan Enrico Fermi, Leo Szilard ile birlikte, ABD baskani Roosevelt’e bir uyari mektubu yazar. Roosevelt, mektup üzerine harekete geçer ve 1942’de ilk atom bombasinin yapimini amaçlayan “Manhattan Projesi”ni örgütler. J. Robert Oppenheimer’in yönetiminde yürütülen çalismalar sonucu, insanlik tarihi “atom bombasi” diye adlandirilan, nükleer silahla tanisir.
Soguk Savas Yillari
Atom bombasinin 1945 yilinda Japonya’nin Hirosima ve Nagazaki kentlerine atilmasi, kentlerin yerle bir olmasi ve yüzbinlerce insanin bir anda ölmesiyle, Ikinci Dünya Savasi sona erdi. Dünya artik iki kutuplu soguk savas dönemine girdi. Sovyetler Birligi komünizm, ABD kapitalizm ideolojisini dünyaya egemen kilmak için kiyasiya bir rekabet içindeydi. Bilim insanlari da bu iki kutuplu dünyanin ideolojilerinin baskisi altinda kalacakti.
Nükleer silahlanma dünyamizi, tüm insanligi ve gelecegimizi ölümcül bir tehdit altinda birakmaktadir. Sömürüye dayali rekabet ortaminda ülke iktidarlarinin bu konudaki sorumluluklari ve etkileri göz ardi edildiginde, toplum karsisinda bilim insanlari kolaylikla suçlanabileceklerdir. Ancak yeni felaket senaryolarina çözüm olusturacak bilimsel buluslarin; yerküreyi, insanligi ve gelecegi kurtaracak çalismalarin gene bilim insanlari tarafindan yapilabilecegi de bir gerçekliktir.
Safak Eruyar
|
"Dairede sonsuzlugun gizemi gizli..."
Hulahop’un Kesfi ile Ilgili Çarpici Gerçekler! Hulahopun tam olarak kökeni bilinmese de, tarih boyunca çocuklarin çember çevirerek, firlatarak oyunlar oynadiklari bilinir. Milattan önce 1000 yilinda Misirli çocuklar kurutulmus asma saplarindan yapilmis genis çemberlerle oynuyorlardi. 14. yüzyilda bu kez Ingiltere’de çember “çevirmek” moda oldu. Doktorlar kalp krizi ve bel çikiklarindan bu oyuncagi sorumlu tuttular. “Hula” sözcügü 18.yüzyilin basinda Hawaii’ye giden Ingiliz denizciler tarafindan, çember çevirmekle (Hoop: Çevirmek) Hawaii’nin geleneksel “Hula Dansi” arasindaki benzerlige atif olarak eklendi.
1957 yilinda Avusturalya kökenli bir firma tahtadan yapilma bir çemberin satisina basladi. Çember, o dönem California’da yeni açilmis olan Wham-O adli oyuncak imalatçisinin ilgisini çekti. (Ilk olarak 1948 yilinda bir garajda 75 sente sapan yapip satarak ise baslayan sirket, hala hulahop, frizbi gibi en popüler modern oyuncaklarin pazarlamacisi olarak taniniyor ve faaliyetini sürdürüyor.)
Ertesi yil Wham-O’dan Richard P. Knerr ile Arthur K. Melin, pek çok parlak degisik renkte ve plastikten yapilma hulahopu piyasaya sürdü. Hulahop çok hizli bir basari kazanarak piyasaya çiktigi ilk 4 ayda 25 milyonun üzerinde satti. Knerr ve Melin bu çok karli “yeniden kesif”lerinin patentini, binlerce yildir kullanildigi için, alamadilar. Oyuncagi yeni bir hammaddeden yapmis olmak, orijinal patent için gerekli sartlari karsilamiyordu. Onlar da kesiflerini korumak için “Hula-hop”u bir marka haline getirdiler.
Wham-O, 1960’larin sonunda hulahopu yeniden piyasaya sürmek için ABD çapinda bir yarisma düzenledi. Ismi daha sonra “Dünya Hulahop Sampiyonasi” olarak degistirilen “Ulusal Hulahop Yarismasi”, 1968 yilinda 500 ABD kentinin katilimiyla basladi. 1980’e gelindiginde 2000 sehirde 2 milyon katilimciya ulasti. Yarismanin degerlendirmesi zorunlu hareketler ve müzikle serbest stil gibi, iki kategori üzerinden yapiliyordu.
1983 yilinda Wham-O, hulahopu bu kez bati Avrupa’da yeniden piyasaya çikardiginda, dünya çapindaki hulahop çilginligindan 25 yil sonra, Almanya, Hollanda ve Ingiltere’de ulusal yarismalar düzenlendi.60’li yillarda Türkiye’de de çok yaygin bir moda haline gelen hulahop, bugün hala oyuncakçi dükkanlarinda bulunabilir.
1960’larda sirklerde de kullanilmaya baslanan hulahop bir efsane olarak her bitisinde zayiflama çilginligi ile geri dönüyordu. Beli ve kalçalari formda tutabilmenin daha eglenceli ve daha iyi bir yolu yoktu ne de olsa…
|
Video Eklenmedi