Kast:
Yazan-Yöneten: Nesrin Kazankaya
Dramaturgi: Şafak Eruyar
Dekor - Kostüm: Nilüfer Moayeri
Işık: Yüksel Aymaz
Görüntü: Mehmet Aslan-Zeynep Özden-İlker Yiğen
|
Oynayanlar:
Kadın: Nesrin Kazankaya
Arkadaş: Defne Halman
Adam: Can Başak
Oğul: Erdinç Anaz
|
2010 Afife Jale En İyi Kadın Oyuncu Ödülü- Defne Halman
2010 Sadri Alışık En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü- Defne Halman
|
Özet:
"Quintet – Bir Dönüşün Beşlemesi”, “Karşılaşma-Uzlaşma-Çatışma-Vedalaşma-Ayrılma” olmak üzere beş bölümden oluşmaktadır.
Her bölüm, özgün çekim film kesitleriyle birbirine bağlanmaktadır.1980 askeri darbesiyle geride bir oğul bırakıp yurt dışına iltica eden kadın, yıllar sonra İstanbul’a döner.
Kadını havaalanında, genç bir delikanlı olan oğlu karşılar.
Gerilimli tanışmanın (buluşmanın) ardından kadın, üniversite yıllarından arkadaşını ziyarete gider. Uzun zamandır görüşmeyen iki kadın, geçmişi hüzün ve coşkuyla anımsayarak özlem giderirler.Öğrenci derneğinden birlikte çalıştıkları Arkadaş’ın kocasının eve gelmesiyle, üçlü tamamlanır.
Sosyalist dünya görüşünden ödün vermeyen savaş muhabiri Kadın, bugünkü var oluşunu liberalizmin evrilmesine borçlu olan Adam ve ailesiyle bir yaşam paylaşmanın ötesine geçemeyen karısı, gece boyunca geçmişi, bugünü konuşurlar.
Kadın oğluyla barda bir araya gelir. Oğul anne arasında terk edilme, özlem, öfke, sevgi üzerine hüzün dolu duygusal bir çatışma yaşanırken; karı koca arasında da yıpranmış bir ilişkinin hesaplaşması sürer.
Geçmişin dayanılmaz ağırlığında amansızca çıkış yolu ararlar. Kadın, Arkadaş’la yeniden bir araya geldiğinde geçmişin kirli gizleri de tüm gerçekliğiyle ortaya çıkar.
Yazgılarını belirleyen darbe, bir kez daha yaşamlarını alt üst eder ve vedalaşma kaçınılmaz olur.
|
Basın Bülteni:
Tiyatro Pera’da Yeni Oyun
“Quintet-Bir Dönüşün Beşlemesi”
Nesrin Kazankaya’nın yazıp yönettiği “Quintet-Bir Dönüşün Beşlemesi” adlı oyun 13 Kasım Cuma günü prömiyer yaptı.Yönetmen yardımcılığını Zeynep Özden’in, dramaturgisini Şafak Eruyar’ın, ışık tasarımını Yüksel Aymaz’ın, dekor-kostümü Nilüfer Moayeri’nin yaptığı oyunda görev alan sanatçılar: Nesrin Kazankaya, Defne Halman, Can Başak, Erdinç Anaz.
1980 Askeri darbesiyle geride bir oğul bırakıp yurt dışına iltica eden kadın, yıllar sonra İstanbul’a döner. Kadını havaalanında, genç bir delikanlı olan oğlu karşılar. Gerilimli tanışmanın(buluşmanın) ardından kadın, üniversite yıllarından arkadaşını ziyarete gider. Uzun zamandır görüşmeyen iki kadın, geçmişi hüzün ve coşkuyla anımsayarak özlem giderirler. Öğrenci derneğinden birlikte çalıştıkları arkadaşın kocasının eve gelmesiyle üçlü tamamlanır.
Sosyalist dünya görüşünden ödün vermeyen savaş muhabiri kadın, bugünkü var oluşunu liberalizme evrilmesine borçlu olan adam ve ailesiyle bir yaşam paylaşmanın ötesine geçemeyen karısı, gece boyunca geçmişi, bugünü konuşurlar. Kadın oğluyla barda bir araya gelir. Oğul anne arasında terk edilme, özlem, öfke, sevgi üzerine hüzün dolu duygusal bir çatışma yaşanırken karı koca arasında da yıpranmış bir ilişkinin hesaplaşması sürer. Geçmişin dayanılmaz ağırlığında amansızca çıkış yolu ararlar. Kadın, arkadaşla yeniden bir araya geldiğinde geçmişin kirli gizleri de tüm gerçekliğiyle ortaya çıkar. Yazgılarını belirleyen darbe bir kez daha yaşamlarını alt üst eder ve vedalaşma kaçınılmaz olur.
Oyun, demokrasinin kırılma noktası olan 1980 Türkiye’sinin sancılı dönemiyle yüzleşen günümüz aydın insanlarını konu alır. Görsel anlatımı destekleyen sinema ve müzik ise asal yapıyı oluşturur.
|
Basından:
Ulus Gazetesi, 7.12.2009, Bertan Onaran

Nesrin Kazankaya'nin Yeni Oyunu ... - Bertan ONARAN
Ferhan Sensoy gibi, Nesrin Kazankaya da tiyatroyu çok seven, iyi bilen, bu dille kendini ve dünyamizi yansitmayi becerebilen ender insanlardan; simdiye dek Tiyatro Pera’da yazip sahneye koydugu kimisinde oyuncu olarak da yer aldigi bütün oyunlari izledim, hem de kimisini birkaç kez. Dolayisiyla son oyunu 'Quintet- Bir Dönüsün Beslemesi’ne merakla gittik Sevil, Sevgi, Nilgün, ben. Merakimiz bosa çikmadi, oradan yine hem tiyatro sanatinin tadina vararak, hem yazgimiz üzerinde düsünerek ayrildik.
Oyunun özenle, begeniyle hazirlanmis kitapçiginda bakin ne diyor Nesrin Kazankaya oyunu konusunda:
“Yarim yüzyildir darbelerin, baski rejimlerinin kurgulayip belirledigi yasamlari sürdürmeye çalisiyoruz. Herkesin ve her kesimin etkilenip aci çektigi böylesi dönemlerin sonucu, kaybolan kimlikler, kaybettirilen yasamlar, kayip kusaklar oluyor. Gerçek ve cesur yüzlesmeler yasanmadigi, üstü örtülüp geçildigi için miras birakilan acilarin ve kaybolmalarin üstesinden gelmeye çalisiyoruz hep. Elbette direnç, bilinç ve akilla asilabilirligini de biliyoruz. Acilar kiyaslamasiyla hiçbir yere varamayiz. Korkularla kusatilip, yasaklarla dolu çarpitilmis bilgilerle yetistirilen, geçmisi yok edilmis ’80 sonrasi kusagini aydinlatabilmek, önünü açabilmek; yakin tarihimize yeniden bakmalarini, günümüz sorunlarini algilayip analiz etmeye çalismalarini saglayabilmek zor, ama olanaksiz degil. Geçmisin yasanan acilarla algilanmasinin umutsuzluga, yeni bir tür nihilizme yol açma olasiligi da, savasim verilmesi gereken bir baska tehlike.
Hep izleyici rolünü uygun görüyorlar bizlere. Her seyi izliyoruz; savaslari, dönüstürülen, egilip bükülen demokrasiyi, bozguna ugratilan yargi sistemini, haksizliklari, siddeti, baskilari, yaklasan tehlikenin tüm ipuçlarini hep izliyoruz. Her seyi görüyor, fark ediyor ve kenarda, yalin bir iskemle üstünde izlemeye mahkûm ediliyoruz sanki.
Pesine düstügüm öyküler, darbelerle, baski rejimleriyle, toplumsal çalkantilarla parçalanan özel yasamlarin kirilgan öyküleri.
‘Quintet-Bir Dönüsün Beslemesi’, Türkiye Cumhuriyeti tarihi üzerine yazdigim üçüncü oyunum. Tiyatro Pera 9. yilina girerken, ben de kendi ülkemizle ilgili bir üçlemeyi tamamladim. 1050’li yillari, demokrasiden baski rejimine geçis dönemini ele alan ve 12 Mart 1971 darbesine ziplamalar yapan ‘Serefe Hatiralar’ (Istanbul 1955); 1980 darbesinin hemen ardindan gelen siddet ortaminda geçen ‘Profesör ve Hulahop’ ve 2000’li yillarin basinda yasanan bir öykü, ‘Quintet’.
Oyundaki dört kisi ve Istanbul kenti, ‘quintet’i, yani besliyi tamamliyor ve ‘Karsilasmi’, ‘Uzlasma’, Çatisma’, Vedalasma’, ‘Ayrilma’ olmak üzere bes bölümde kendi kirik öykülerini aktariyorlar. Müziklerde de solodan quintet’e uzanan bir yol izleniyor.
Aydinlik, güzel bir gelecegin yolu, öncelikle acili geçmisimizle yüzlesmekten geçecek tabii ki.”
Dedim ya, Nesrin Kazankayatiyatroyu iyi biliyor, çok seviyor, amaçladigini elindeki olanaklara, o çirilçiplak salona, ister istemez dar sinirli oyuncu kadrosuna karsin, çarpici biçimde yazmayi da sahnelemeyi de gelenleri sevindirecek biçimde basariyor her oyununda. Bu kez de öyle oldu; ‘Arkadas’i canlandiran Defne Halman’i; ‘Adam’’i oynayan Can Basak’i , ‘Ogul’ Erdinç Anaz’i ve kendi canlandirdigi ‘Kadin’i yürekten, uzun uzun alkisladi izleyiciler.
Nilüfer Moayeri’nin bezem-giysi tasarimlari yerli yerindeydi; oyunun görüntülerini saglayan Ilker Yigen, Mehmet Aslan ve Zeynep Özden öyküye can kattilar; basarili isiklandirma Yüksel Aymaz’indi; kitapçikta kullanilan fotograflari Senay Öztürk çekmis. Oyunun dramaturgu Safak Eruyar; Zeynep Özden yönetmen yardimciligini da üstlenmis.
Nesrin Kazankaya, bütün basarili sanatçilar gibi, oyunlarina her zaman en uygun, en çarpici müzigi seçmeyi de biliyor.
Simdi de size kitapçiktan baska bir alinti daha aktarayim:
“Dogdugum ve halen kokusunu aldigim köyüme ve evimin oldugu yere bir daha dönememe düsüncesi korkunç. Nüfus memurlugundaki kayitlarda, benim için ‘akibeti bilinmiyor’ notu düsülmüstü. Peki, bir devlet akibetini bilmedigi bir yurttasini, bu muhalif bire de olsa, vatandasliktan nasil atabilir? Hiçbir devlet, annemin mezarinin ve dostlarimin bulundugu topraklara girme hakkimi elimden alamaz. Bu lânet olasi despotizm ve acimasizlik sürse de, dogdugum, büyüdügüm, ilk âsik oldugum topraklara dönecegim.” Dogan Akhanli, Köln.
Istanbul’da yasayanlar hemen kossun bu oyuna; gezmeye gelenler de izlencelerinin bas kösesine bu oyunu yazsinlar.
Nesrincigim, sana ve sevdani paylasan Pera Tiyatrosu’ndaki candaslarina yürekten tesekkür.
|
Evrensel, 30.12.2009, Üstün Akmen

Kendi atesleriyle çevrelenmis akreplerin öyküsü: ‘Quintet’
Nesrin Kazankaya yönetimindeki Tiyatro Pera’nin 2009–2010 sezonu oyunu “Quintet-Bir Dönüsün Beslemesi”, “Karsilasma/Uzlasma/Çatisma/Vedalasma/Ayrilma” olmak üzere bes bölümden olusmakta ve her bölüm, Ilker Yegen, Mehmet Aslan-Zeynep Özden ikilisinin çekip kurguladiklari özgün film kesitleriyle birbirlerine bir güzel baglanmakta.
“Quintet”in konusu özetle söyle: 1980 askeri darbesiyle geride bir ogul birakip yurt disina iltica eden Kadin (Nesrin Kazankaya), yillar sonra Istanbul’a döner. Kadin’i havaalaninda, hapishanede dogup terk edilen ve yillarca annesinin aramadigi genç bir delikanli olan oglu (Erdinç Anaz) karsilar. Gerilimli karsilasmanin ardindan Kadin, üniversite yillarindan tanidigi bir arkadasini (Defne Halman) ziyarete gider. Uzun zamandir görüsmeyen iki kadin, geçmisi hüzün ve coskuyla animsayarak özlem giderirler. Kadin, sosyalist dünya görüsünden ödün vermeyen bir savas muhabiridir. Ailesiyle bir yasam paylasmanin ötesine geçemeyen Arkadas ile gece boyunca geçmisi ve bugünü konusurlarken, ögrenci derneginde birlikte çalistiklari bugünkü var olusunu liberalizmin evrilmesine borçlu olan Arkadas’in kocasi Adam (Can Basak) çikagelir. Üçlü tamamlanmistir.
Sonrasinda, Kadin ogluyla barda bulusur; Ogul ve anne arasinda terk edilme, özlem, öfke, sevgi üzerine hüzün dolu duygusal çatisma yasanir. Bu arada, kari-koca arasinda da yipranmis bir iliskinin hesaplasmasi baslamistir. Geçmisin dayanilmaz agirliginda amansizca çikis yolu ararlar. Kadin, Arkadas’la yeniden bir araya geldiginde geçmisin kirli gizleri de tüm gerçekligiyle ortaya çikar. Yazgilarini belirleyen askeri darbe, bir kez daha yasamlarini alt üst eder ve vedalasma kaçinilmaz olur.
“Quintet” yine Nesrin Kazankaya’nin geçtigimiz yillarda yazip yönettigi ve 1955’ten 1960 darbesine uzanan dönemi anlattigi “Serefe Hatiralar” ile 1980 darbesinin hemen ardindan, 1981–82 yillarinda yasananlari konu edindigi “Profesör ve Hulahop” oyunlarindan olusan üçlemesinin son oyunu. Yukaridaki konu özetinden de anlasilabilecegi gibi demokrasinin kirilma noktasi olan 1980 Türkiye’sinin sancili dönemiyle yüzlesen günümüz aydin insanlarini, dolayisiyla yitip giden kimlikleri, yitirilen yasamlari, yitmis kusaklari konu almakta. Konu almakta, ama Kazankaya bu kere de sadece lanet olasi o 1980 darbesini anlatmayi amaçlamiyor. Diger iki oyununda oldugu gibi bu kere de, insani ve insana dair öyküler anlatiyor. Insana, insanimiza deggin sicacik öyküler bunlar. Bu öyküleri, oyunun “Quintet” olan basligindan da kolayca anlasilabilecegi gibi bes figürle anlatiyor. Darbenin darmadagin ettigi dört karakter ve Istanbul kenti hep birlikte besli olusturuyor ve böylece ortaya bes bölüm çikiyor. Yirmi yil sonra karsilasilanlar, yüzlesilen gerçekler, yeniden uzlasma çabalari, uzlasilirken yasanilan çatisma, çaresizlikten vedalasma, çaresiz ayrilik. Kazankaya asla didaktik olmayan öyküsünü görsel anlatim ve Bach, Barber, Ravel, Enescu, Bizet, Bellini, Shostakovich, Gubaidulina, Reich, Debussy, Johnson gibi bestecilerden aldigi 18 eserle destekliyor, mükemmel bir sahne estetigi yaratiyor.
Hiç kuskum yok ki artik usta bir oyun yazaridir Nesrin Kazankaya. Daha önce de söyledigim gibi (tiyatro… tiyatro Dergisi/Kasim 2007), Kazankaya yazarken dönemsel fotograf çeken bir gözlemci. Akliyla çektigi fotograflarda, politik hatalarin insan yasamini nasil alt üst ettigini mükemmel bir kurguyla isaretliyor, kiyasiya elestiriyor.
Ne yalan söyleyeyim “Quintet”i izlerken de Herb Cohen’in: “Suda yürümenin gizi, taslarin nerede oldugunu bilmektir,” sözü geldi aklima. Nesrin Kazankaya’nin taslarin nerede oldugunu bilen, söyleyecek sözü olan bir oyun yazari olduguna bu kere iyiden iyiye inandim. Oyunun bitimindeyse Nesrin Kazankaya’yi cumhuriyet tarihiyle, yakin tarihimizle yüzlesme cesaretini gösteren, aydin olma sorumluluguyla donanimli asil bir kahraman olarak ilan ettim. Itirazi olanin, Kazankaya’yi fazla köpürttügümü savlayacak olan ya da olacaklarin beri gelmelerini rica ederim!
Safak Eruyar’un dramaturgisi de hayli ilginç. Öykünce, bazi etkilerini sürekli yenilemesi ve güçlendirmesi gereken bir “felaket filmi”ne biraz benzer biçimde, canli kalma arayisi, birbirlerini izleyen tehlikeler semasina uygun olarak kurulmus. Dramatik döngü, bunalim ile umudu, alçalma ile iyilesmeyi birbiri ardina siraliyor. Insan iliskilerindeki siddete karsin, kahramanlar hep bir diyalog ve alisveris içine sokulmus. Nesrin Kazankaya da, tiyatronun eseri diyalog yoluyla uzama sokma ve bölmeyle oynama sanati oldugunun bilincinde olarak oyunu sahneye koymus. Sahnelemenin yorumunda, anlami gizleme ve su yüzüne çikarma biçimi mükemmel dile getirilmis. Seyircinin, oyunun araçlarini, bir mecaz anlam bulgulamak amaciyla yorumlamaya kalkismaksizin kullanmasini, yalnizca oyunun ilk anlamini ve özdekligiyle ilgilenmesi saglanmis.
Nilüfer Moayeri’nin dekor-kostüm tasarimlari gayet basarili. Moayeri dekorda özde belirli bir biçimi degil, bir kavrami belleklere ulastirmis. Biçimden yola çikmis, teknikten yararlanmis, öze varmis. Islevsel ve yorumlayici bir dekor anlayisi Moayeri’ninki. Kostümler de dekorun içinde eriyor, dekorla birbirini tamamlayarak yapilaniyor. Bu yapilanma, yönetmenin yorum ögesini ve iletisini izleyiciye tasimasini kolaylastiriyor. Diger taraftan Yüksel Aymaz, oyundaki duyguyu, düsünceyi, imaji, zamani, mekani, atmosferi, perspektifi bir arada tutmasini basaran bir isik düzeni tasarlamis, böylece bu kere de övgüye hak kazanmis.
Oyunculardan Erdinç Anaz, (üzgünüm ama) bu kere dissal fiziksel aksiyonlarini içsel özlerle besleyememis, Ogul’u tam olarak ruhsal yasamlariyla dolduramamis gibi geldi bana. Anaz, bunu bir elestiri saymamali, ondan daha fazlasini bekledigimi/bekledigimizi anlamali. Can Basak, hiç kuskum yok ki üstbilinciyle bir çesit etkilesim olusturabilmek amaciyla avuç dolusu düsünce almayi ve o düsünceleri bilinçalti torbasina atmayi bilen, beceren enderlerden. Öyle saniyor ve inaniyorum ki üstbilincinin besini, yaraticiliginin esas malzemesi iste o “bir avuç düsünce”de yatiyor. Nesrin Kazankaya ise, devinim ve metni ya da devinim ve sesi birbirinden ayirmak yerine; içlerinde daha sonra baska birimlerle birlesmesi olasi, tutarli ve uygun bir bütün olusturarak bir araya gelen, birbirlerini destekleyen ya da uzaklasan çesitli ögelerin bulundugu ayrintilari kendi benliginde basariyla “tasnif etmis”, yani ayirmis, ayristirmis. Defne Hamlan ise artik hiç kuskum yok ki, maddesel yaraticiligi kendisine mal etmeyi çok iyi bilen bir oyuncu. Mükemmel vücut kullanimi yetenegine sahip… Tonlama ve bedenini uyum içinde götürebiliyor, dis aksiyonunu basariyla denetim altinda tutabiliyor. Abartisiz, duru ve sakin bir oyun veriyor.
“Quintet”, yarim yüzyildir darbelerin, baski rejimlerinin kurgulayip belirledigi yasamlari hâlâ inatla sürdüren izleyicisini bekliyor.
|
www.tiyatroonline.com, 21.05.2010, Basak Sakizlioglu

Tiyatro Pera'dan çarpici bir çalisma: Quintet - Bir Dönüsün Beslemesi
Tiyatro Pera'nin dokuzuncu yasinda Nesrin Kazankaya, yakintarihimizi anlatan oyunlarinin üçüncüsü olan Quintet- Bir DönüsünBeslemesi ile bir üçlemeyi tamamlamis oluyor. Demokrasiden baskirejimine geçis olan 50'li yillari, 12 Mart 1971'e uzanan bir sekilde
anlatan erefe Hatiralar (Istanbul 1955), 1980 darbesinin ardindangelen siddet döneminde geçen Profesör ve Hulahop ile 2000'li yillarin basinda yasanan bir öykü olan Quintet...
Karsilasma, Uzlasma, Çatisma, Vedalasma, Ayrilma olmak üzere bes bölümden olusan oyunda dört oyun kisisi ve Istanbul kenti, Quintet'i,yani besliyi tamamliyorlar. Bölümler barko-vizyondan izledigimiz filmkareleriyle birbirine baglaniyor ve her bölüm geçisi epik biryaklasimla, biraz da Chaplin filmlerini animsatir sekilde bölümbasliklariyla saglaniyor.
Beslemenin sahne geçisleri Bach, Barber, Ravel, Enescu, Bizet, Bellini, Shostakovich, Gubaidulina, Reich, Debussy ve Johnson gibi klasik müzik bestecilerinin eserlerinden seçilen bölümlerle, solodan quintete uzanan bir yöntemle saglaniyor. Karakterlerin iç çeliskilerinin, yönelislerinin ve duygu geçislerinin yansitilmasi yönünden müzik seçimi çok etkileyici.
Karsilasma... "Ogul'la, Arkadas'la, Adam'la, Kent'le"... Kadin (Nesrin Kazankaya), yirmi yildir yurt disinda savas muhabirligi yaptiktan sonra ilk kez Istanbul'a gelmistir. Gelisinin asil nedeni yirmi yil önce birakip gittigi oglunu tanimaktir aslinda...
Ogul (Erdinç Anaz), engel olamadigi bir dürtüyle annesini havaalaninda karsilar, soguk, mesafeli ve kirgindir haliyle.. Kadin (Nesrin Kazankaya), yirmi yildir gelmedigi Istanbul'da,
yirmi yildir görmedigi fakülte arkadasinin (Defne Halman) evinde kalir. Bu sahnede iki arkadas eski günleri animsayip dertlesirler,
biraktiklari yerden devam edebildiklerini düsünseler de, hayat herkesi farkli bir noktaya sürüklemis, gençlik heyecanlarini alip götürmüstür. Gençliklerinde sosyalist hareketin bir parçasi olan bu ikiliden
yalnizca savas muhabiri olan Kadin, ideallerinden ve politik durusundan ödün vermemistir, arkadas ise tüm ideallerini, evine ve
ailesine feda etmis, tatminsiz ve mutsuz bir kadindir.
Arkadas'in, gençliginde Sosyalist düsünce hareketi içinde yer alan kocasi (Can Basak) ise, Sosyalizm'den Liberalizm'e dogru dönen eski solcu proto-tipi olarak karsimiza çikar. Bu sahnede, "solumtrak" tanimlamasiyla, Arkadas'in kocasi gibi sonradan Liberal olan sag ve
sol egilimli kisilere yönelik bir gönderme söz konusu. Bu sahnede ayrica, özellestirme, kapitalizm, Maocular, döneklik, cumaya giden
memurlar, is yerinde mescit, komplo teorileri ve günümüzdeki sag-sol çatismasi gibi konulara yönelik göndermeler de var.
Çatisma... "Kadin-Ogul, Arkadas-Adam, Kadin-Arkadas" Yirmi yil boyunca ihtiyaç duydugunda annesini yaninda görme sansi olmayan Ogul ile annenin bulusup raki içtikleri sahnede yillarca biriken özlem, suçluluk duygusu ve öfkenin iç içe geçtigi bir hesaplasma yasanirken Kadin ve Ogul'un birbirlerine söylemek istediklerini tavsandan niyet çeker gibi dile getirmeleri, hem vicdani bir iç hesaplasmayi, hem de arinmayi beraberinde getirerek bir çesit uzlasma saglamasi yönünden müthis etkileyici bir sahne. Anne-Ogul'un, olup bitenlerin ve karsit düsüncelerin ortaya kondugu diyalektik bir yöntemle hesaplasmasi, Ogul'un anneye ihtiyaç duydugu her an için bir niyet çekip bunlari okutarak annenin canini acitmaya çalismasi, annenin de sartlarini niyet çekerek ortaya koyusu, anne-çocuk arasindaki ilahi askin ve görünmez baglayici gücün varligini netlestiriyor. Darbe kosullarinin zorlayici etkisi sonucunda çocuk yetistirmeye elverissiz bir hayat beklemektedir anneyi.
Diger yandan Arkadas ve Adam'in kari-koca iliskisindeki çatirdamayi izliyoruz... Günümüzün çeliskili, zamana ve mekana uyum saglayabilen bukalemun insan modelini yansitan koca ile onun bu her devrin adami halinden ötürü mutsuz olan karisinin çatismasi, kulaginin üstüne yatan kesim ile komplo teorilerinin farkinda olan kesimin yüz yüze gelisini simgeliyor. Kadin da, evlilikteki bu mutsuzluga sahit oluyor, mutlu baslayan eski arkadas bulusmasinda dozu artan içki, birdenbire gizlenemeyecek sorunlari açiga çikartiyor ve ideallerini feda etmis olan kadin sadece içki araciligiyla gerçek duygularini ortaya koyabiliyor. Bu sahnede, ögrenci dernegindeki eski günleri konustuklari sofra muhabbetinin bir anda 1 Mayis Marsi'na baglanmasi biraz sloganci bir söylemi getirse de, yüzlerde buruk bir gülümseme birakarak yakin geçmisi animsatmasi yönünden çarpici.
Beslemenin Çatisma asamasi, açiga çikan duygularin etkisiyle Kadin ile Arkadas'in çatismasina da sahne oluyor... Geçmiste kalan sirlarin açiga çikmasi iki arkadasin birbirinden uzaklasmasina neden olur ve yazgilarina yön veren darbe bir kez daha yasamlarini alt üst eder.
Uzlasma..."Kadin-Arkadas'la, Kadin-Adam'la, Kadin-Ogul'la, Kadin-Kent'le"...
Uzlasma bölümünde, karakterlerin birbirleriyle uzlasmalarindan daha derin bir anlam yüklü aslinda... Iç çeliskilerinden ve kendilerine bile itiraf etmeye korktuklarindan siyrilan karakterlerin kendileriyle uzlasmalari diyebiliriz bu bölüm için... Örnegin Arkadas (Defne Halman), fikirlerinden ödün vererek köse dönücü olmakla suçladigi kocasina karsi öfkelidir, ama kendisi de üretmeden yasamayi seçmistir, dolayisiyla asil öfkesi kocasina degil kendinedir. Koca ise, darbe döneminde askere ulasabilecegi dostlari sayesinde bazi iskencelere engel olmakla, bazilarinin yurt disina kaçisina yardim etmekle, Ogul'u Çocuk Esirgeme'den kurtarmakla övünmektedir, oysa aslinda yüzlesemedigi bir gerçek vardir; bu yardimlari muhbirlik sayesinde yapmistir, özünde kontrol disi öfkesi kendisine olan saygisini yitirmekten kaynaklanmaktadir, çünkü ülkesini satmayi ilericilik olarak görecek kadar suursuz biridir. Ogul ise, annesiyle yüzlesmekten korkmaktadir, annesine duydugu karsi konulmaz öfke aslinda ona olan sevgisini ve ihtiyacini maskelemektedir. Onu çok sevdigini ve affettigini itiraf etse, sanki onsuz geçen çocukluguna ve ilk gençligine ihanet edecekmis gibi gelir. Yazar, Ogul karakteri için çok iyi bir psikolojik çözümleme yapmis, metin dramatik açidan o kadar saglam ki, Erdinç Anaz bu psikolojik derinligi oyunculuguna yansitamasa da, karakterin acisi yüregimize isliyor. Kadin (Nesrin Kazankaya), hayatini elinden aldigi için darbe dönemine öfkeli olsa da, oyunun en farkinda olan karakteri. Elinden alinan hayatinin acisini kimseden çikartmaya çalismiyor, en büyük kaybi zaten oglu, bu yeri doldurulamaz bosluk ve savas muhabirligi yaparken sahit oldugu gerçek acilar onu olgunlastirmis, oglunun suçlamalarina karsi sessiz kaliyor, çünkü bir çocugun annesizligini teselli edecek hiçbir cevap yok, kaldi ki o da benzer biçimde, evladindan ayrilmanin acisini yasamis. Bu durumda, suçlulukla haklilik arasinda gidip gelen Kadin karakteri oyunun en dramatik boyutu... Tepelere Dogru Tek Basina Didinmek Bile Bir Insanin Yüregini Doldurmaya Yeter...
Ogul'un annesi ile telefonla konustugu bir sahnede Ogul, Albert Camus'nün Sisyphus Efsanesi (The Myth of Sisyphus) adli eserinden alinti yapar... Kendi yazgilarini, Sisyphus'un her düsüsünde kayasina geri dönüsüyle özdeslestirmistir Ogul... Efsanede Sisyphus Homeros`a göre ölümlülerin en bilgesidir, Tanrilari kizdirmasi sonucunda bir kayayi dagin tepesine çikartmakla cezalandirilir. Tam çikarttigi sirada tas asagi yeniden yuvarlanir, Sisyphus asagi inip tekrar tasi çikartmaya çalisir ve kisir döngü böyle devam eder. Camus' ye göre; bu kisir döngüyü trajik yapan, kahramanin her deneyisinde tekrar düsecegini bile bile tasi çikartmaya gayret etmesidir. Camus, "saçma" kavramini burada kurar, yasamin bosuna oldugunun bilincinde olan insan her seye ragmen yasamini sürdürmektedir, yazar böylece en uyumsuz kahraman Sisyphus üzerinden saçmanin farkindaliginin tarihsel gelisimini anlatir.
Vedalasma... Kent'le, Arkadas-Adam'la, Geçmisle... Kadin, degistiremeyecegi gerçeklerle yüzlesmis, ama yakinlasmanin kimseye bir faydasi olmadigini da görmüstür. Yirmi yildir bir sekilde onsuz devam etmis olan hayatlar belki de ayni biçimde sürmelidir. Çok sevdigi Kent'in sokaklari bile geçmise özlemin, pismanliklarin ve yasanmisliklarin ani bellegidir yalnizca... Taslar yeterince yerinden oynamistir ve yirmi yil sonraki karsilasma tüm karakterleri kendi gerçekleriyle yüzlestirerek misyonunu tamamlamistir, artik ayrilik kaçinilmazdir Ayrilma...
"Devrimci Hareket, Bireysel Dertlerden Arindikça Zafere Kosacaktir." En dogrusu belki de alisilmis hayatlara müdahale etmemektir kim bilir, bir gün biri çikagelerek ari kovanina çomak sokar ya da bir durum ortaya çikar ve tüm düzen altüst olur! Kendi yasamlarinin siradanligini ve ikiyüzlülügünü kabul etmis insanlar bu tekdüzeligin bozulmasindan ölesiye rahatsiz olurlar, çünkü sonuçlariyla yüzlesemeyecek kadar korkaktirlar. Bir karmasa yasayacak cesaretleri yoktur, bunun yerine kendilerine karsi bile dürüst yasamadan bir korkak gibi ölmeyi seçerler... 80 sonrasi Türkiye'sinin olumsuza dogru evrilme sürecini, tüm aci ve kayiplari kabullenisin yarattigi hiçlik duygusuyla birlikte öyle sade bir dille, güzel bir yaklasimla anlatiyor ki yazar, geriye söylenecek çok söz kalmiyor. Safak Eruyar'in basamakli çatismayi farkli bir dramaturgik yöntem uygulayarak aktarmasi, oyunun kendi içindeki dramatik bütünlügü ve oyuncularin basarisi birlesince etkileyici bir oyun çikmis ortaya, yillar önceki zorunlu ayriligin öznelerinden biri olan Kent ve karakterlerin bir besleme olusturmasi fikri de cabasi... Nesrin Kazankaya, Defne Halman ve Can Basak zaten basli basina uyumlu bir oyunculuk üçlemesi olusturuyorlar. Ogul rolündeki Erdinç Anaz'in ise, bu kadar derinlikli bir karakterin psikolojik inis çikislarini yansitmada biraz yüzeysel kaldigini düsünüyorum. Nilüfer Moayeri'nin döneme ve karakterlere uygun giysileri ile sade, islevli dekor anlayisi, Yüksel Aymaz'in metne ve mizansenlere duygu yönünden destek olabilen isik düzeni alkisi hak ediyor. Nesrin Kazankaya'nin yetkin metni önderliginde Tiyatro Pera ekibi, darbenin/darbelerin uzun yillara yayilan sosyo-psikolojik etkilerini öyle incelikli ve yüreklere dokunan biçimde anlatiyor ki, etkilenmemek elde degil. Psikolojik ve fiziksel siddetin alt üst ettigi yasamlar, geçmisle hesaplasamamanin sancilari, hangi cografyada olursa olsun insanin kendi vicdaniyla yüzlesememesinin yarattigi tahribat ile siyasi bir dönemin yikimlari çok yalin ve estetik bir biçimde insani duygular üzerinden aktariliyor. Bir yandan epik bir yaklasim izlenirken, bir yandan da benzetmeci tiyatronun illüzyon özelliginden güçlü bir sekilde yararlaniliyor ve hem döneme iliskin bir harekete geçirme, farkindalik saglaniyor, hem de izlerken oyunun duygu boyutunda kayboluyor insan. Bu iki nokta arasinda kurdugu denge ve bir çok dönem oyunundan farkli olarak kör gözüm parmagina seklinde olmayan dramatik hikayesiyle fark yaratiyor Quintet... Bu oyunla 2010 Afife Jale Yilin En Basarili Kadin Oyuncusu Ödülü'ne layik görülen Defne Halman'i, Nesrin Kazankaya'yi ve tüm Tiyatro Pera ekibini her yil oyunlarina ve detayli program dergilerine gösterdikleri özen nedeniyle kutluyorum.
|
|
Broşürden:
içerk yok
|
Video Eklenmedi
|
Foto Galeri      | |