Yazan-Yöneten: Nesrin Kazankaya Dramaturgi: Şafak Eruyar Dekor - Kostüm: A. Şirin Dağtekin Işık : Yüksel Aymaz Yönetmen Yrd.: Zeynep Özden Yapım Asistanı: Okan Kayabaş Şarkı Çalıştıran: Filiz Salepçi Tango Çalıştıran: Ceren Ağat Dekor Yapım: Adnan Güven, Seyit Ali Yıldız, Alper Güner Kadın Terzi: Havva Alma Erkek Terzi: Muammer Egeli
Oynayanlar:
Suat: Mehmet Bilge Aslan
Sanay: Nesrin Kazankaya
Celâl: Muhammet Uzuner
Berin/Nedret: Başak Meşe Kemâl: Volkan Aktan
Ödüller: 2007 “Lions En İyi Yazar Ödülü”
2007 “Tiyatro Dergisi En İyi Yazar Ödülü”
Özet
1955 Türkiye’sinde, Nişantaşlı soylu ve zengin bir ailenin son iki temsilcisi Suat ve Sanay, birbirlerine olağanüstü bir sevgiyle bağlı iki kardeştir. Yükselen liberal kapitalist değerler ve yeni atılımlarla gelişmekte olan yeni Türkiye’nin inançlı temsilcisi, Sanay’ın kocası Celâl’le oluşan aile, geçiş dönemi Türkiye’si aydınlarının bir bileşkesidir. Sanay ve Celâl’in kızı Berin; ailenin yanında çalışan ve bir meyhane işleten Recep Usta’nın oğlu Kemâl, ikinci öykünün figürlerini oluşturur. 70’ li yılların siyasal çalkantıları sonucu Kemâl hapis yatarken; Berin babasının ilişkileri sayesinde Fransa’ya gönderilmiştir. Yıllar sonra Berin’in, Fransa’dan döndüğü gün uğradığı meyhanede Kemâl ile karşılaşmasıyla başlayan oyun, çağrışımlar yoluyla 50’ li yıllara dönüp, oyunun asal öyküsünü başlatacaktır. 1955-56 arasında geçen oyunda, yön değiştirmekte olan Türkiye demokrasi anlayışını büyük gerilimlere taşıyan 6-7 Eylül gibi toplumsal hezeyanlara yol açmış düzmece olaylar, ailenin geleceği için de trajik dönüm noktalarını oluşturacaktır.
Altıncı yılına giren “Tiyatro Pera”, sezonu her yıl olduğu gibi yeni bir oyunla açıyor!
Nesrin Kazankaya’nın yazıp yönettiği “Şerefe Hatıralar (İstanbul 1955)”
adlı oyun, 24 Kasım 2006’da prömiyer yapıyor. Dramaturgisini Şafak Eruyar’ın; yönetmen yardımcılığını Zeynep Özden’in; Dekor ve kostüm tasarımını
A.Şirin Dağtekin’in; ışık tasarımını Yüksel Aymaz’ın yaptığı oyunda görev alan oyuncular: Mehmet Aslan, Nesrin Kazankaya, Muhammet Uzuner, Başak Meşe, Volkan Aktan.
Oyun, 1955-56 yılları arasında İstanbul’da Nişantaşlı soylu ve zengin bir ailenin yaşamı ekseninde gelişir. Yeni kurulan çok partili demokratik rejimle, liberal ekonomik atılımlar yapan Türkiye’deki siyasal süreç, ailenin varoluşunu da etkiler. Aileyle bağlantılı ikinci kuşak figürlerin, toplumsal ve siyasal çalkantılar doğrultusunda yaşadıkları 70’li yıllar ise, oyunun ikinci öyküsünü oluşturur.
Oyun, iç içe geçen iki öyküyle, aile bireylerinin farklı dönemlerde, siyasal sistemin yol açtığı sorunlarla yaşadıkları parçalanmaların, yitirilen yaşamların paralelliğini sergiler.
Nişantaşlı, soylu ve köklü Celiloğulları ailesinin son iki temsilcisi Suat ve Sanay, birbirlerine olağanüstü bir sevgiyle bağlı iki kardeştir. Yükselen liberal kapitalist değerlerle atılım yapmakta olan yeni Türkiye’nin inançlı temsilcisi, Sanay’ın kocası Celâl’le oluşan aile, geçiş dönemi Türkiye’si aydınlarının bir bileşkesidir. Sanay ve Celâl’in kızı Berin ile ailenin yanında çalışan ve bir meyhane işleten Recep Usta’nın oğlu Kemâl, ikinci öykünün figürleridir. 70’ li yılların siyasal çalkantıları sonucu Kemâl hapis yatarken; Berin babasının ilişkileri sayesinde Fransa’ya gönderilmiştir. Yıllar sonra Berin’in Fransa’dan döndüğü gün uğradığı meyhanede Kemâl ile karşılaşmasıyla başlayan oyun, çağrışımlar yoluyla 50’ li yıllara dönüp, asal öyküyü başlatacaktır. 1955-56 arasında geçen oyunda, yön değiştirmekte olan Türkiye demokrasi anlayışını büyük gerilimlere taşıyan 6-7 Eylül gibi toplumsal hezeyanlara yol açmış düzmece olaylar, ailenin geleceği için de trajik dönüm noktalarını oluşturacaktır.
“Şerefe Hatıralar”, çok partili rejimin başladığı1950’lerden, 70’li yılların siyasi gerginlik ve kutuplu çatışmalar dönemine uzanarak, demokrasinin siyasallaşma sürecine tanıklık eder. Türkiye Cumhuriyeti yakın tarihinin sosyo-politik ortamını, demokratikleşme sancılarını irdeleyen oyunda, aydın ve birey olmanın varoluş sorun ve sorumlulukları sorgulanır.
Şiirin, aşkın hüzünle; edebiyatın müzik ve dansla, hatıralar ve geçmişle buluştuğu oyun, dramatik akışın çağırışımlarla zıplayan kırılmalar içinde sergilendiği bir üslupla sahnelenmiştir.
Basından
Evrensel Gazetesi, Metin Boran
Tiyatronun varolma kavgasini ve Tiyatro Pera’nin yeni oyunu “Serefe Hatiralar”i Yönetmen Nesrin Kazankaya ile konustuk.
Bes yilda önemli oyunlar sahneleyen, dikkat çekici basarilara imza atan Tiyatro Pera'nin Sanat Yönetmeni Nesrin Kazankaya ile çalismalarini ve tiyatroyu konustuk. Türkiye'de tiyatro sanatinin gerçekten varolus savasi verdigini söyleyen Kazankaya, var olan ortami su sözlerle özetliyor: "Bir yanda sanatsal olandan iyice uzaklasip popülizm batagina gömülen televizyonlardaki dram anlayisi; öte yandan ödenekli tiyatrolardaki ruhsuz tiyatro yaklasimi ve bazi özel tiyatrolarda gise kaygisi güden oyunlar. Arada, bizim de içinde bulundugumuz ödün vermeden, kendi begenisi ve dünya görüsünün tek ölçüt oyunlar sahneleyen özel tiyatrolar.”
Sayin Nesrin Kazankaya, Tiyatro Pera bes yil önce kuruldu ve sahneledigi oyunlar, kurslari ve bünyesine aldigi sanatçilarla tiyatro ortaminda önemli bir itibar edindi. Sanat çizginizden biraz bahseder misiniz?
Tiyatro Pera, tüm oyunlarinda insana dair evrensel varolus sorunlarini konu aliyor. Sosyal ve bireysel kimlik olarak. Ilk oyunumuz, Silili yazar Ariel Dorfman'in "Ölüm ve Kiz" oyunu, fasist darbe sirasinda iskence gören bir kadinin yillar sonra iskencecisiyle karsilasmasini ve kendi geçmisiyle yüzlesmesini anlatir. Ardindan sahneledigim Fransiz yazar Coline Serreau'nun "Tavsan Tavsan (Bir Çöküsün Güldürüsü)", vahsi kapitalizmin ezip yok ettigi bir aileyi sergiler. Benim yazdigim "Seyir Defteri (Julia)", iki paylasim savasi arasinda, ABD ve Avrupa'da, fasizmin önlenebilir yükselisi ardinda bir yolculuga çikarir seyircigi. Yazip sahneledigim bir diger oyun "Dobrinja'da Dügün", hemen yani basimizda, eski Yugoslavya'da, etnik nefret tetiklenerek halklarin birbirini katlettigi bir vahsete dönüsen Yugoslav iç savasini konu alir. Geçen yil sahneledigim W. Shakespeare'in "Yanlisliklar Komedisi", askin ve ihanetin göreceligini komediyi siirle bulusturarak betimler. Su an oynadigimiz benim yazdigim "Serefe Hatiralar" 1955 yili Türkiye'sini fon olarak alir. Bu "fon olarak almak" kavrami yaptigim tüm oyunlar için ayirt edici ve belirleyici özellik. Hiçbir oyunumda direkt olarak politik olaylari anlatmiyorum ve anlatmayi da seçmiyorum. Insan yasaminin öznelligi üzerinden giderek, kendiliginden çaresiz ve kaçinilmaz olarak sosyo-politik durumlara ulasiyoruz. Sahneledigim her oyunda içerik kadar, estetik açidan anlatim biçimlerini de önemsiyorum ve dert ediniyorum. Onun için her oyunumuz uzun ve yogun prova süreçleriyle sahneleniyor. Kadromuz da buna aliskin. Her oyunda, genelde benim dönemimden Devlet Tiyatrolari'ndan bir-iki oyuncu arkadasim konuk oyuncu olarak aramiza katiliyor. Asal kadromuz benim yetistirdigim mezun ögrencilerimden olusuyor. Tiyatroda basarinin en önemli ögesi; üslup ve anlayis birligi. Bu nedenle mesleki açidan tanimadigim kimseyle çalismadim, çalisamam.
Tiyatro Pera, özel tiyatro olmasina karsin ciddi yapimlarla seyirci karsisina çikiyor, Türkiye'de özel tiyatro yapmanin sikintilari nelerdir? Repertuvar, seyirci ve gösterim baglaminda degerlendirir misiniz?
En önemli sikintimiz maddi destek. Sponsorluk sisteminin sponsor olanlar için de bir avantaj oldugu henüz kavranamadi. Tek tarafli bir yardim gibi görülüyor. Devlet de tiyatrolara destekten vazgeçince -ki biz zaten hiç almadik- gerçekten bir mucizeyi gerçeklestiriyoruz. Bilet fiyatlarina da yansitmiyoruz bunu. Öte yandan yalnizca parayla ulasilamayacak yüksek düzeyde oyuncularla çalisiyorum. Tiyatroya olan inançlari, kaliteli is özlemleri ve bireysel özverileriyle var oluyorlar tiyatromuzda.
Repertuvar olusturmak zevkli ve emek isteyen bir is. Söyleyecek sözü olan; estetik yaklasimda beni de heyecanlandiracak, kendini yinelemeyen, yeniliklere açik arayislara uygun metinler bulmak ya da yazmak hos bir macera. Tiyatro Pera 5 yilda kendi seyircisini olusturdu. Sayisi giderek artan, giderek daha seçerek gelen ve daha seçici davranan bir Tiyatro Pera seyircisi. Bu olusumda iyi bir repertuvar politikasi gütmemiz ve kendi sahnemizde istikrarla temsil vermemiz etken kuskusuz. Ayrica çok hos prestij turneleri yapiyoruz. Yurtiçi ve yurtdisi festivallere katiliyoruz. En son Almanya Mülheim'da Theater an der Ruhr'un düzenledigi festivalde Türkiye'yi temsil ettik. Onur verici bir sey tabii.
"Serefe Hatiralar", 1950'lerden 1970'lere uzanan dönemi, bir ailenin parçalanisini eksen alarak sorguluyor ve Türkiye'nin o yillarinin toplumsal ve siyasal panoramasini ramp isiklarina tasiyorsunuz. Böyle bir konuyu yazma fikri nasil olustu, anlatir misiniz?
Oyunun asal öyküsü 1955/56 yillari arasinda geçiyor. 1955 yili Türkiye Cumhuriyeti tarihinin bir dönüm noktasi. Bugün sancilarini çektigimiz, siyasetten egitime, devlet anlayisina dek, hemen her düzlemdeki yozlasmanin baslangici bence. 1950'de çok partili demokrasi yasamina geçilen ülkede, ilk 5 yilda gerçekten büyük umutlar veren atilimlar yapilmis. Basta Amerika olmak üzere yabanci ülke ve sermayeye borçlanarak atilan bu adimlar, '55 yilindan itibaren bedel ödetmeye baslamis. 1955 seçimlerinden büyük bir basariyla çikan Demokrat Parti, çok partili yasami tek parti yönetimine, giderek tek parti diktasina çevirmis. Neredeyse Osmanli padisahlari özlemi içinde, demokrasiyi bes yilda bir halktan oy almak sanan bir anlayisla, istedigi her seyi yapmak hakkina sahip oldugu zehabi içinde ülkeyi yavas yavas bir baski rejimine sürüklemis. Milletvekillerine yönelik söylenen, "Siz isterseniz seriati bile getirirsiniz", "Artik ince demokrasiye paydos", "Odunu aday göstersem vekil seçilir", gibi söylemler o yilin "incileri". Böyle süreçlerde en dogrudan baskiyi her zaman aydinlar çeker. En korkulan kimlikler, yanlisi görüp düsüncelerini ifade ettikleri için aydinlar olmustur. Oyunumuzda da öyle. Aydin olmanin sorumlulugunu ve bazilari için dayanilamaz agirligini görüyoruz. Dönemin en önemli bir-iki sosyal dönemecini fon olarak kullaniyoruz. Bir tanesi 6-7 Eylül olaylari. Biliyorsunuz, Atatürk'ün Selanik'teki evinin bombalandigi yolundaki yalan haber üzerine, önceden hazirlandigi son derece açik olan utanç verici olaylar yasanmis Istanbul'da. Türkiye'yi 1960 ihtilaline götüren yogun olaylar içinden yalnizca iki tanesini gösterip, minik bir pencere açiyoruz geçmisimize.
Kendi tarihiyle yüzlesmek konusunda sancilari olan bir ülkeyiz. Unutmak kolayligini seçiyor insanimiz. Yüzlesmek, irdelemek, yanlisin içindeki dogruyu ayri tutabilmek zor ve emek istiyor. Üç darbeyle sarsildi ülkemiz. '60 ihtilali; bir yandan onur duyulacak bir anayasa armagan ederken, öte yandan idamlarla sosyal bir utanç birakti ardinda. Onun bir yansimasi 12 Mart 1971'dir. Ayni sekilde üç genç insanin idami, sonra 1980 darbesinde yasananlar, bu ülke tarihinin kara sayfalari. Oyunda çok kisa ziplamalarla '70'li yillara da uzaniyoruz.
"Serefe Hatiralar"in arka planini, politik temelini konustuk; ancak oyunumuz son derece keyifli bir anilar silsilesiyle basliyor. O 'muhtesem' '50'li yillar!. Zarif davranis biçimleri, yasam zevki, dans, müzik ve ask! Kirilgan bir yapiyla anlatiyoruz. Ya da Kafkaesk diyelim. Çagrisimlar; akil ziplamalari; ailenin iki kusaginin yasadiklari, birbirini çagiran benzer anlarin aktarimi ve tüm bunlarin müzik ve dans adimlari destegiyle anlatilmasi, hedefledigim bir estetik oldu.
Yazdiginiz ve yönetmenligini yaptiginiz oyunlarla hemen her yil çesitli kurum ve kuruluslardan ödüller aliyorsunuz, ödül sizin için ne anlam ifade ediyor?
Ödüller icraci sanatçilarin beslendigi önemli kaynaklardan biri bence. Ne kadar spekülatif olursa olsun, bir kurul tarafindan ödüle layik görülmek son derece motive edici bir sey oldu. Hele uzmanliklari kanitlanmis, tarafsiz oldugu inancini veren kisilerden olusmus bir jüri tarafindan veriliyorsa -ki böyle jüri olusumu Türkiye'de var- gerçekten bir sonra yapacaginiz is için bir ziplama tahtasi olusturuyor.
Türkiye'de tiyatro sanati; yazarlik, oyunculuk ve rejisörlük baglaminda, nitelik olarak hangi noktada sizce?
Türkiye'de tiyatro sanati gerçekten varolus savasi veriyor. Bir yanda sanatsal olandan iyice uzaklasip popülizm batagina gömülen televizyon kanallarindaki dram anlayisi; öte yandan ödenekli tiyatrolardaki sikici ve ruhsuz tiyatro yaklasimi ve bazi özel tiyatrolarda (belki de çaresiz) yalnizca gise kaygisiyla sahnelenen oyunlar. Arada bizim de içinde bulundugumuz ödün vermeden, kendi begenisi ve dünya görüsünün tek ölçüt oldugu bir anlayisla oyunlar sahneleyen özel tiyatrolar... Isimiz zor. Ama hiç bir zaman umudumu yitirmedim. Asil yatirim insana yapilmali. Umudum, yetistirdigim ögrencilerimde.
13.12.2006, Cumhuriyet, Bertan Onaran
Nesrin Kazankaya’nin, Tiyatro Pera’daki basarili oyunlari Seyir Defteri,Julia ile Dobrinja’da Dügün’ü görebilmis miydiniz bilmem? Onlarda da dünyamizin yakin geçmisteki durumunu, yasadiklarini çok çarpici biçimde oyunlastirip sahneye koymus sonra arkadaslariyla birlikte canlandirmisti.
“Serefe Hatiralar, Istanbul 1955” onun son oyunu; bu kez 1950’li, 60’li, 70’li yillarda yurdumuzun yasadiklarini özetlemis. Yerinin ve olanaklarinin darligini göz önünde bulundurarak çalkantisi, sarsintisi hâlâ süren o yillari bes simge kisiyle yansitmis: 1950’den sonra, “küçük Amerikalasmaya” inanan ilkeli, sikidüzenli koca; ozan çevirmen erkek kardesiyle birlikte nasil olacagini tam kestiremese de daha esitlikçi bir dünya düsleyen, sanata, yazina, müzige vurgun esi; Ruhi Su türküleri dinleyerek büyümü, yüksek ögrenim görmüs, ama toplumun yer ve is verip yararlanamadigi delikanli; çiftin hem küçük kizlarini, delikanlinin gizli sevgilisini de, ozan-çevirmen kardesin yavuklusunu da canlandiran genç kiz.
Arada, 50’li yillarin en sarsici olaylarindan 6-7 Eylül yikimi, ABD’nin izinde, daha dogrusu cicili bicili sözlerle yutturulmaya çalisilan anamalci soygunun kaçinilmaz sonucu olarak fokur fokur kaynatilmaya baslanan cadi kazani, kovalamalar, kovusturmalar, ülkenin düsünsel-sanatsal yasaminin simgeleyen Erol Güney’in uyduruk bir suçlamayla yurttasliktan çikarilip disari atilisi. Korku-yilgi kasirgasinin ozan-çevirmen Suat’i Ayvalik’a, ardindan Yunan Adasi’na kaçmak zorunda birakisi; onsuz, düssüz kalan Sanay’in geçirdigi bunalim; Türkiye’mizin serbest piyasa ekonomisiyle, daha dogrusu bir deyisle, sinirsiz soygun ve talanla kalkinabilecegine sanan, bu ugurda canla basla didinen Suat’in bile günün birinde dislanip isten atilisi; Berin ile Kemâl’in tutunacak birakin baska dali, birbirlerine bile tutunamayislari. Kisacasi, bütün dünyayla birlikte, güzelim Türk toplumunun da su anda içine düsürüldügü acili, acikli çikmaz.
Geçen gün iletisim agindan bir ileti geldi, Amerikan Kizilderililerinin Seref Yasalari. Tipki bir zamanlar Orta Asyali Saman atalarimizin, eski Hintlilerle Çinlilerin, su anda Anadolu’daki Alevilerin yaptiklari gibi, daha baska bir sürü ince, çok degerli ayrintinin yaninda, su ilkeye canla basla inanirmis o soylu insan kardeslerimiz: “Bitki, börtü böcek, canli cansiz, yeryüzündeki her seye karsi saygili, sorumlu olmak!”
Bu altin degerindeki ilkeye, simdi ancak Küba’da, Fidel’in yanginini kosulsuz benimsemis alçakgönüllü, çaliskan, yoksul ama alabildigine varsil, onurlu insanlar inanip uyguluyor. Bereket Fidel’in yarim yüzyillik direncinin sonunda, bugün Güney Amerika’da ABD’nin, Avrupa’nin yüzyillarca sömürüp ezdigi baska ülkeler de birer birer dönüp yeniden sariliyor.
Ama ABD’nin, AB’nin bütün dünyaya eldeki bütün araçlarla, silahlarla benimsetip uygulatmaya çalistiklari soygun ve talanin yikimi altinda inleyen uluslarda artik ne bunu animsatan bir oyun yaziliyor, ne film çekiliyor, ne kitap basiliyor. Nobel ya da Oscar’in hangi yapitlara verildigini düsünün yeter.
Bu çoraklik içinde sevgili Nesrin Kazankaya’nin oyunu çöl ortasindaki vaha gibi; umut, düs kirici da olsa, en azindan uyusturulmus insanlarin canini yakarak uyandirma olasiligi var.
Önceki oyunlarindaki gibi, Kazankaya’nin yaninda, Mehmet Aslan, Muhammet Uzuner, Basak Mese, Aytunç Sabanli inançla, canla basla yerine getiriyorlar görevlerini. Tiyatro Pera’ya gelmis olanlarin bildikleri o dümdüz, olanaksiz salonda, isigiyla, bezemiyle, müzigiyle, danslariyla yine gerçek bir tiyatro oyunu sunuluyor izleyiciye.
Türkiye, 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin iktidari ele geçirmesiyle birlikte kisa bir zaman içinde Amerikan emperyalizminin yörüngesine sokuldu. Bu tarihten sonra ve bugüne kadar bu sirret siyasetin batagindan kurtulamadi ve tarihinin en büyük kirilma noktalarini bu iktidar döneminde yasadi. Köy Enstitüleri’nin kapatilmasi, 6-7 Eylül olaylari, devlet içinde illegal yapilanmalar, solcu ve sosyalistlere karsi zorbalik ve büyük gözaltilar, bunlarla birlikte Basbakan Menderes’i idama kadar götüren, Amerikan güdümünde disa bagimli bir ekonomik kalkinma modeli ve her türlü baskaldirinin bastirilarak antidemokratik uygulamalar. Ve ardindan 27 Mayis askeri darbesi ve 10 yil sonra yine generaller tarafindan hükümete verilen askeri muhtira.
Türkiye’nin bu karanlik ve ayni zamanda ilerici güçlerinin örgütlenip baskaldirdigi ve toplumsal alanda taban buldugu 1955 ve 1971 yillari, Pera Tiyatro’nun “Serefe Hatiralar-Istanbul 1955” adli oyunu ile yeniden animsaniyor ve dönemin siyasal ve toplumsal kosullari bir kez daha sanatin ilgi alanina dahil edilerek seyircinin hafizasi güncellestiriliyor. Kurulusundan bugüne repertuvarina aldigi oyunlarla, düzeyli sanat üretme çabasini, toplumsal tedirginligi ve duyarliligi öne çikaran anlayisiyla bulusturan Pera Tiyatro ‘Serefe Hatiralar oyunu ile Türkiye’nin binlerce sayfa kitaplarla anlatilabilecek bir dönemini önemli ayrintilari ile sahneye tasiyor.
Pera Tiyatro’nun ayni zamanda sanat yönetmeni de olan Nesrin Kazankaya’nin yazdigi ve yönettigi oyunun dramaturgisi Safak Eruyar’a, dekor-kostüm Sirin Dagtekin’e isik tasarimi ise Yüksel Aymaz’a ait. Nesrin Kazankaya oyunu 1955 yilinda baslatiyor ve 12 Mart fasist muhtirasi ve ardindan gelen Deniz Gezmis ve yoldaslarinin idamina kadar olan süreçle bitiriyor. Ancak bu süreci dogrudan, kaba politik bir dille anlatmak yerine dönemin toplumsal ve siyasal kültürünü fona alarak Istanbul’da yok olan bir ailenin Cemiloglulari’nin yasadiklari tahribat, travma ve yok olusu üzerinden dile getiriyor.
Yil 1955, Demokrat Parti birtakim hile ve entrikalarla parlamentonun büyük çogunlugunu ele geçiriyor ve yeniden iktidar oluyor, iste her sey bu seçimlerin sonunda Menderes ve hükümetinin trajik hatalari ve sonunun baslangici oluyor. Her köse basinda bir milyoner yaratma siari ile ülke ekonomisini disa bagimli hale getirerek batiran ve emperyalizmin kucagina oturarak ülke yönetmeye kalkan, sikistigi zaman olmadik fasizan ve despotik uygulamalardan kaçinmayan Menderes ve onun bürokratlari isbasindadir. Cemiloglulari’ndan Celal hararetle bu hükümeti ve uyguladigi liberal politikalari savunan bir bürokrattir, esi Sanay ve küçük kizlari Berin bir de Sanay’in aydin konumundaki kardesi tercümanlik yapan Suat ayni evde yasamaktadirlar. Suat’la Celal hayata farkli pencerelerden bakan iki farkli insan, hükümeti ve onun uyguladigi ekonomik politikalarda anlasamaz ve sürekli tartisma yasarlar, bu tartismalarda Sanay kardesinin tarafinda yer alir o da hayata ve iktidara Suat gibi bakar ve Celal’le aralarinda sürekli tartisma yasanir. Bu arada ülkede her sey sirazesinden çikmis, 6-7 Eylül olaylari patlak vermis, sosyalist ve komünistler bu histeri ve hezeyanin bas müsebbibi olarak tutuklanmis, baski ve siddet olabildigine siradanlastirilmistir. Bu baski ve sindirme operasyonundan gazeteciler de payini almis Musevi gazeteci Erol Güney sürgün edilmis, Türk olmayan “öteki“ topluluklar ciddi tedirginlikler yasamaya baslamislardir.
Sira Sanay’in kardesi Suat’a gelecektir. Suat, Celal’in de yardimiyla Ayvalik’a kaçar ve orada intihar eder. Celal kizini da alir Paris’e yerlesir, Sanay da peslerinden Fransa’ya gider. Böylece bir aile yok olmustur.
Kazankaya, bir ailenin yok olusunu anlatirken esasli bir Türkiye fotografi çekiyor ve 15 yillik bir dönemin yasanmisliklarini nesnel bir yaklasimla kurguluyor, oyunda dönemin bütün özellikleri ve dramatik bir biçimde sorgulaniyor ve yansilaniyor.
Epik bir anlatimla kotarilan oyunda, olaylar ve kisiler dönemin bütün özeliklerine kosut bir gerçeklikle anlatilarak seyircinin yeniden düsünmesi ve sorgulamasi öneriliyor. Ayni zamanda genç seyircilerin de Türkiye’nin bu karanlik ve antidemokratik dönemine iliskin bilgilenmelerinin önü açiliyor.
Yönetmen Kazankaya oyunu sahneye aktarirken dönemi ve olaylari baz alarak cesurca bir yorum getiriyor ve iktidar sahiplerinin eliyle olusturulan toplumsal baski ve antihümanist uygulamalarin, insanlar üzerindeki tahribatina özel bir vurgu yapiyor. Anlatim basarili ve düzeyli bir oyunculuk örnegi, dönemin atmosferini fevkalade yansilayan, ailenin kültürel düzeyi ve yasama biçimini ele veren müzik tercihi, kisiler arasi iliskilerde romans bir büyüyü imleyen tango figürleri, her bir lokali özel bir isik huzmesi ile ayrimlayarak tasarlayip görsellige önemli bir netlik kazandiran isik yorumu ile uyumlu bir görsellik sunuluyor seyirciye.
Anlatimi, her bir ögenin, iyi ve titiz düsünülmüs dengeli bir yorumu ile seffaflastirma hünerini özel bir yorum ve yogunlukla ortaya koyan Kazankaya, döneme iliskin özenli arastirmasi ve dile hakimiyeti, bütünlüklü olarak ortaya koydugu inandirici kisileri ile hem yazarliginin hem de reji üslubunun en basarili verimlerinden birini izleyici ile bulusturarak eksiksiz bir seyirlik sölen sunuyor.
Yönetmenin görsel yorumuna oyuncularin samimi ve içten bir devinimle sunduklari oyunculuk örnekleri önemli bir katki sunuyor. Oyuncular her biri ayri ayri yansiladiklari rolleri büyük bir sorumluluk örnegi ile canli tutuyor ve yasayan bir karakter haline getiriyorlar. Liberal düsüncenin ve uygulanan ekonomik politikalarin ahmakça destekçisi Celal rolünde izledigimiz Muhammet Uzuner sesi, tavri ve psikolojisi ile destekledigi rolünü basarili bir oyunculuk örnegi ile tamamlanmis bir kompozisyon çikariyor ortaya. Aydin kimligi, entelektüel tavri ve iktidarin topluma ve kendisine kurdugu kapanin ayriminda olan ancak harekete geçmek yerine sinen ve kaçmayi bir maharet sanan kimligi ile Suat rolünü yansilayan Mehmet Aslan gerçekten anlayarak yorumlama ve yansilamanin önemli bir örnegini veriyor abartmadan. Aslan oyunculugu ile bir aydin hem hayattan zevk almasini bilen, rahat yasayan ama sinik kimligini yansilarken basarili bir profil çiziyor. Nedret ve Berin rollerinde izledigimiz Basak Mese her bir rolün ruhu ve tavrini büyük bir titizlikle ayrimlayarak önemli bir oyunculuk örnegi veriyor. Sanay‘da izledigimiz Nesrin Kazankaya ayni zamanda yazan ve yönetmen olmanin rahatligi ile yansiladigi rolünü oyunculugu ile Sanay’i oyunun dinamosu olma özeligi kazandiriyor. Kazankaya, Sanay’in bütün duyarliligi ve iç sikintisini toplumsal tedirginliklerini, duygusal karmasasini yansilarken bütün deneyimini kullanarak basarili bir fotograf ortaya koyuyor.
Sonuç olarak “Serefe Hatiralar“la Pera Tiyatro, resmi ideolojinin yillardir ‘öteki’lestirdigi ve derininde bulunan kinini zaman zaman bir toplumsal histeri ile açiga vurdugu olaylari, duyarli bir sanatçi örnegi ve sorumlulugu ile seyirciyle yüzlestiriyor. Kimilerinin utanç duydugu ve “Öteki”lerden mahcup oldugu tarihsel bir gerçegi sanatsal olanin üst düzeyde sunumuyla güncel olan köhne zihniyetin depresen histerisine bir animsatma olarak çarpiyor.
9.12.2006, Salom Gazetesi, Tilde Levi
Serefe Hatiralar
Taksim’den Siraselviler’e giderken, Alman Hastanesi’ne gelmeden az önce sagda Tiyatro Pera’nin isil isil aydinlatilmis girisini fark etmemek mümkün degil.
Yaklasik iki hafta önce tiyatronun Sanat Yönetmeni Nesrin Kazankaya ile telefonda görüstük. “Serefe Hatiralar (Istanbul 1955)” adli oyunlarini sahneye koymak üzere son ayrintilari gözden geçiriyorlardi. Nesrin Hanim, yazarimiz Erol Güney ile görüsüp kendisini davet etmek istiyordu. Zira oyunun bir sahnesinde Güney’in yasaminin önemli bir bölümü irdeleniyordu. Kazankaya; Yapi Kredi Yayinlarindan çikan “Erol Güney’in Ke(n)disi” baslikli kitabi okumus, yazarlari Haluk Oral, M. Seref Özsoy ile de görüsmüstü. Bu arada Güney’in 2006’da Disisleri Bakanligi tarafindan Türkiye dostu ilk yüz kisi arasina alindigi bilgisini de dogrulamak istiyordu.
Nesrin Kazankaya ile telefonda çok hos bir sohbetimiz oldu. Oyunu izleyecegime söz vererek daveti için tesekkür ettim.
Düsünüyorum da, entelektüel bir tiyatrocu için bile gazeteci Erol Güney’in yasadiklari gerçeküstü gibi algilaniyordu.
Konuyu sir perdesi gibi göstermemek için bir açiklama:
Erol Güney 1920’de ailesiyle Rusya’dan göç etti; 1937’de Türk vatandasligina kabul edildi; 1955’te yazdigi bir makalenin kaynagini açiklamadigi için Bakanlar Kurulu karariyla sinir disi edildi; ayni yil Israil vatandasi oldu; 35 yil sonra Israil Büyükelçisi Ekrem Güvendiren sayesinde kara listeden çikarildi; 2006’da yasi 92’yi buldugunda Disisleri Bakanligi tarafindan onurlandirildi. Son zamanlarda günümüz gençlerinin sikça kullandigi üzere: “saka gibi”...
Tam bir paralellik olusturmasa da, benzer bir anlasilmazlar dizisini arastirma yapmak üzere gazeteye gelen piril piril bir doktora ögrencisi ile yasadim. Veri tabani doluydu, ancak taslari bir türlü yerine oturtamiyordu. Tez konusu: Türkiye Cumhuriyeti’nde Yahudi aydinlardi.
Bazi sorulari yanitlamami rica eti. Sohbete basladik. Bosnak kökenli olan delikanli bir zamanlar azinlik kavraminin ‘çok renkli’ bir yasamdan çikip giderek azalan bir kitleye dönüsmesini anlamakta zorlaniyordu.
* * *
Serefe Hatiralar’i(Istanbul 1955) izledim. Hem de büyük keyifle. Tiyatro elestirmeni olamadigim için satirbaslarimla yetinecek ve 245 44 60’tan yerinizi ayirtacaksiniz. Oyun da, yakin tarihimizi ele alarak, olaylarla, dogrusu ve yanlisiyla bir nebze yüzlesmeyi hedeflemis.
Mehmet Aslan, Nesrin Kazankaya, Muhammet Uzuner, Basak Mese ve Aytunç Sabanli’nin rol aldigi oyun gerek izledigi zaman tüneli, gerekse kostümleri ile basarili bir oda tiyatrosu keyfini yasatiyor.
Oyundan bazi satirbaslari ise söyle: 50’lere dogru ve 50’ler; Erol Güney; Nisantasi:seçkin ve farkli olmak; 6? Eylül olaylari-Toplumsal Hezeyan!, Yaprak Dergisi 1949?? “Gerçekçi ol, imkansizi iste!”; ’68 kusagi ve 70’li yillar…
Tiyatro Pera sahneye koydugu oyunun yani sira dönemi yansitan belge niteliginde çok degerli bir kitapçik da hazirladi. Dönemin azinlik gazeteleri arasinda Salom’un Ibranice yayinlandigi yanilgisi disinda, içerigi ve görselligi ile gerçekten mükemmel. Izleyicilere kalici bir yapit sunmak herkesin uyguladigi bir incelik degil.
18.12.2006,Toplumsal Demokrasi Gazetesi, Asli Gençay
Aydinlari da vururlar...
Türkiye'nin yakin geçmisindeki her dönemin karakteristik özellikleri vardir ve genelde hep bunlarla anilirlar. 1950'leri nasil bilirsiniz örnegin? Bugün çok genç nesil sadece resmi tarih kitaplarindan feyz alirsa 'Demokrasiye geçis', 'Yollar krali Menderes'in dönemi', 'Türkiye'nin küçük Amerika'ya dönüsümü' gibi degerlendirmeler yapabilir. Fakat gerçek öyle midir? Dogru, dönem Menderes dönemidir. 1950 seçimleriyle Türkiye'de iktidara, ABD'nin açiktan destekledigi, hatta adi emperyalistlerin kirli politikalariyla anilan AP ajansi tarafindan bildiri ve brosürleri seçim öncesi dagitilan Demokrat Parti gelmistir, getirilmistir. Türkiye, ABD'nin kucagina son hizla düser, düsürülür. Açlik, sefalet bir yanda, piyangolar vb. gibi kolay yoldan köse dönme hesaplarinin çikmasi bir yanda, halk üstünde estirilen terör bir yandadir.
Türkiye NATO, CENTO gibi askeri bagimliliklara baliklama dalarken, ekonomik olarak Marshall yardimlarinin kabulü ve Türkiye Sinaî Kalkinma Bankasi'nin kurulusu gibi gelismelerle köle haline gelmistir... Ve ABD'nin borazani gerek hükümette gerek orduda ötmekte gecikmez. Amacimiz burada tarih dersi vermek degil. Bize o günleri hatirlatan bir tiyatro oyunu bunlari yazmamizsa vesile oldu. Geçen sezon Istanbullu tiyatroseverlere 'oyun gibi oyun' zevkini tattiran Tiyatro Pera, bu defa da 'Serefe Hatiralar' adli yeni oyunuyla gündemimize oturdu, iyi de oldu. 9 Aralik'ta galasi gerçeklesen Nesrin Kazankaya'nin yazip yönettigi oyun, 1955 basindan 1980'lere kadar Türkiye'nin en çetrefilli ve zor dönemlerinden birini, Istanbullu aristokrat bir ailenin yasamindan kesitlerle anlatiyor. 1980'de, eski yasamlarinda asçilarinin oglu olan ve komünist oldugu için iskencelerden geçip hapishanede yatan Kem‰l'in (Aytunç Sabanli) küçük, mütevazi lokantasina gelen Berin'den (Basak Mese) baslayip geriye, daha geriye neredeyse sinemasal 'flashback'lerle gidiyoruz. Berin'in annesi, zengin, güzel, çalismadan yasayan ama sistemle kafasal olarak uzlasmayan, bilgisi ve kültürü itaatk‰r bir es, uçariligi ve canliligi fedak‰r bir anne olmasina izin vermeyen Sanay'i (Nesrin Kazankaya), statik, bürokrat ve sistemle bütünlesmis, kendi gibi olmayanlari tenkit eden, beyaz yakali ekonomist baba Cel‰l'i (Muhammet Uzuner), komünist, idealist ama bir o kadar da bohem ve halktan kopuk olan dayi Suat'i (Mehmet Aslan), esi yurtdisinda oldugundan Suat'la bir iliski yasamakta beis görmeyen grubun en apolitik ama en 'güzel seyi' Nedret'i (Basak Mese) taniyoruz. Bu rahat yasam, tevkifatlar, komünist avciligi, azinliklara yönelik 6-7 Eylül katliamlari gibi olaylarla bozulup terörize olurken su sorulabilir elbet; neden aristokrat ve hali vakti yerinde insanlarin gözünden görüyoruz bu vahim gelismeleri? Isin acisini daha çok çeken avam degil midir? Oyun sonrasi bu soruyu yönelttigimiz dramaturg Safak Eruyar'in cevabiniysa sizinle aynen paylasmak isteriz: 'Onlar zaten çok çekti, ama sunu göstermek istedik ki bu zengin ve aristokrat aile dahi bunlari yasadiysa gerisini varin siz düsünün...' Tiyatro Pera'nin geçen sezonki oyunlarinda küçük burjuva elitizminin çok ötesine geçtigini de görmüstük. Ayrica oyunda THKP-C davasindan yakalanip, iskenceler ve tutsakliklar yasayan Kem‰l'le, üniversitede gözaltina alinip babasinin hatirli ahbaplari sayesinde birakilarak Paris'e gönderilen Berin arasindaki farkin da alti yeterince çiziliyor.
Aydin kimdir, ne yapar?
Tiyatro Pera, 'Serefe Hatiralar' vasitasiyla salt Türkiye aydininin degil dünya aydininin da totaliter sistemler içerisinde daraltilip, bunaltilip, varolus nedeni olan üretme, arastirma ve ifade etme haklarindan mahrum birakilarak yeniye ve iyiye ulasma umudunun kirilisini ve bu yolla neredeyse intihara zorlanisini da sorguluyor. Oyunla birlikte yayimladiklari kapsamli brosürden Tiyatro Pera'nin bu konudaki derdini ve arastirmalarindaki derinligi daha iyi anliyoruz. Virginia Woolf, Rimbaud, Zweig gibi örnekler Nazimlar ve Sabahattin Alilerle bütünlesmis olarak karsimiza çikiyor. Intihar da ayni direnis, bedel ödeme ve öldürülme gibi baskici sistemlerin halka ve aydinlara dayattiklari karsisinda yasananlardan biri olarak betimleniyor. Bu noktada intihar, daha iyiye ve daha güzele ulasmak için varolanin elestirisine, bir kaçistan çok radikal bir eyleme dönüsüyor. Hem içerigindeki bunalmayi hem de degistirme istegi ve eylemi olmasi yaniyla iradeyi görebiliyoruz. Oyunda bu misyon Suat karakterine düsüyor ve 6-7 Eylül olaylarinin ardindan kaçirildigi Ayvalik'ta, açik sahnenin de etkileyiciligiyle, gözümüzün içine bakarak silahi beynine sikmasi izleyiciyi derinden sarsiyor. Tiyatro Pera da her oyununda, Türkiye'den ve dünyadan örneklere politik bir derinlik ve sorgulamayla yaklasarak ayni misyonu tasiyip elitist ve kendinden menkul tiyatroculugu kirip geçmiyor mu? Özellikle yazar, yönetmen Nesrin Kazankaya ve Basak Mese, basarili oyunculuklariyla göz dolduruyor. Ses sisteminin zaman zaman rahatsiz etmesine -bilinçli bir tercih olarak- dekordaki sadelige ragmen taslari yerine oturtuyor ve izleyiciyi 'serefe yeni 80'li yillar' sözleriyle ironiye davet ederek sonlaniyor. 71 cuntasinin yansimalarini izledigimiz sahneden, daha bunun 80 cuntasi da var diyerek aci bir gülümsemeyle ayriliyoruz.
13.01.2007, Radikal, Efnan Atmaca
'Dönüm noktasi o mesum 1955'
Tiyatro Pera'da sahnelenen 'Serefe Hatiralar', 1955'ten 1970'lere varsil bir ailenin drami üzerinden çokpartili sisteme geçisin sancilarini, politik hatalarin insanlarin yasamini nasil etkiledigini gözler önüne seriyor. Oyunu yazip yöneten Nesrin Kazankaya, basrolü de üstlenmis
EFNAN ATMACA
ISTANBUL - 'Dobrinja'da Dügün' adli oyunla dikkat çeken ve pek çok ödül kazanan Tiyatro Pera, altinci sezonunu 'Serefe Hatiralar'la açti. Bu yeni oyunun künyesinde yazar ve yönetmen olarak 'Dobrinja'da Dügün'de oldugu gibi Nesrin Kazankaya'nin imzasi var. "Tiyatro Pera'da ilk bes yil var olma savasi verdik. Bugün varolusumuzla ilgili bir problem yok. Artik güçlenmek, daha çogalmak, repertuvari güçlendirmek, yurtiçi ve yurtdisinda daha çok oyun oynamak istiyoruz" diyen Nesrin Kazankaya, 'Serefe Hatiralar'da oyuncu olarak da çikiyor karsimiza. Oyun, 1955 yilina odaklaniyor. Dönemin aydin bileskesi olarak nitelenebilecek Celiloglu ailesinden üç farkli kahramanin hayatina girerek 1955 Türkiyesi'ni gözler önüne seriyor. Ve o dönem yasananlarin gelecek yillari nasil etkiledigi, Nesrin Kazankaya'nin oyuna ekledigi ikinci bir kurguyla ilk hikâyedeki kahramanlarin ikinci kusagiyla anlatiliyor.
'Kör kör parmagim gözüne' yanilgisina düsmeden politik hatalarin insanlarin yasamini nasil etkiledigini anlatiyor 'Serefe Hatiralar' Dolayisiyla insanlarin kaderinin ülkelerin kaderinden ayrilmaz oldugu mesajini veriyor. Oyunda Kazankaya'nin yani sira Mehmet Aslan, Muhammet Uzuner, Basak Mese ve Aytunç Sabanli rol aliyor. 1950'lerde yapilan hatalarin gelecek 20 yili nasil etkiledigini bir ailenin dramini öne çikararak basarili bir sekilde anlatiyor Tiyatro Pera. Oyunun sonuna ise umut ekip 'Güzel 80'li yillara' diye bitiriyorlar 'Serefe Hatiralar'i ki Kazankaya en çok canini yakan repligin de bu oldugunu söylüyor oyunda: "Oyunun sonundaki cümlenin benim içimi çok acittigini biliyorum. 'Serefe Hatiralar', 'Güzel 80'li yillara' diye bitiyor. Ama biz biliyoruz. Güzel 80'li yillar olmadi." Kazankaya'yla Tiyatro Pera'yi ve oyunu konustuk. Tiyatro Pera altinci sezonunu bir dönem oyunuyla açti. Bu kez 1950'lere odaklaniyorsunuz. 'Serefe Hatiralar'da bir anlamda sevabiyla günahiyla Cumhuriyet tarihiyle yüzlesiyorsunuz.
Cumhuriyet tarihiyle yüzlesmek aydin olmaya çalisan tiyatrocular olarak hep hedefledigimiz bir seydi. Dünyanin hiçbir yerinde kendi tarihiyle yüzlesmeden atilim yapan bir ülke yok. Özellikle Türkiye'nin yasadiklarini unutmak, tarihiyle yüzlesmemek, yanlislarindan korkmak gibi bir zaafi var. Tiyatro Pera altinci yilina girdi. Bugüne kadar hep insana dair dertlerden yana oyunlar yaptik. Aslinda yaptigimiz her oyun, Türkiye tarihine bir gönderme niteligi tasiyordu. Simdi birebir Türkiye'ye geldik ve tarihten bir kesit sunmak istedik.
Önce Osmanli'dan baslamayi düsündüm. Aslinda kismen de öyle oldu. Çünkü olayin merkezindeki Celilogllari son Osmanli aydini bir aileye mensup. Ancak Osmanli'dan Türkiye'ye geldigimiz zaman asil dönüm noktasi olarak 1955'le karsilastik. Hem Osmanli anlayisinin yok olmadigi hem yeni Cumhuriyet'in coskusunun henüz azalmadigi ancak politik aymazligin çok net bir sekilde ortaya çiktigi o meshum 1955'le. Dolayisiyla da merkeze o yili aldik. Mesum 1955 derken...
1950'de baslayan o yüksek atilim herkesin gözünü kamastirmis. Inanilmaz bir Amerikan destegi var. Bildigimiz Marshall yardimi. Birdenbire traktör sayilari artmis. Tarimda Türkiye Cumhuriyeti tarihinin görmedigi bir verim alinmis, isçi sinifini olusturacak kadar fabrikalarda atilim yapilmis ama her biri göz boyayici bir hizla ve gelecek düsünülmeden yapildigi için
1955'te borçlar büyük faizlerle geri ödenmeye baslamis. Ve ekonomi sarsilmaya basladiginda da degismez kural olarak sosyal patlamalara yol açmis. Sosyal patlamalar iktidar partisinde büyük korkular yaratmis ve en acisi da çokpartili yasami baslatan bir parti bes yil sonra Türkiye'yi tek parti despotluguna dönüstürmüs. Iste bu yanilgi ülkeyi belki de tarih tekerrürden mi ibaret sorusuna götüüyor. Ben çok oyla geldigime göre istedigimi yaparim anlayisi. Bunun üzerine Demokrat Parti insanlari susturan, bezdiren yasa üzerine yasa çikarmis. Ve sonunda da 60 ihtilaliyle kapanmis dönem. Siz oyunda iki dönemi 55-56'yi ve 70'lerin ortasini anlatiyorsunuz. Ancak ihtilallere teget geçiyorsunuz.
Çünkü ben ihtilal anlatmiyorum. Oyunda 1955 dönencesinde baslayan hatayla 70'li yillarin nasil hazirlandigina dair politik bir panorama sunuyorum. Ailenin ikinci kusaginin da birinci kusaktan ari bir kaderinin olmadigi ve bu kader sözcügünün aslinda insani ezen, insana ragmen yürütülen yanlis siyaset oldugunu bilip geçerek bir kurgu olusturmayi uygun gördüm. Neredeyse tüm oyunlarinizda politik bir yön var. Tiyatro Pera'yi politik bir tiyatro olarak niteleyebilir misiniz?
Benim için anlatmak istedigim drama sosyal bir dram koymamak olaganüstü büyük eksiklik. Zaten kendiliginden oluyor bu. Politik bir dönemi anlatayim diye girismiyorum ise ama 55 yilinda bir aileyi anlattigim zaman kendiliginden o sosyal ortam ortaya çikiyor. Ben oyunda bir dram anlatiyorum. Ilk kusaktan üç, ikinci kusaktan iki kisinin dramini. Asklarini, tutkularini, çözülmelerini kurguluyorum. Beni de asil baglayan bu drami anlatmak, ama onlarin çektikleri acilarin, geçirdikleri trajik dönüm noktalarinin sebebi, ülkedeki politik yanlisliklar oluyor. Ne yapsam çaresiz arkasinda acimasiz 20'nci ve 21'inci yüzyil çikiyor. Bu kez sahnelemede de farkli bir yol izliyorsunuz. Yer yer bosluk birakiyorsunuz ama yine oyunculara hem dans ettiriyor hem sarki söyletiyorsunuz...
Estetik arayislar çok akilla olmuyor bende. Bu öyküyü dramatik, kirilmaz bir yapiyla anlatmak istemedim. Çünkü bir tiyatro oyununun bir dönemi bir yargi cümlesiyle seyirciye aktarmaya ne hakki, ne yetenegi, ne yeterliligi olabilir. Seyirci öyküyü bastan sona dümdüz seyretsin istemedim. Arada düsünme paylari, ziplama paylari, çagrisimlar olsun istedim. Bunu anlatmak için bir estetik arayisina girdim. Bu yüzden o duraklari ve cami kullandim. Dans adimlarindan çok sey ödünç aldim. Çünkü oyuncunun kendini sadece insana dair bildik davranis biçimleriyle degil de sanatta hafif çekistirilmis gerçeklikle anlatmasini çok severim. Öte yandan evet jonglörlügü çok seviyorum. Çünkü bana kalirsa oyunculuk sadece sirtini söze dayayip seyirciye ahkâm kesmek olmamali.
'Serefe Hatiralar' bugün saat 20.00'de Tiyatro Pera'da.
Tel: 0212 245 44 60
10.01.2007, Salom Gazetesi, Robert Schild
“Istanbul 1955”e uzanalim... Tiyatro Pera’da “Serefe Hatiralar”.
Bugünmüs gibi animsiyorum, 1968 yilinda Istanbul’u ziyaret eden ünlü Alman politik tiyatro yazari Heinar Kipphardt, bir söyleside “Edebiyat dallari arasinda en etkileyici olani, hiç kuskusuz tiyatrodur...” diye savlamisti – “ve bunlar arasinda, politik tiyatro!”Sahne sanatlarina karsi askimi, atom bombasinin yaraticilarindan J.Robert Oppenheimer ve Yahudi Soykirimi mimarlarindan Adolf Eichmann hakkindaki oyunlariyla bizleri derinden sarsmis olan bu yazara borçluyum – ve basta bu tür “uyarici” oyunlara karsi özel ilgimi...
Ülkemizdeki politik veya “belgesel” tiyatro bayragini 1960’li yillarda açmis olan Dostlar ve AST’ye, son yillarda ise Mahir Günsiray’in Oyunevi’nin ardindan Tiyatro Pera da katilmistir. Devlet Tiyatrosu kökenli Nesrin Kazankaya’nin kurdugu yetkin tiyatro lisesinin yani sira yönetmen ve bazi oyunlarin yazari olarak emek verdigi alçak gönüllü sahnede, Ariel Dorfman’in Sili türü diktatörlügü gözler önüne seren “Ölüm ve Kiz”indan, Bosna’daki etnik fasizmi isleyen “Dobrinja’da Dügün”e kadar birkaç ilginç politik oyun izleyebildik. Oysa ki, Kazankaya “Hiç bir oyunumda direkt olarak politik olaylari anlatmiyorum...” diyor, Metin Boran’a Evrensel Gazetesi için verdigi bir söyleside; “Insan yasaminin öznelligi üzerinden giderek, kendiliginden çaresiz ve kaçinilmaz olarak sosyo-politik durumlara ulasiyoruz...”
Yeni yazdigi ve yönettigi “Serefe Hatiralar” oyununda da öyle: “Ezici müdahaleler olmadan bir arada yasayabilecek kimliklerin parçalanmasinin nedeni, farkli düsünceler degil, farkli düsüncelere tahammül edemeyen siyaset anlayisidir...” (program kitapçigindaki giris yazisindan). Aynen Dobrinja’da oldugu gibi, bir avuç insanin, siyasi/toplumsal gelismeler karsisinda çabalamalari, savasmalari ve – kirilmalari, çökmelerine tanik oluyoruz.
Bir dönüm yili...
Tiyatro Pera’nin satranç tahtasinda bu kez alti tas var – üçü yüksek derecede simgesel: Kentsoylu/varlikli Celilogullari ailesinden, aralarindaki sevgi sanki kardeslik düzeyini asan sik/alimli Sanay ile gazeteci/çevirmen ve “devrimci” (?) Suat’in yanisira Sanay’a tapan yakisikli esi, yüksek düzeyde bürokrat/iktisatçi Celal. Diger üç kisi ise, Suat’in sevgilisi Nedret ile daha sonraki bir dönemde karsimiza çikan Celilogullari’nin büyümüs kizlari Berin ve ailenin ahçisinin “gerçek” devrimci ogullari, meyhaneci Kemâl... Mekânlar – ailenin Nisantasi’ndaki lüks apartman dairesi, Ayvalik sahili ve Istanbul’da bir meyhane... Zaman – 1954/55 yilbasi gecesinden baslamak üzere, o yilin çesitli dönemleri, bu arada 7 Eylül sabahi ile 1970’lerde bir gün...
“Niye 1955?” diyecekseniz – bu yilin, Türkiye demokrasi evrimininde belki de bir dönüm noktasini olusturdugu için... Tek parti dönemini kapatan 1950 yilindaki demokratik bir seçim ile Demokrat Parti’nin hükümeti olusturmasinin ardindan, demokrasi kurallarina uyulmadigi söylenen bir sonraki seçim ile 1955’de yeniden iktidar olur ve bu yildan baslamak üzere demokratik geleneklerin ayaklar altina alinmasi sonucu, gene bes yil sonra, demokrasiye yakismayan bir yoldan Demokrat Parti tarihe karisir – öte yandan, 1960’da halka verilen son derece demokratik anayasadan yeterince yararlanilamayacak ve 1970’larin çehresini olusturan, gene demokrasi kurallarina uymayan gelismeler olacaktir.
Kisilere geri dönecek olursak: Saygin Celilogullari ailesine damat olan yetenekli ve agzi iyi laf yapan, o “devrin adami” Celal, ailenin birikmis varliginin rantlariyla geçinen sair ruhlu Suat ile pek geçinemiyor – yabanci yatirimlari “gerçek bir devrim” olarak adlandiran bürokrat ile özgürlükçü gazetecinin düsünceleri birbirlerinden çok uzak... Ne var ki, ayrintilari bir yana, nedeni dahi oyun boyunca bir türlü ortaya çikmayan hükümet karsiti bir yazisi/söylemi/eylemi (?) üzerine Celal, kayinbiraderinin Istanbul’dan kaçmasina yardimci olur, Sanay’in israriyla. Suat’i bundan böyle Ayvalik’ta sürgünde görüyoruz – ve orada girdigi derin depresyondan onu sevgilisi Nedret dahi kurtaramiyor. Kardesinin ayrilmasindan sonra Sanay esinden gittikçe uzaklasir, Fransa’da okumaya baslamis kizlari Berin’in yanina gider, Celal ise devlet hizmetindeki isinden ayrilir – aile dagilmistir...
Iç içe gelisen iki dönem, iki öykü...
Oyunun yazari Nesrin Kazankaya ile dramaturg Safak Eruyar, Türkiye’nin o yillarda içinde bulundugu geçis dönemini ustalikli biçimde yakalamasini bilmislerdir. Her mahallede bir milyoner yaratacak, ABD güdümlü (“planli”) kalkinma politikasi ile ona çarpan 6/7 Eylül olaylari, Beyaz Rus/Yahudi gazeteci Erol Güney’in bir yazisi nedeniyle sinir disi edilmesi, “Stalin batakliginda gömülen sair” (Nazim Hikmet) ile “ormanda sirindan vurulan yazar”a (Sabahattin Ali) göndermeler, derken üniveriste gençliginin hükümete baskaldirma hazirliklari – tümünün önünde ise smokinli ve sampanyali yilbasi partisi, Cole Porter’in “I Love Paris” ezgileri veya tango nagmeleriyle Suat/Sanay/Celal’in dans sahneleri – ve arada bir, 15-20 yil sonralarina atlamalar: Berrin Fransa’dan yeni dönmüstür – bavulu elinde, solugu Kemâl’in küçük meyhanesinde bulur, orada geçmisi animsamak için... Orada ögreniyor ki, babasinin ahçisinin oglu, çocukluk arkadasi (belki de ilk aski), altmisli yillari yetmislere baglayan dönemin devrimcisi hapis yatmis, sancili günler geçirmistir.
Iç içe gelisen iki dönem, iki öykü; bunlara “flashback” mi diyelim, yoksa –1955 yili olaylarinin daha ayrintili biçimde islenmesiyle– “ileriye dönüsler” mi, önemli degil – önemli olan, sahnenin sol arka planinda duran yari saydam cam pano ve Yüksel Aymaz’in çok basarili isik tasarimiyla bu iki dönemin çok basarili biçimde gözler önüne getirilmesidir. Tiyatro Pera’nin kendine özgü, izleyiciler ile ayni düzeyde olan alçak gönüllü sahnesi, Sirin Dagtekin’in minimalist, ancak çok islevsel sahne tasarimi ile en uygun biçimde kullanilmis. Iki rol üstlenen Tiyatro Pera mezunu (simdi egitmeni)Basak Mese, 1970’lerin Berin’i olarak, 1955’lerin Nedret’inden daha basarili, kanimca. Diger iki basoyuncuyu ilk kez izledim; Muhammet Uzuner Celal olarak temiz bir oyun çikariyor, Mehmet Aslan ise –biraz da Suat’in daha duygusal özyapisi nedeniyle olsa gerek– izleyici ile daha çok yakinlasabiliyor. Oyunun temel diregi, perde akasindan oldugu gibi, bizzat sahnenin üstünde de hiç kuskusuz Nesrin Kazankaya’dir –“Dobrinja”da Ayse Lebriz ile arasinda paylastirdigim alkislarimi, bence bu oyunun odagini olusturan devinimleriyle en basta kendisine yönelttim...
“Serefe Hatiralar”i muhakkak izlemelisiniz – kimileriniz anilarinizi tazelemek, o dönemi yasamamis olanlar ise bu döneme bir pencere açmak için – ancak en basta, mükemmel bir sekilde hazirlanmis program kitapçiginda belirtildigi gibi “bir arada yasayabilmek” yetenegini yitirmemek için..
9.01.2007, Cumhuriyet, Aysegül Yüksel
Tiyatro Pera yeni oyunu “Serefe Hatiralar”la yakin tarihimize bakiyor
Yogun Acilara Itilenler
Nesrin Kazankaya’nin yazip yönettigi “Serefe Hatiralar”in dünya prömiyeri 24 Kasim 2006’da yapildi. Bir “duyarliliklar oyunu izliyorsunuz. Dramin belkemiginde, Nisantasi’ndaki kibar Istanbullu yasaminin tüm incelikleriyle yetismis bir kiz kardesle erkek kardesin öyküsü var.
Tiyatro Pera Istanbul’un kazandigi nitelikli özel tiyatrolardan biri olarak altinci tiyatro dönemine girdi. Nesrin Kazankaya’nin yazip yönettigi “Serefe Hatiralar”, toplulugun Türk toplumuna egildigi ilk oyun. Dekor-giysi tasarimini A.Sirin Dagtekin’in, isik düzenini Yüksel Aymaz’in yaptigi oyunun yorumculari Nesrin Kazankaya, Mehmet Aslan, Muhammet Uzuner, Basak Mese ve Aytunç Sabanli.
Topluluk, kurulusundan bu yana “özenli” islere imza atti. Sanat yönetmeni Nesrin Kazankaya, tiyatroculuktaki en enerjik ve yaratici dönemini ari gibi çalisarak degerlendiriyor. Arastiriyor, inceliyor, yabanci dilden çeviriyor, oyun yaziyor, oyun yönetiyor ve sahneye çikiyor… Yapimlar olusturulurken dekorda, giyside, isik tasariminda, sahne gereçlerinin seçiminde ve kullaniminda titizlik gösteriliyor. En hosu da oyun brosürlerinin derinlikli içerigi, kullanilan fotograflarin nitelik düzeyi, sayfa düzenindeki siklik… Deneyimli dramaturg Safak Eruyar’in çaliskanliginin dogru yansimalari.
Özetlemek gerekirse, Tiyatro Pera üretim yaparken de, ürünlerini sunarken de tiyatroculuk ugrasina, sanatçi kisi emegine ve seyirciye saygili bir tutum izliyor. Yeterince incelemeden, gerektigince titizlenmeden, tiyatrocu kisi duyarliligini sürekli olarak tazelemeden, yalnizca beceri ve birikime yaslanmakla isi bitirecegine inanan kimi sanat erbabina örnek olacak bir tutum kisacasi…
Geriye hüzünle bakis
“Serefe Hatiralar”, Türkiye’nin iki kritik siyasi döneminden izdüsümler tasiyan bir “duyarliklar” oyunu: Demokrat Parti dönemi “demokrasisi”nin ve ABD eliyle sunulan liberal ekonomi anlayisinin toplumdaki “hoyrat”olusumlara el verdigi, 6-7 Eylül olaylari’na dek uzanan, 1955 yili odakli ilk dönem ve 12 Mart’i 12 Eylül’e ulastiran, “68 kusagindan gençlerin” yogun acilara “hoyratça” itildigi ikinci dönem… Animsamazdan gelmeyi yegleyebiliriz, ama her iki dönemin de birinci elden taniklari henüz yasamakta, dogrular ve yanlislar henüz bilimsel açiklikla ortaya dökülmüs degil, vicdani hesaplasmalari henüz noktalanmamis…
Yazar Kazankaya, “tehlikeli” sularda dolastiginin bilincinde. Kendi deyisiyle, “Her seyi anlatmaya kalkismak yalnizca olanaksiz degil, gereksiz de”. Bu nedenle Nisantasi “kibarligi”ni (“monden”ligini) sindirmis, “Istanbul soylusu genç bir kusagin (Sanay, erkek kardesi Suat, dostlari) 1955 yilini kapsayan öyküsü ile yaklasik 20 yil sonra bir önceki kusagin yasina gelmis ve 12 Mart sonrasi/12 Eylül öncesi dönemiyle yüzlesmis/yüzlesmek durumunda kalmamis” genç insanlarin (Sanay’in kizi Berin, Recep Usta’nin oglu Kemal) öyküsünü bulusturmakla yetiniyor. Bu iki dönemin birbirinden farkli olan ancak, her ikisinde de “yenilmislik” duygusunun agir bastigi “hüzün”, “geriye dönüs”- “ileri gidis” teknigiyle siralanmis kisa tablolarla iç içe canlandiriliyor.
Burjuva yasaminin incelikleri
Ancak, Kazankaya’nin dramatik malzemesinin agirligini 1955 yilinin Istanbul’u ve Nisantasi’ndaki burjuva yasami olusturuyor. Dil kullanimi, konusma ve davranis biçimleri, giysi ve çevre düzeni, Sanay (Nesrin Kazankaya) ile Suat’in (Mehmet Aslan) sanat karsisindaki duyarliliklari, esprileri, begenilerindeki incelik, içki içislerindeki zarif törensellik, ayrintili olarak ve basariyla isleniyor sahnede. Sanay’in kocasi Celal’in (Muhammet Uzuner) Demokrat Parti siyasetinin bendesi olma asamasinda ise Sanay’in Suat’in incinebilirligi su yüzüne çikiyor. Sanay ve Suat da 6-7 Eylül Olaylari sirasinda –onca yil birlikte yasamisliktan sonra- “öteki” oluveren “gayrimüslim” komsular gibi artik “azinlik” sanki… “Aydin” olma sorunsaliyla sarmalaniyorlar. Belki de Istanbul’daki burjuva yasaminin inceliklerine dalip gitmisken toplumda olusan yeni dinamiklerin bilincine bütünüyle varamayislarinin bedelini ödüyorlar…
Buna karsilik, 12 Mart öncesinde yurtdisinda üniversite egitimine gönderilerek ögrenci olaylarina karismasi engellenen, Sanay ile Celal’in kizi Berin (Basak Mese) ile dönemin tüm hoyratligi ile karsi karsiya kalmis Kemal’in (Aytunç Sabanli) öyküleri- yalnizca kalin firça darbeleriyle ve yalnizca söz düzeyinde olusturuldugu için- beklenen derinlige ulasamamis. Böylece oyunun odak noktasi kayiyor. Bu durumda, Sanay-Suat öyküsü de gerektiginden çok uzatilmis etkisi birakiyor. Nesrin Kazankaya, yazdigi metinlerden fedakarlik etmeyi sevmiyor… Ya da yazar-yönetmen olmanin getirdigi bir zorluk bu…
Metinde islenen iki dönemin esit derinlikte incelenmemesinden kaynaklanan anlatim sorununa karsin akillica tasarlanmis bir sahne düzeni içinde rollerini dogru yorumlayan oyuncularla, basarili dekor-isik-giysi tasarimlariyla sik bir yapim var karsimizda.
Sanay’in o muhtesem elbisesi ile sahneye girmesinin ardindan havasina adapte oldugunuz oyunun ilerleyen anlarinda; tango ve piyano var. Sahnenin seyirci ile ayni hizada olmasindan, canli performanslarina ayaginizla degebileceginiz kadar yakindan sahit olmanizin verdigi heyecan ‘sürgün’ kelimelerinin sarf edilmesiyle bir anda ortamin gerilmesine sebep oluyor. Kaçmak gerekiyor, saklanmak, tehlike var! Kaçis baslar… Ve eski güzel ve mutlu günler iyice geride kalir. Mutlulugu yeniden elde etmek için yapilacaklar çok mu zor? Hayir, aslinda zor degil… Martilar bile sahit oluyor onlarin mutluluguna ve sen kahkahalar atiyorlar hayatlarina…
27.01.2007, Hürriyet Cumartesi, Deniz Inceoglu
1955 YILI TÜRKIYE’SININ ANLATILDIGI
SEREFE HATIRALAR OYUNU TIYATRO PERA’DA
Demokrat Parti dönemi sahneye tasindi
Zeki Müren’in güzel ama hüzünlü sesi, los bir isik ve eski mobilyalar… Seyirci koltuklarina oturmak için ilerlediginizde bir anda sahneden geçtiginizi fark edeceginiz Tiyatro Pera, yeni oyunu Serefe Hatiralar ile 1955 yili Türkiye’sine götürüyor sizi. Sanat yönetmeni Nesrin Kazankaya’nin yaptigi arastirmalar sonucu bir buçuk yilda kaleme aldigi oyun bu dönemin politik, ekonomik ve sosyal sorunlarina Istanbul Nisantasi’nda yasayan üç kisilik aydin bir ailenin hayatiyla deginiyor. Oyunda Sanay karakteriyle izledigimiz Kazankaya’yla 1955’i ve Serefe Hatiralar’i konustuk.
Serefe Hatiralar’i ne zaman ve hangi duygularla kaleme aldiniz, 1955 yilini seçmenizdeki özel sebep neydi?
1955 yili Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir dönüm noktasidir. Çünkü çok partili rejimi baslatan, o büyük sevinçle baslayan 1950 yilinda yurtdisindan gelen destek ve yardimlarla dis borçlanmaya gidilmis, Türkiye ilk 5 yil olaganüstü bir atilim yasamisti. Çok da mutlu olmuslardi. 1955’te ise borçlarin geri ödenmeye baslamasiyla kirilma noktasi olusuyor. Bunun üzerine toplumsal hareket, muhalefet basliyor. Muhalefet karsisinda ne acidir ki çok partili rejimi baslatan Demokrat Parti’nin birden tek parti diktasini demokrasi semsiyesi altinda yasatmaya basladigi görülüyor.
Bu dönemin etkileri de günümüze kadar geliyor zaten…
Tabii ki. Bugün yasadigimiz pek çok sikinti, yasadigimiz üç darbenin baslangici hep 1955’e dayaniyor. O yillardan anti demokratik yasalar çikarilmasi, baski rejiminin demokrasi adi altinda verilmesi. Bunun için oyunda sadece bir yilda geçen iki olayi anlatiyorum. Zaten her seyi anlatmaya kalksak belgesel olurdu. Bu oyunu üçleme haline getirmeyi düsünüyorum. Bir sonrakinde 80 ihtilalini, üçüncüsünde de 2000’li yillari anlatacagim. Ama tabii ki araya farkli oyunlar girecek.
Oyunda sair olan Suat karakteri üzerinde fazlasiyla yogunlasilmis. Dönemi en iyi onun ruh hali mi anlatiyordu?
Aslinda oyundaki bütün figürler hayali. Yasamdan alinti degil. Ama benim için Suat, Ikinci Dünya Savasi sonrasi aci çeken koskoca bir kusagin simgesi. Türkiye’de yasanan acilardan sonra mutlaka intihar etmis olmak gerekmez. Türkiye’de intihar asamasina getirilip öldürülen çok kisi oldu. Intihar da bir baskaldiridir ama. Suat’i idealize ettigimi sanmiyorum. Tam tersi onun elestirel yani ve iki kardesin kendi bohem yasamlari içinde Marksist olduklarini iddia edip eylemde hiçbir adim atmayip kendi dünyalarinda mutluluklari içinde yasadiklarini gösteriyorum. Ama o dünya ellerinden alinmaya basladiginda sadece ölmeyi tercih etmelerini elestirel bir boyutta anlatmaya çalistim. Onlarin sempatik ve sevecen yanlari oldugu da açik, seyirci rahatlikla onlarla özdeslesebilir. Benim figürlerim korkulariyla kendi yasamlarini mahvediyorlar. Siradan bir göz “ne gerek vardi” diyebilir ama duyarliklarin insani hangi ölüm sahiline birakacagi bilinmez.
Bir önceki oyununuz Dobrinja’da Dügün’de oldugu gibi Serefe Hatiralar’da da bir dönemi bireysel hayatlar ve aile üzerinden anlatiyorsunuz…
Insanlarin özel yasamlari üzerinden toplumsal sorunlara göndermeler yapmayi tercih ediyorum. Direkt toplumsal sorunu öne çekip onu anlatmak zaten bana göre tiyatronun isi degil. Dram sanati insana özgü bir sey. Insanin yasadiklari, onun hüzünleri, sevinçleri ve umutlari gibi. Yasantilar ve kesitleri ilgilendiriyor beni.
Kendi yazdiginiz oyunlari sahneliyorsunuz genelde, bunun özel bir nedeni var mi?
Tiyatro Pera kendi seyircisiyle büyüyor. Bize sahip çikan seyircimizle karsilikli birbirimizi yetistiriyoruz.Maddi kaygi olmadan bazi isler yapilinca hakkettigi yere geliyor. Söylemek istedigimiz “söz”ümüz var. Tiyatro sanati da bunu gerektirir. Alti yil önce burayi kurdugumda ilk iki oyundan sonra baskalarinin oyunlarini sahnelemek açikçasi canimi sikmaya basladi. Tuhaf sorunlar da yasadik. O siralar Ingilizce ve Almanca çevirmenlik de yapiyordum ve deneyimim de oldu diyebilirim. “Ben neden yazmayayim?” diye düsündüm. Seyir Defteri ilk yazdigim oyun oldu. Bütün mesele yazmaktan çok üslup. Örnegin dans adimlarini kullanmayi seviyorum. Seyircinin fantezisini de tetikleyecek, açik birakilmis alanlari kullaniyorum. Her seyi oldugu gibi anlatmak hos degil. Bu oyunla ilk defa Tiyatro Pera’da Türkiye’yi anlattik. Daha önce Sili, Fransa, Yugoslavya’ya yer vermistik.
13.02.2007, Cumhuriyet, Dikmen Gürün
KENDI TARIHIYLE YÜZLESMEK
Tiyatro Pera’da oynamakta olan ve Nesrin Kazankaya’nin yazdigi, yönettigi, basrolünü üstlendigi ‘Serefe Hatiralar’ sanatçinin son çalismasi. Kazankaya, bu oyunda yüzünü yakin tarihimize dönüyor; 1955-1980 yillari arasinda Istanbul’da köklü ve aydin bir ailenin yasamini anlatirken ayni zamanda ülkedeki siyasal ve ekonomik gelismelerin izlerini sürüyor.
Nesrin Kazankaya’nin, 2003 yilinda, Lillian Hellman’in yapitlarindan esinlenerek yazdigi “Seyir Defteri,” 40’li yillarda Avrupa ve Amerika’da irkçi yönelimlerin akil almaz tirmanisi çevresinde gelisir. Yazar, iki kitada yasanan siyasal, ekonomik çalkantilara deginirken, özellikle Amerika’da senatör McCarthy’nin baskanligini yaptigi “Amerikan Karsiti Faaliyetleri Arastirma Komitesi”nin gerçeklestirdigi sorgulamalarin da altini çizer. Nesrin Kazankaya’nin 2005 yilinda yazdigi “Dobrinja’da Dügün” ise Yugoslavya’da 1991-95 yillari arasinda ‘milliyetçilik’ adina yasanan siddeti, terörü ve parçalanmayi iki ailenin yasamlari çevresinde sorgular. Her iki oyun da bize dogru hizla yaklasan ayak seslerinin yankilarini tasir.
Çözülmeler
Tiyatro Pera’da oynamakta olan ve Nesrin Kazankaya’nin yazdigi, yönettigi, bas rolünü üstlendigi “Serefe Hatiralar” sanatçinin son çalismasi. Kazankaya, bu oyunda yüzünü yakin tarihimize dönüyor; 1955-1980 yillari arasinda Istanbul’da köklü ve aydin bir ailenin yasamini anlatirken ayni zamanda ülkedeki siyasal ve ekonomik gelismelerin izlerini sürüyor. Bu izler, Celiloglu ailesindeki yikimlarla, çözülmelerle belirginlestiriyor. Siyasal ortamla baglantili olan bu çözülmeleri geri dönüslerle birbiri içine geçen iki öyküde ele aliyor Kazankaya. Aslinda her iki öykü de Celiloglu ailesi etrafinda odaklanir. Zamanlar farklidir ama, zaman dilimleri de birbiri içinde ele alinir. Birinci öyküde Senay, kardesi Suat, kocasi Celal ki o, yükselen liberal ekonominin temsilcisi olarak farkli bir yerde durur; ona paralel olarak gelisen ikinci öyküde de Senay ve Celal’in kizlari Berin ile ailenin yaninda çalisan ve ayni zamanda bir meyhane isleten Recep Usta’nin oglu Kemal’in dünyalarina girer seyirci. Oyunda, umutla kutlanan, serefe kadeh kaldirilan 1955, umutsuzluklarla sürer... Sanki yillar insanlari ezerek geçer ve yine bir yeni yil aksami, Suat’siz de olsa, “güzel 80’li yillara...” sözleri dökülür dudaklardan ... Bu noktada biter oyun ama, yasam sürmektedir. 80’li yillar da bulusamaz güzelliklerle... 90’larin, 2000’lerin bulusamadigi gibi...
Türkiye’nin, oyunda ele alinan 1955-1980 yillari, her sekansi farkli özellikler tasiyan toplumsal hareketlere sahne olmustur. Hirçinlasan iktidarlar, darbeler, idamlar... Kendi yasamlarimizin penceresinden baktigimizda unutabilmek mümkün mü yüzlestigimiz onca siddeti? Ayni ‘toplumsal hezeyanlar’ o yillarin öncesinde ve sonrasinda yasanmadi mi? Simdi, su günlerde yasanmiyor mu?
Umutlar - Yikimlar
Bir dönem oyunu “Serefe Hatiralar.” Nesrin Kazankaya’nin diger iki oyununda oldugu gibi, titiz bir arastirma ürünü (bu arastirmalara Safak Eruyar’in katkilarini da belirtmek gerek). Oyundaki iliskiler agini diger oyunlarinda yaptigi gibi, yine gerçeklestirdigi yogun arastirmalar üzerine kuruyor yazar. Diyalog örgüsünü akici bir üslupla gelistiriyor. Kazankaya, bu yillarda yasanan politik sapmalari, bu sapmalarin neden oldugu sarsintilari bir belgesel tiyatro biçemi içinde ele almiyor . Kisisel yasamlardan yola çikiyor ve onlarin umutlari, düs kirikliklariyla hesaplasirken duyarli, hatta yer yer romantik resimler çiziyor. Bu resimlerde dönemin acitan, ezip geçen siyasal ortamini, yapilan yanlislari ortaya koyuyor. Yukarida da degindigim gibi, oyun 1970’lerin sonlarinda basliyor ve 1955 yillarina uzaniyor. Bir ailenin çeyrek yüzyil içinde yasadiklari çevresinde gelisiyor.
Gerek metin, gerekse yorum olarak basarili bir çalisma “Serefe Hatiralar.” Tiyatro Pera’nin kisitli alanina farkli dünyalar, mekanlar içine girip çikiyor insan. Bu etkiyi dekor parçalariyla oldugu kadar zaman dilimleri içindeki donmalarla, müzik ve hareketle gerçeklestiriyor yönetmen ve tasarimci. Kostüm tasariminda da ayni çizgiyi tutturuyor A. Sirin Dagtekin. Gerek Nesrin Kazankaya (Senay) ve Mehmet Aslan (Suat) gerekse Muhammet Uzuner (Celal), Basak Mete (Berin), Aytunç Sabanli (Kemal) tempolu performanslariyla oyuna farkli renkler katiyorlar ve yasadiklari dönemlerin, kisiliklerinin özelliklerini yansitiyorlar.
Tiyatro Dergisi, Üstün Akmen
ANLAMI ELBETTE VAR BÖYLE ÜZGÜN OLMAMIZIN: “SEREFE HATIRALAR”
Ben o “küçük Amerikalilasmaya” iman etmis kocayi taniyorum. Adi ister Celâl olsun, isterse Kemâl… Önemli degil. Yüksekögrenim görmüs, ama toplumda kendine is ve yer bulamadigindan için için kendini kemiren ozan-çevirmen Suat’i ya da Fuat’i da yakinen tanirim… Adi fark etmez, taniyorum ya, siz ona bakin! Ya ablasini? Ablasini da tanirim. Daha esitlikçi bir dünya umuduyla yanip kavrulan; sanat, yazin, müzik tutkunu Sanay’i ya da Senay’i tanimaz olur muyum hiç? Tanirim. 1914 dogumlu bir Rus Yahudi’si olan Erol Güney ile de tanisikligim var (Erol Güney’in Ke(n)ndisi / Göçmen-Çevirmen-Sevgili / Haluk Oral – M. Seref Özsoy – Yapi Kredi Yayinlari, 2005). 1940’li yillarda Tercüme Dergisi’nde bir araya gelerek baslatilan kültür hareketinin yasayan son temsilcisi Erol Güney’i nasil tanimam? Onu da tanirim. Ben, 1950’li yillarin çocugu, 1960’li yillarin delikanlisiyim. Yani, bir anlamda Nesrin Kazankaya’nin “Serefe Hatiralar – 1955” baslikli oyununda anlattiklari arasindayim, olaylarin yakin tanigiyim.
BATAKLIGA DÜSMEMIZDEN ÖNCEKI SON FOTOGRAF
Nesrin Kazankaya, son yazdigi ve halen Tiyatro Pera’da sahnelenmekte olan yukarida andigim oyununda, 1955-56 yillari arasinda Istanbul'da Nisantasili soylu ve zengin bir ailenin yasami ekseninde gelisen olaylari anlatiyor. Iki bölümlük oyunun ilk bölümünde, yeni kurulan çok partili demokratik rejimle liberal ekonomik atilimlar yapan Türkiye'deki siyasal süreçte, bir ailenin varolusunu konu edinmis. Oyunun ikinci bölümündeyse aileyle iliskili ikinci kusak figürlerin toplumsal ve siyasal çalkantilar dogrultusunda yasadiklari 70'li yillar yer almakta. Bu iç içe geçen iki öyküde, aile bireylerinin farkli dönemlerde de olsa siyasal sistemin yol açtigi sorunlarla yasadiklari parçalanmalar, yitirilen yasamlar var. Dedigim gibi, benim de pek iyi bildigim yillar bu yillar. Toplumumuzun su anda içinde bulundugu batakliga düsürüldügü yillar o yillar.
UMUT FAKIRIN EKMEGI
Nesrin Kazankaya sanki bir dönemsel fotograf çekmis. Bu fotograf içinde politik hatalarin insanlarin yasamini nasil alt üst ettigini mükemmel bir kurguyla isaretlemis. Insanlarin kaderi, ülkelerinin kaderinden ayrilamiyor, ne dogru bir “teshis”! Gelin görün iste, 1950'lerde yapilan hatalar, ister istemez gelecek yillari da olmazcasina etkiledi. Bakmayin siz oyunun sonundaki: “Güzel 80'li yillara” repligine. Esasinda insanin içini yakan bir son bu! 80’lerde de bulamadik bekledigimiz güzelligi. 90’li yillara baslarkenki umutlarimiz da heder oldu. 21. yüzyilin ilk alti yilini da yedik, umutlarimiz hâlâ ekmegimiz.
SUAT’IN PSIKOLOJIK DURUMU, SIYASAL TUTUMU
“Serefe Hatiralar – Istanbul 1955” oyunu ile Nesrin Kazankaya’yi öncelikle Cumhuriyet tarihiyle yüzlesme cesaretini gösterdigi için, aydin sorumlulugunu yerine getirdigi için kutlamak isterim. Bugüne degin hep insana deggin oyunlar yapan, bu oyunlarda Türkiye’nin geçmisine sürekli göndermelerde bulunan, seyircisini geçmisiyle yüzlestiren Tiyatro Pera’yi da övmeden duramayacagim. Türkiye'nin gerçek dönüm noktasi olarak 1955'i saptamalarindan ötürü, Nesrin Kazankaya’yi ve Safak Eruyar’i da huzurlarinizda alkisliyorum. Osmanli anlayisinin devam ettigi yillarda Cumhuriyet coskusunu yasamak gibi bir ikilemin politik aymazligi getirecegi noktasinin altinin bu ikili tarafindan kisa, öz, ama böylesine kalin çizilmesini “taktirle” karsiladigimi da itiraf edecegim.Diger taraftan, dönemin mutsuz aydini Suat’in psikolojisi ve siyasal tutumu daha net çizilebilir miydi diye lütfen israr etmeyin sormayacagim. Suat muhalif mi, devrimci mi, nihilist mi varsin seyirci çözsün diyecegim.
NESRIN KAZANKAYA’NIN REJISI
Oyunu, ayni zamanda yazari da olan Nesrin Kazankaya yönetmis. Yönetirken dramatik bir yapi yeglememis, ama titiz bir estetik arayis içine girmis. Oyunun kimi yerlerini cam arkasina tasimis, kimi yerlerde de oyunculari dondurmus. Sampanyali yilbasi partisiyle, tango ezgileri esliginde Suat/Sanay/Celal’in dans tablolariyla görsel zenginlik saglamis. Sam Amca güdümlü kalkinma politikasi, 6-7 Eylül olaylari, Erol Güney’in bir yazisi nedeniyle sinir disi edilmesi, “Stalin batakliginda gömülen sair”, “ormanda sirtindan vurulan yazar”, “denizin ortasinda bir kürek darbesi ya da bir kursun sesi ile yok olmak” da konunun içinde yer almis. Yani Kazankaya, eseri yazarken düsünüp tasarladiklarini soyutluktan ve imgesellikten kurtarmis, sahnede somut ve gerçek bir yasayisa kavusturmus.
AYMAZ’IN VE DAGTEKIN’IN BASARISI
Suat ile Sanay’in, Heinrich Heine’in siirinden Friedrich Silcher’in bestesi “Lorelei” (ya da ‘Lorelai’) aryasini dinledikleri tablodaki gölge düsümleri ve oyuncularin yüzlerinin karanlikta kalislari disinda, Yüksel Aymaz son derece iyi bir isik tasarimi yapmis. Oyundaki her tabloyu, her tablo içindeki oyuncularin mizansenlerini, duruslarini çok iyi saptamis ve oyunun bütününü düsünerek elindeki isik malzemesiyle en ideal tasarim teknigini uygulamis. Hele o karakterlerin “donduklari” tablolar… Pek güzel. A. Sirin Dagtekin’in minimalist, ama dönem izleri belirgin dekoru ve zevkli dönemsel kostümleri iyi üstü.
OYUNCULAR
Oyundaki tango figürlerini çalistiran Ceren Agat’a sözüm yok da, sarkilarin çalistiricisi Filiz Salepçi’ye çalistirmayi sürdürmesini önerecegim. Özellikle Aytunç Sabanli’nin sesi çok kayiyor. Basak Mese’nin Nedret’i, Berin’den daha basarili bence. “Çaresi nedir” diye sual edecek olursaniz, Basak Mete, Berin’in sarhoslugunu, tutkusunu yeniden yaratan basit birkaç jest ve tavir bulmali derim. Berin’i daha bir bedensellestirmeli ve fiziksel olarak görünür kilmali. Muhammet Uzuner Celâl’de iyi. Aytunç Sabanli görevini yapiyor. Kazankaya, elbette ki oyunun temel diregi. Gerçi tonlamalarinda kimi yanlisliklar yakalaniyor, yakalaniyor yakalanmasina da, rolden çikmamaya gösterdigi özen, Sanay karakteri ile özdeslesirkenki özel yogunlasmasi kolayca düzeltebilecegi bu tonlama yanlislarini görmezden gelmemi sagliyor. Seçtigi kodlamaya ve kabul ettigi oyun konvansiyonlarina fevkalade hâkim Nesrin Kazankaya. Sanay’in coskularini yönetmeyi ve onlari okutmayi da pek güzel biliyor. Sahnede, üretici-sanatçi oldugunun seyircisi tarafindan unutulmasina asla izin vermiyor, izleyicinin oyundan aldigi hazzin büyük lokmasi oluyor. Mehmet Aslan’in, Suat’in duygusal yapisini yazarin istedigi biçim içinde seyirciye kusursuz aktardigi elbette görmezden gelinmemeli, ama Suat’i anlamak için önce dagarcigini dayanak almamis oldugu bence kiyasiya elestirilmeli. Bir de, “arizi” yerine “arizi” dememeye özen göstermeli.
“Serefe Hatiralar – Istanbul 1955”, sezonun görülmesi gereken oyunlarinin basini çekiyor. Mutlaka, ama mutlaka izlenmeli.
Broşürden
Bir Arada Yasayabilmek
Farkli düsünene, farkli yasayana, yani ‘ötekine’ yalnizca hosgörü göstermek degil, ona sahip çikabilmek; katilmasak bile özgürlük alani taniyabilmek, bir ülkenin, onurla üstelenecegi ve gelecek için asal çeliskilerle dialektik sonuçlar çikarabilecegi tarihini olusturacaktir. Kendi tarihiyle yüzlesip, yasananlarin gerçekligini tüm boyutlariyla irdelemek, her ülke için zorunludur. Ancak bu yüzlesme sonucu saglikli bir gelecek olusabilecektir.
Farkli olan için dar tariflerden, klise cümlelerden kaçinmak gerekir. Dünya görüsümüz dogrultusunda, farkli olan için ilk sirada yer alabilecek öncülerin, toplumsal dönüsüm süreçlerinde günü birlik kisisel çikarlar ve global uluslararasi çikar anlasmalariyla nasil aci çektikleri hatta yok edildikleri bilinen bir gerçekliktir. Bu gerçeklik, ilk sirada yer almayan, unutulan farklilara bile yasam alani taninmamasiyla bir kez daha kanitlanmaktadir.
Geçis dönemi toplumlari öncelikle yakin geçmisindeki farklilardan arinmak isterken, bazan çigneyip geçtikleri alanlarda kendi atalarini yok etmekte. Kuskusuz sosyal dönüsümlerde yeniye atilim süreçleri, asiri duyarli bir yaklasim içinde olamaz. Ancak bu günden geriye bakinca, gelecek için belki de yeni davranis biçimleri olusturacak sonuçlar çikarmak, öncelikle sanat için malzeme ve öneri kaynagi olabilmelidir.
2. Dünya Savasi ve sonrasi dünyayi saran umutsuzluk Stefan Zweig, Cesar Pavese, Ernest Hemingway gibi pek çok edebiyatçinin intiharina yol açti. Ancak onlarin kendi yasamlarina son vermeleri bir umutsuzluk kaynagi olmamis; tarihiyle yüzlesebilen toplumlar için umutsuzluk kaynaginin irdelenmesiyle, bireysel ve toplumsal sonuçlar çikarilmasini saglamistir.
Oyunumuzdaki karsit görüs; yasamlari ezip geçen, yok eden düsüncelerin figürü bir insan degil, ülke siyasetinin kendisidir. Ezici müdahaleler olmadan bir arada yasayabilecek kimliklerin parçalanmasinin nedeni, farkli düsünceler degil, farkli düsüncelere tahammül edemeyen siyaset anlayisidir. Bu anlayisin giderek alisildik bir siyaset davranisi olmasi ve de yadirganmamasi ise korkutucudur. Tek tip insan hedefiyle, ulusal varolus tehlikeye girecek; edebiyat ve genelde sanat, zenginligini yitirecektir.
Tiyatro Pera’da, ilk kez kendi geçmisimizle ilgili bir oyunla bulusuyoruz. Türkiye Cumhuriyeti yakin tarihine bakabilmek ve yanlisin içindeki dogruyu atlamadan elestirel bir yaklasimla yüzlesebilmek, zor ve yüksek sorumluluk isteyen bir is. Kendi tarihimizle bulusmamizin ilk adimi, geçmise minik bir kapi araligindan bakmak olacak. Herseyi anlatmaya kalkismak yalnizca olanaksiz degil, gereksiz de.
“Güzel ikibinli yillara!”, umudunun yeserebilecegi bir ortamin yapi taslari, her bireyin, her meslegin ve de özellikle sanatin, alçakgönüllü ama cesur ve güvenli çabalariyla olusabilir belki.
Nesrin Kazankaya
Tiyatro Pera Sanat Yönetmeni
50'lere Dogru ve 50'ler
·7 Ocak 1946 : Demokrat Parti Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan tarafindan kuruldu.
·21 Temmuz 1946 : Yapilan ilk çok partili seçimde CHP 396, ancak 16 ilde seçime girebilen DP 62, bagimsizlar ise 7 milletvekili çikardi.
·19 Haziran 1946 : Dr. Sefik Hüsnü Deymer'in kurdugu Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi kapatildi.
·12 Temmuz 1947 : Türkiye ile ABD arasinda imzalanan askeri ve ekonomik yardim antlasmasi (Marshall Yardimi) imzalandi. Bu yardim, Sovyet tehtidine karsi Türkiye’nin aradigi bir güvenceydi.
·18 Temmuz 1948 : Demokrat Parti’den ayrilan, Kurtulus Savasi komutanlarindan Maresal Fevzi Çakmak ve Osman Bölükbasi Millet Partisi'ni kurdu.
·1 Ocak 1949: Orhan Veli Kanik’in 15 Haziran 1950’ye kadar çikaracagi Fikir ve Sanat Gazetesi “Yaprak”in ilk sayisi 1 Ocak 1949’da basildi.
·21 Subat 1950: ABD Marshall Plani kapsaminda Türkiye’ye 44 milyon dolar ayrildigini açikladi.
·4 Nisan 1950: Marshall Plani kapsaminda Türkiye’ye 30 milyon dolarlik tarim araci verildi.
·14 Mayis 1950: Genel seçimlerde halk, CHP’nin 27 yillik tek parti iktidarina son verdi. Seçimlerin sonucunda; Demokrat Parti %53.3 oy orani ile TBMM’ye 408 milletvekili soktu. CHP %39.9 oraninda oy almasina ragmen 69, MP ise 1 milletvekili ile temsil edildi. DP iktidarinin hüküm sürdügü on yil boyunca 15 siyasi parti kuruldu.
·22 Mayis 1950: Celal Bayar Türkiye Cumhuriyeti’nin üçüncü cumhurbaskani oldu. Adnan Menderes baskanligindaki ilk Demokrat Parti hükümeti kuruldu. Refik Koraltan da Meclis Baskani olarak göreve basladi.
··16 Haziran 1950 : Demokrat Parti hükümetinin ilk icraati, Arapça ezan okunma yasagini kaldirmasi oldu.
·18 Haziran 1950 : Türkiye’nin ekonomik durumunu incelemek ve bir program hazirlamak üzere “Uluslararasi Imar ve Kalkinma Bankasi ” heyeti, Türkiye’ye geldi.
·5 Temmuz 1950 : Radyodan dini program yayin yasagi sona erdi.
·7 Temmuz 1950 : Dünya Bankasi tarafindan Türkiye’ye 16.400.000 dolarlik kredi açildi.
·15 Temmuz 1950:1938 yilinda “gizli örgüt kurmak” suçundan 28 yil 4 ay hapis cezasina mahkum olan Nazim Hikmet Ran, hükümetin çikardigi genel af yasasindan yararlanarak serbest birakildi.
·Temmuz 1950 : Kuzey-Güney Kore Savasi’nda Birlesmis Milletler bütün uluslari, komünist Kuzey Kore’ye karsi ABD’nin genis katilimiyla olusturulacak askeri güce katilmaya çagirdi.
·25 Eylül 1950: Türkiye, General Tahsin Yazici komutasindaki 4500 kisilik bir taburu Kore Savasi’a gönderdi.
·21 Ekim 1950: Din dersleri ilk ve orta ögretimde zorunlu hale getirildi.
·14 Kasim 1950: Belediyenin açik biraktigi bir çukura düsmesi sonucu beyin kanamasi geçiren Orhan Veli Kanik, öldü.
·12 Aralik 1950: CHP Genel Merkez Binasi’na hükümet tarafindan el konuldu.
·19 Subat 1951: Devlet borçlarinin iki buçuk milyar lirayi astigi bildirildi.
·20 Subat 1951: Rus yazarlarin kitaplarinin okul kütüphanelerinden çikarilmasina karar verildi.
·26 Temmuz 1951: Nazim Hikmet Türk vatandasligindan çikarildi.
·8 Agustos 1951: Hükümet, CHP’ye ait halk evlerine el koydu.
·9 Ekim 1951: Devlet iç borçlari 2 milyar 565 milyon liraya yükseldi.
·26 Ekim 1951:TKP Tevkifati. Illegal Türkiye Komünist Parti’sine yönelik büyük çapta tutuklamalar yapildi. Tutuklananlar arasinda Zeki Bastimar, Mihri Belli, Sevim Tari gibi taninmis isimler vardi.
·18 Subat 1952: NATO’ya katilma protokolünü 1951 yilinda Londra’da imzalayan Türkiye, 18 Subat’ta örgüte resmen üye oldu.
·8 Mart 1952: 1951’de kisi basina düsen milli gelirin bir önceki yila göre 57 lira artarak, 450 liraya yükseldigi açiklandi.
·18 Temmuz 1952: Türkiye, Cemiyet-i Akvam'a (Birlesmis Milletler) elli altinci üye olarak kabul edildi.
·24 Aralik 1952: “Anayasayi Yasayan Dile Çevirmek” seklinde adlandirilan yasa önerisi ile 1945 yilinda Türkçelestirilmis olan anayasa metni, yürürlükten kaldirildi. 24 Nisan 1924’te kabul edilmis olan Teskilat-i Esasiye Kanunu yeniden uygulamaya kondu.
·1953: 1943’te 5 milyon ton olan hububat üretimi 1953’te 14 milyonu asmisti.
·8 Temmuz 1953: Millet Partisi irticai faaliyette bulundugu gerekçesiyle yargi karariyla kapatildi.
·27 Temmuz 1953: Kore Savasi sona erdi.
·10 Eylül 1953: Dünya Bankasi Türkiye’ye 9 milyon dolarlik kredi verdi.
·14 Aralik 1953: Hükümet, CHP’nin menkul ve gayri menkullerinin hazineye devredilmesine yönelik yasayi çikardi.
·Aralik 1953: CHP’nin Ulus Gazetesi’ne el konuldu.
·18 Ocak 1954 : Yabanci Sermayeyi Tesvik Kanunu kabul edildi.
·8 Mart 1954 : Basini siki kontrol altina alan ve basin suçlarina yönelik cezalari yükselten Basin Kanunu kabul edildi.
·14 Nisan 1953 : Döviz alim-satimi serbest birakildi.
·2 Mayis 1954 : Genel seçimler yapildi. Oylarin %57.6’sini alan Demokrat Parti 503 sandalye kazanirken, %35.4 oy alan CHP sadece 31 milletvekili çikarabildi.
·14 Mayis 1954 : TBMM ilk toplantisini yapti. Celal Bayar yeniden cumhurbaskanligina seçildi. Adnan Menderes, kabineyi kurmakla görevlendirildi. Seçimlerden hemen sonra Celal Bayar “Ince demokrasiye paydos” söylemiyle, antidemokratik yasalarla tedbirlerin sürdürüleceginin altini çiziyordu.
·14 Haziran 1954: Seçimlerde CHP’ye oy veren Malatya bölünerek Adiyaman ili kuruldu.
·21 Haziran 1954 : Yeni çikarilan bir yasayla hükümete 60 yasini ya da 25 hizmet yilini doldurmus yargiç ve profesörleri emekliye ayirma yetkisi verildi.
·30 Haziran 1954: Seçimlerde Demokrat Parti’ye oy vermeyen Kirsehir ili, ilçe yapildi.
·1 Aralik 1954: Yeni Ulus Gazetesi’nin yazarlarindan Hüseyin Cahit Yalçin, “Hükümetin manevi sahsiyetini tahkir ettigi” gerekçesiyle 79 yasinda hapse girdi.
·Mart 1955 : Erol Güney adinda Musevi bir gazeteci memleket menfaatlerine aykiri davranislar gerekçesiyle Türk uyruklugundan çikarilip sinir disi edildi.
·1 Nisan 1955 : Kibris’da EOKA terör örgütü faaliyetlerine basladi.
·29 Nisan 1955 : ABD tarim ve savunma sanayilerinde kullanilmak üzere Türkiye’ye 12 milyar dolar tahsis etti.
·23 Haziran 1955 : Akis Dergisi’nin yazi isleri müdürü Cüneyt Arcayürek “Hükümetin nüfuzunu kiracak nesriyat yapmasi ve bu suçu islemekte devam etmesi ihtimalinin bulunmasi” gerekçesiyle 6 ay hapis cezasina çarptirildi.
·11 Temmuz 1955: Yunanistan’a, Kibris’da Türklere yönelik siddet olaylarinin artmasi nedeniyle ilk nota verildi.
·5 Eylül 1955 : Istanbul Ekspress Gazetesi’nde Atatürk’ün Selanik’deki evine bomba atildigi haberi yayinlandi.
·6 Eylül 1955 : Atatürk’ün evine bomba atildigi haberi üzerine, “Kibris Türktür” cemiyetinin Istanbul Taksim Meydani’nda düzenledigi açik hava toplantisi, 6-7 Eylül olaylarini baslatti. Çok önceden planlanan gösteriler, kisa zamanda Rum vatandaslarin isyeri ve evlerine yönelik yagmaya dönüstü. Istanbul, Ankara, Izmir’de sikiyönetim ilan edildi.
·7 Eylül 1955 : Olaylar diger kentlere de siçradi TBMM olaganüstü toplandi.Emniyet Amirlikleri’nce komünist olarak bilinen 48 kisi, tahrik ve tahrip suçlamasiyla tutuklanip Harbiye’ye getirildi. Bu 48 kisinin içinde Aziz Nesin, Kemal Tahir, Dr. Can Boratav, Asim Besirci, Hasan Izzettin Dinamo da bulunuyordu.
·9 Eylül 1955 : Istanbul’da 3, Ankara ve Izmir’de birer askeri mahkeme kuruldu.
·10 Eylül 1955 : Içisleri Bakani Namik Gedik ile Istanbul Emniyet Müdürü Alaaddin Eris görevlerinden istifa etti.
·12 Eylül 1955 : TBMM sikiyönetimi 6 ay uzatti.
·19 Eylül 1955 : Ankara’da Ulus Gazetesi süresiz, Istanbul’da ise Hergün, Hürriyet ve Tercüman gazeteleri 15 gün süreyle kapatildi.
·15 Ekim 1955 : Demokrat Parti’de muhalefet yaptigi gerekçesiyle 9 milletvekili partiden ihrac edildi. Onlari destekleyen 10 milletvekili de kendi istegi ile partiden ayrildi. “Onbirler Hareketi” diye anilan bu milletvekilleri, bakanlar hakkindaki iddialarda, “ispat hakkini yasaklayan kanunun” kaldirilmasini saglayacak bir fikranin anayasaya eklenmesini istiyorlardi.
·29 Kasim 1955 : DP Meclis Grubu’nda çikan tartismalar nedeniyle tüm bakanlar kurulu üyeleri istifa etti.
·8 Aralik 1955 : Menderes yeni kabinesini açikladi.
·17 Aralik 1955 : Istanbul, Izmir ve Ankara’da sürdürülen sikiyönetim, Ankara ve Izmir’de kaldirildi.