Basından:
13 Mart 2004, Radikal, Hasan Anamur
Sinsice Yükselen O Meshur “Izm”
Nesrin Kazankaya’nin ABD’li yazar Lillian Hellman’in anilarindan tiyatroya uyarladigi Seyir Defteri/Julia, Avrupa’da fasizmin yükseldigi dönemi anlatan basarili bir oyun. Genç oyuncularin performansi ise muhtesem.
Tiyatro Pera’nin bu yilki oyunu da siyasal içerikli: Nesrin Kazankaya’nin ABD’li yazar Lillian Hellman’in “Pentimento” basligi altinda topladigi anilardan tiyatroya uyarladigi ve sahneye koydugu Seyir Defteri/Julia. Türk tiyatrosu, böylece Bilgesu Erenus’un “Güneyli Bayan”indan sonra, iki savas arasinda ve McCarthy döneminde onurlu bir siyasal savasim vermis olan Lillian’in anilarindan esinlenen ikinci bir oyun kazanmis oluyor. Bilindigi gibi, Fred Zinneman da, 1977’de, Lillian’in anilarindan yola çikarak Jane Fonda (Lillian), Venessa Redgrave (Julia) ve Jason Robards’in (Dashiell Hammet) oynadiklari, Lillian’in can arkadasi Julia’nin fasizmle savasimini çarpici bir sekilde görsellestiren bir film yapmisti.
Fasizmin Tüm Nitelikleri
Lillian Hellman, söz konusu anilarinda çocukluktan beri aralarinda benzersiz bir sevgi bagi olan Julia’nin öyküsü araciligiyla otuzlu yillar Avrupa’sinda özellikle de Almanya ve Avusturya’da, sinsice yükselen fasizmi tüm acimasiz nitelikleriyle gözler önüne serer, savas felaketini yeniden yasatir, bu arada, ABD siyasal ortamini da elestirerek, tüm aydinlari “komünist”likle suçlayan McCarthycilerin kendisine ve yasami paylastigi Dashiell Hammet’e yönelik “komünist”lik suçlamalarini, kendilerinin buna karsi tutumlarini, soylu direnislerini, Hemingway’in deyimiyle “Yitik Kusak”in içinde yasamak zorunda birakildigi Kafkavari ortami anlatir. Kazankaya, “Seyir Defteri”nde bütün bu malzemeyi kullanmis.
Bilindigi gibi Birinci Dünya Savasi’ndan yenik çikan Almanya’da fasistler, “Nasyonal-Sosyalist” adini verdikleri bir parti kurarak toplumun her kesimine seslenmeyi, böylece, bir yandan yenilgiyle onuru kirilan milliyetçileri öte yandan da sosyalistleri kendi partilerinde toplamayi amaçlamislardi. Ülkede dayanilmaz boyutlara ulasan ekonomik krizin de yardimiyla bu aldatmacalarini bilinçsiz kitleler ve görünüse kanan iyi niyetlilerle birlikte ülke yöneticilerine de “yutturan” Nazilerin kurduklari çagdisi diktatörlük acisi hala yürekleri daglayan bir insanlik tragedyasina dönüsmüstü.
Tiyatro Pera, bu oyunda, fasizmin “seyir defteri”ni açiyor. Julia’nin yasami çevresinde, Nazizmin giderek yarattigi terör havasini, genel savas ortaminin yarattigi ruhsal ve toplumsal çöküntüyü, iskenceyi, seyirci olarak yeniden yasiyoruz. Oyun, hepimize milyonlarca insanin savas alanlarinda yok edildigi, kentlerin bombalandigi, insanlarin etnik kimlikleri nedeniyle öldürüldükleri dönemleri unutmamak gerektigini, her savasin bir toplumsal cinayet oldugunu, aldatmacalara karsi bilinçli davranmak gerektigini bir kez daha animsatiyor.
Nesrin Kazankaya’nin bu iki kanatli konuyu yillar boyunca beyninde ve yüreginde tasidigi, bu yogun malzemeyi iyice olgunlastirdigi, gerek oyun kisilerinin gerekse olaylarin tüm ayrintilarina girmis oldugu uyarladigi metinden anlasiliyor. Arayla birlikte üç saat on bes dakika süren oyunda; metni oyunlastirma sürecinde kimi zaman seçim sorunlari yasanmis oldugu, kimi sahnelerin feda edilemedigi hissediliyor. Ne var ki, gerek Julia gerekse Lillian kanatlarinda geçen sahneler ve kanatlar arasi geçisler iyi eklemlenmis. Ayrica her sahne kendi basina tutarli ve etkili kilinmis ancak, Julia’nin repliklerine yerlestirilmis siyasal, tarihsel, kuramsal nitelikte açiklamali bilgiler ve öteki didaktik nitelikteki replikler ile Julia’nin çektigi uzun nutuk Julia’nin militan özelligini vermek için kullanildiklari düsünülse de- anlayacagini anlamis olan seyircinin düzeyine ve oyunun bütününe aykiri düsüyor. Bu arada tüm geçisler- yirmibesin üzerinde sahne arasi- konuya uygun seçilmis müzik parçalariyla ve dans adimlariyla yumusatilmis; böylece baska pek çok oyunda sahne ve dekor degisiminde yasanan sorunlar kolayca, ve göze ve kulaga hos gelen bir biçimde ustaca asilmis.
Gerçek mi, Düs mü?
Seyir Defteri, herbiri üstün basariyla oynanan üç ana rol (Julia: Ayse Lebriz; Lillian: Nesrin Kazankaya; Dashiell/Horace/Konsolos: Levent Öktem) ile yardimci rollerden olusuyor. Bu arada öne çikanlardan biri de Johannes ile Faulkner’i canlandiran Cüneyt Uzunlar. Gençlerden olusan ve herbiri birden fazla kisilik canlandiran tüm kadronun da basarili oldugunu söylemek gerek. Yukarida adlari belirtilen oyuncularsa üst düzey bir basari çizgisi gerçeklestiriyorlar. Onlarin arasindan da Julia’yi, Lillian’in anilarinda gerçek kimligine iliskin adindan baska hiçbir bilgi verilmeyen yazarin Avrupa’da yükselen fasizme tüm aldatici ve acimasiz nitelikleriyle gözler önüne sermek amaciyla düsgücünde yarattigi bir kisi mi, yoksa siyasal savasim alaninda kendisinin yapamadiklarini gerçeklestirdigi düssel ikinci kisiligi mi oldugu bilinmeyen Julia’yi canlandiran Ayse Lebriz daha bir isildiyor. Her sahneye uygun, bilinçli, islevsel dekor ile kisilikleri yansitan, uyumlu ve zevkli giyim tasarimi Nilüfer Moayeri. Iyi tasarlanmis ve iyi uygulanan isik: Yüksel Aymaz. Sonuçta, Tiyatro Pera’nin Seyir Defteri dönemin önemli oyunlarindan.
Ocak 2004, Milliyet Sanat, Ilgin Sönmez
Lillian, Julia’yi Seviyor
Nesrin Kazankaya’nin yeni oyunu, Dashiell Hammett’in, McCarthy’nin liderliginde yürütülen komünist avi mahkemelerine gidisine kadarki süreci, “belgesel”mis hissi uyandiran detay sahneler esliginde yorumluyor.
“Seyir Defteri” / Julia”. Yapim: Tiyatro Pera. Yazan-yöneten: Nesrin Kazankaya. Dramaturji: Safak Eruyar. Oyuncular: Ayse Lebriz, Nesrin Kazankaya, Levent Öktem, Cüneyt Uzunlar, Basak Mese.
20.yy. edebiyat tarihinin en ilgi çekici “yazar” asklarindan biri Lillian Hellman ve Dashiell Hammett’inkidir herhalde. “Sahane Saçmaliklar Çagi” gibi hararetli bir dönemin hemen sonrasinda Amerika’yi vuran “büyük buhran”a denk düsen yillarda “ateslenmesi” de bu aski özellestiriyor. Amerika’nin ilk kadin drama yazarlarindan biri olan, Alman Yahudi asilli Amerikali Lillian Hellmann, “Pentimento” adli ani kitabinda yer alan kisa öyküsünün kahramani, Julia, Hammett ve 1923-1938 yillari arasinda ABD ve Avrupa’daki sosyal ve ekonomik degisimler, Nesrin Kazankaya’nin, ekibinin arastirmalarindan yararlanarak kurdugu / yazdigi epizodik oyun “Seyir Defteri”nin temel taslari. Kazankaya’nin hikayesi, Hammett’in, McCarthy’nin liderliginde yürütülen komünist avi mahkemelerine gidisine kadarki süreci, zaman ve mekan atlamalariyla, “belgesel”mis hissi uyandiran detay sahneler esliginde yorumluyor. Kalabalik oyuncu kadrosuyla ve kimi farkli rollerin basroldekiler tarafindan kimlik degisimleriyle yorumlandigi oyun, danslar ve dönem müzikleri esliginde verilen arayla birlikte üç buçuk saat kadar sürüyor.
Isin içinde Lillian Hellmann da var diye hemen “Julia” filmine gitmeyin. Oyunun filmle bir ilgisi yok. Bu oyunun metni ve getirilen yorumlar Nesrin Kazankaya’ya ait. Sanatçi, Hellmann ve gerçek bir karakter oldugu süpheli Julia arasindaki “sira disi sevgi ve baglilik” üzerine kurmus hikayesini. Zengin ve aristokrat Julia’nin fasizm düsmanligini, ona çoskuyla ödedigi bedellerle yüklü bir yasam hikayesi yakistirarak ortaya koymus. Ki orjinal öyküde Julia’nin özel yasamina ait bilgiler yok. Julia’nin Avrupa’daki antifasist mücadelesini, Hellmann’in Amerika’daki entellektüel çevrelerde verdigi “onurlu” tutunma çabalariyla paralel bir süreç içinde islemis Kazankaya. Dönemin sosyal degisimlerini bu iki kadinin birbirine duydugu bagi takip ederek yansitmis.
Nesrin Kazankaya, Pera Tiyatro Okulu mezunlari merkezli olarak kurdugu ve profesyonel oyuncularla destekledigi tiyatrosunun bu üçüncü sezonunda da her seyden önce politik tutarliligindan ve buna bagli olarak gelisecek repertuvar seçimlerinden taviz vermeyecegini açikça göstermis oluyor. Bu “durusu” çok önemsemek ve üzerinde düsünmek gerek. Politik drama “Ölüm ve Kiz”, politik çöküs güldürüsü “Tavsan Tavsan” ve iste simdi de “Seyir Defteri”, Tiyatro Pera ekibinin siyaseten dogrucu / popülist tavrin yarenlerinden olmayacaginin garantisi. Iyi sahnelenmistir, kötüdür fark etmez, seçili tavirlarinin ilkeliligi seyirci destegi için yeterli olmali. Keza biliciler için de bu dogrultuda bir tutunma noktasi olusturmaya yeterli bir azinlik tutumu onlarinki.
Repertuvarini hayranlikla takip ettigim bu tiyatroda genel olarak elestiriye açik sürekliliklerden ilki, oyunculuk kaynakli. Pera mezunu oyuncularun büyük bölümünün yorum, ses, söz, beden olarak sahnede eklektik duruyor olmasi “Tavsan Tavsan”i da tökezletmisti, ayni simdi “Seyir Defteri”ne de oldugu gibi. Julia karakterinde saatler boyunca inanilmaz yüksek, akici, empatik, kontrollü bir performans ortaya koyan Ayse Lebriz, Hammett’in karizmasina kendisinden çok sey katan Levent Öktem, keza Nesrin Kazankaya’nin savruk, sarhos bir T.Williams karakteri gibi sahneye tasidigi Lillian Hellman’in gücünü emiyor bu eksiklik. Cüneyt Uzunlar ve Basak Mese’yi “Seyir Defteri” kadrosunun bu iki sivri ucunun arasinda bir noktaya yerlestiriyorum. Mese’nin altini çizerek. Kumasi çok kaliteli. Hatta klasik manada nefis “rol çaliyor!”
Ikinci mühim nokta karanlik. Güçsüz sari isik hakimiyetinin öldürücü etkisi var oyunlara. Hey bayim! Siz, oradaki! Biraz aydinlik lütfen. Bakin oradaki gölgelerin yarattigi kompozisyonu da seveceksiniz. Üç numara Nesrin Kazankaya’ya yönelik ve bu oyun özelinde. Iyi yazar, yazdigini yirtip atmaktan çekinmeyen, makasi kuvvetli yazardir, derler ya... Kazankaya, makasi ürkek eline almis, kiyamamis kullanmaya. Her ne kadar çok özel meraklisi için bu uzunlukta da seyredilir bir oyunsa da “Seyir Defteri”, altin makas sonrasi rahatlikla iki saate inebilir ve dikkat çekici bir dinamizm kazanabilirdi. Bu haliyle bir gecelik bir tiyatro fantezisi, tiyatro ve edebiyat “deli”leri için özel doz, tam bir altin vurus, Nirvana’ya dogru!
Sinematografik, epizodik ve kaba montajdan geçmis oyun “Seyir Defteri”nde Kazankaya, seyirci kendinden geçmesin, bir mesafe koysun diye belki hikayeyle arasina, ya da kadro sikintisindan, yorumuna epik nüanslar katacak yollara basvurmus. Öktem ve Uzunlar’a birkaç farkli karakter yorumlatmak, zaman ve mekan atlamalarini tabelalarla yönlendirmek, epizod aralarini dönem danslariyla bezemek, dönem siyasetleri sonrasi yasananlardan örnekleri fotograf an’larini dondurarak sahneye tasimak gibi. Kaç “off” bilemeyecegim ama bir Broadway temsili izliyormus hissiyle dolacak bu oyunun seyircisi. Güzel ve uzun bir öykü seyredecek...
20 Mart 2004, Evrensel, Mustafa Kara
Defterin seyrinde fasizm!
Nasil oldu da oldu? Koskoca bir kita; bir baska söyleyisye “eski dünya” yillar süren fasizm batakliginda buluverdi kendini. Orasi degil miydi; o gün ve belki daha fazla bugün “uygarligin merkezi” diye bize sunulan. Milyonlar nasil oldu da, “üstün irk” olduklarina inanip, bir “badanaci”nin pesi sira ölüm kusan makinelere dönüstüler? Yok muydu, bir akli basinda insan? Yok muydu, bu gidise dur diyenler?
Tiyatro Pera’nin “Seyir Defteri/Julia” adli oyunu süreci, taa 1920’lerden alip; ABD’de McCharty rüzgârinin estigi savas sonrasina getiriyor. Adi üstünde “seyir defteri”...
Bu defterde, “eski dünya”nin gebe oldugu degisim arzusu, çetin mücadeleler, sermayenin tutumu, isçi örgütlerinin, komünistlerin yapip ettikleri, sosyal demokrasinin ihaneti ve daha pek çok not var.
Avrupa, Amerika...
Nesrin Kazankaya, yazip yönettigi “Seyir Defteri”ni, Amerikali yazar Lillian Hellman’in “Julia” adli kisa öyküsünden yola çikarak hazirlamis. Oyundaki iki temel kadin karakterden biri Lilian; digeri ise öyküde adi geçen Julia. Biri Amerika’da ülkesindeki sosyal çöküsü ve Avrupa’daki ürkütücü degisimi izleyen; alkol bataginda bir yazar; diger Avrupa’ya giderek fasizme karsi mücadele eden bir Markist aydin... Bu iki kadinin hayatlari; kimi zaman Londra’daki isçi eylemlerine, kimi zaman üniversitedeki entelektüel tartismalara, kimi zaman da Ispanya’da antifasist savasa uzanirken; yasli kitayi boylu boyunca dolasarak yazilmis “seyir defteri” ortaya çikiyor.
New York, Londra, Madrid, Berlin, Viyana gibi pek çok kenti kapsayan bir seyir defteri... Bu fasizmin ve elbette antifasist mücadelenin seyir defteridir. Direnisleri oldugu kadar yanilgilari; kavgayi oldugu kadar ihaneti de anlatan bir seyir defteri...
Körlük ve ihanet
Bu seyir defteri içinde kuskusuz asklar da var. Kazankaya, oyunu yazarken, bir Markist ile bir Nazi’nin askini da, “fasizmin seyir defteri”ndeki büyük yanilgilarin bir örnegi olarak ele aliyor. “Dünyayi degistirme” arzusu ve “sermaye egemenligi”ne tepki duyan aydinlarin; “en asagidaki yoksul halki” sosyalizme ait sloganlar ve “ulusal gurur oksamalari” ile örgütleyen Nasyonel sosyalizme ilk baslarda verdigi “açik çek”in bedelidir bu. Julia’nin “Ayni ailedeniz” avuntusu, basit bir ask körlügü olarak nitelendirilemez elbette...
Daha dogrusu, Julia’ninki ask körlügüdür belki de; bu genel bir tutum haline geldiginde, en iyimser ifadeyle, politik körlük olur. Hele de, sosyal demokrasinin Nazi’lerin adim adim iktidara gelisine seyirci/onay verici tutumu; yasananlarin politik körlügü de asan bir ihanet çizgisi oldugunu ortaya koyar.
Basarili bir oyun
“Seyir Defteri”nde, Julia’yi canlandiran Ayse Lebriz oyunda basarili oyunculugu ile öne çikiyor. Nesrin Kazankaya’nin ve Levent Öktem’in de rollerinin hakkini verdigini söylemek gerekir. Yardimci rollerdeki genç kadronun basarisi da Tiyatro Pera “okul”unun gösterdigi gelisimi, tiyatro adina var olma kavgasinda nasil saglam dayanaklar edindigini gösteriyor. “Seyir Defteri”ni sezonun öne çikan oyunlarindan biri yapan kadro içinde, Tiyatro Pera’nin çalisma tarzina dair bir ayrintiya dikkat çekmekte fayda var. Her oyun için yüklüce bir brosür hazirliyor Tiyatro Pera. Bu brosürler, salt tanitim metinleri degil. Oyunun geçtigi dönem hakkinda, oyunla dolayli dolaysiz ilgili, her tür bilgiyi içeriyor. Bir oyun sahnelerken, ön çalisma süreci olarak mutlaka yapilmasi gereken arastirmayi, bu yolla izleyiciyle de paylasiyor Tiyatro Pera.
Bu yüzden, oyunu görmeden bir yarim saat ayirip, brosürü okumakta sonsuz fayda var. Bilmek, bildigini hatirlamak, tiyatro salonundan “bir degisim yasayarak” ayrilmak için...
Ne çok ölmüsüz!
Tiyatro Pera’nin ortaya çikardigi basarili oyun “Seyir Defteri” , izleyiciyi belgesel tadinda bir yolculuga çikarirken, iste tam da bu degisime hizmet ediyor. 1920’lerden savas sonrasina uzanan bu yolculukta, insanligin bugüne dek gördügü en büyük trajediyi; 40 milyondan fazla insanin canina mal olan büyük savasi doguran kosullari görüyoruz.
Oyunun anlattigi 30-35 yillik dönem içinde, savas sadece cephede degil kuskusuz. Ve oyun da, cepheden çok, hayatin içinde verilen mücadeleleri anlatiyor. Ister istemez, “Ne çok yenilmisiz, ne çok ölmüsüz” diye düsünüyor insan. “Ne çok direnmisiz” ya da “Direnenler de varmis” diye düsünmek de olasi. Üstelik o agir kosullar altinda...
Böylesi büyük bir direnisi anlatirken, elbette yer yer “militan” vurgular, ajitatif ögeler içeren sahnelere de yer verilmis. Bazi elestirmenlerin “oyuna aykiri düsmüs” diye elestirdigi bu sahneler, aksine oyunun bütünü içinde oldukça anlamli bir yere oturuyor. Fasizme karsi “uzlasmaci” olanlarin ihaneti ile militan ve direngen olanlarin “cüret” ve “cesaret”i karsi karsiya kondugunda; bunun kaynagini aslolarak “ideoloji”den aldigini vurgulamak gerekli.
Kendinden menkul bir entelektüel, hümanist bir kahraman degildir Julia. Komünist Parti’nin sözcülügünü yapmis; Enternasyonal Marsi esliginde çiktigi “Baris Konferansi” kürsüsünden “Nazilerin kapitalizme karsi oldugu, lümpen proleteryayi savundugu” yanilgisina, “Fasizm finans kapitalin ta kendisidir” diye yanit veren bir komünisttir.
Bugün, yeniden...
Bugün, bu oyunun sahneye tasinmasini çok daha anlamli kilan bir dönemi yasiyor dünya... ABD’nin Büyük Ortadogu Projesi, Ortadogu’yu “uygarlastirma” ve “özgürlestirme” iddiasiyla önümüze konurken, nasil da Hitler’e ve onun “dünya imparatorlugu (Germania)” düsüne öykünüyor. Zaten, oyunun finali ABD’de de esen McCharty’ci rüzgarlar olsa da, tarihin seyrinde o günden bugüne o rüzgar düsünsel özü ayni kalarak devam ediyor.
Amerikan eliyle giderek daha büyük bir ates çemberine dönüsen Ortadogu’nun ortasinda, bugün “fasizm”, “emperyalizm”, “finans kapital” gibi sözcükleri yeniden animsarken, “direnis”, “komünist”, “antifasist”, “antiemperyalist” gibi sözcükleri nasil es geçebilirsiniz ki?
Fasizmin yükselisinin oldugu kadar, fasizme direnenlerin ve direnmeyenlerin de seyir defteridir anlatilan... Unutulmasin...
14 Ocak 2004, Cumhuriyet, Bertan Onaran
“JULIA”YA DA TUTKU
Geçen yil,Pera Güzel Sanatlar’dan Safak Eruyar aradi,bir yazimda Julia’dan söz etmisim,filmin bende olup olmadigini,yoksa nereden elde edebileceklerini sordu;vardi,kopyasini çikarip götürdüm.
Nesrin Kazankaya’yla birlikte karsiladilar beni;filmi oyunlastirip sahneye koymak istediklerini söylediler:eh,Lillian Helmann’in bu dürüst,nitelikli çekimöyküsünün en azindan,artik kimsenin dise dokunur bir sey söylemedigi,söyleyemedi dünyamizda,kimi önemli seyleri animsatacagini düsünerek,sevindim.
Nesrin’le Safak ,dogal olarak,”oyunumuzu görmeye de gelirsiniz elbet” dediler;ne yalan söyleyeyim,gerek Sehir Tiyatrolari’nda,gerek Devlet Tiyatrosu’nda “müsamere” izlemekten yildigim için,”elbette” diye yani verirken pek kendimden emin degildim.
Ancak,en azindan Helmann’i bir daha dinlemek üzere geçen Pazar gittim:aman ne iyi ettim!
Safak’la yönetmen yardimcisi Zeynep Özden kusursuz bir ön çalisma yapmis,bir dizi yapiti okuyup hem o dönem,hem toplumsal çalkantilar,hem oyunda kullanilan caz müzigiyle ilgili yeterli bilgi derlemisler;Nesrin önce filme,sonra bu ek bilgilere dayanarak dört dörtlük bir oyun yazmis,sonra ayni kusursuzlukta sahneye koymus.
Çirilçiplak bin salonda,kara perdelerin önünde oynuyorlar oyunlarini;ama ne demisti büyük usta? Iki kalas bir perde yetiyor düs yaratmaya
Seçilen müzik olaganüstü;gencecik kizlarla oglanlarin bu güzelim parçalar esliginde salonda bezem degistirmeleri kusursuz;üstelik gerçek bir imece uygulaniyor,bakmayin gencecik kizlarla oglanlar dedigime,yönetmenin kendisi de içinde,herkes danslar esliginde katiliyor bu imeceye:böylece güzel sanatin bütün boyutlari canlandiriliyor sahnede.
Filme yapilan gerekli,ölçülü katkilarla Lillian-Dashiell çiftinin sanatsal-duygusal iliskileri;Ispanya iç savasindan tutun da Paris’e,Viyana’ya,Berlin’e de dönemin toplumsal-siyasal çalkantisi;Freud’un düsünsel kalita katkisi;Lillian’la Julia arasindaki
dolu,gölgesiz sevgi eksiksiz yansitiliyor.
Siyasal alanda da sürüyor ayni titizlik,dürüstlük:iki iskemle üstüne atilmis kara bir perdenin gerisine siginip bombalardan korunmaya çalisan Lillian’la Ispanyol halk kadini arasindaki konusma,30’larda Ispanya’da filizlenen gerçek özgürlük-bagimsizlik arayisinin bütün anamalci ülkeler yaninda –bu çok olagan elbet -,hani su dünya halklarinin umudu,kurtaricisi SSCB uçaklarinca da bomba yagmuruna tutulusu açikça dile getiriliyor:SSCB’nin basinda Stalin yerine baska birinin bulunmasi inanin hiçbir seyi degistirmezdi!
Çünkü,SSCB,öne sürdükleri,bütün dünyadaki saskin solcularin(?) seve seve inandiklari gibi toplumcu degil,Wilhelm Reich’in herkesten önce dile getirdigi üzere, devlet anamalcisiydi, ve bu düzensizligi ancak güvenlik güçlerinin,Sibirya kamplarinin baskisiyla ayakta tutmaya çalisiyordu.
Yillardir,bir zamanlar Arena’da,AST’ta,Karaca’daki Kenter’lerde yasadigim coskuyu tadamaz olmustum;Nesrin Kazankaya ile Safak Eruyar el ele verdiler,beni gerçek tiyatro sanatinin dupduru suyunda yikayip arittilar.
Ayse Lebriz, Levent Öktem,Cüneyt Uzunlar,Basak Mese,Yeliz Demir,Eda Yapanar,Ilkay Yilmaz,Neylan Özgüle,Ibrahim Ulutas,Daglar Uygur,Volkan Aktan,Erdinç Anaz,Eren Uluergüven gerçek bir inanç,tutku simgesi olarak uçustular sahnede.
O olanaksiz ortamda elden gelenin en iyisi giysi ve bezemi gerçeklestiren Nilüfer Moayeri; isiklari düzenleyen Yüksel Aymaz; ses ve isiklari yöneten Zeynep Özden, gittikçe dayanilmaz duruma giren çirkin dünyamizdan iki üç saat kurtulmama yardim ettiler.
Nesrin,Safak,Zeynep ayrica,tam anlamiyla kusursuz bir de oyun kitapçigi hazirlamislar: yalniz Julia’nin degil,hepimizin Seyir Defteri’nin belli basli noktalarini animsatmislar;kitapçigin fotograflarini Murat Ada çekmis;tasarimi Esen Karol’un.
Ah güzel canlar! Nasil tesekkür ediyorum hepinize!
25 Subat 2004, Cumhuriyet, Turgay Fisekçi
Defne Gölgesi
Zaman Parçalari
...Tiyatro Pera’da sahnelenmekte olan Seyir Defteri (Julia) adli oyun da izleyicileri bir baska zaman dilimine, iki dünya savasi arasinda Avrupa ile Amerika’nin kentlerine yayilan bir öyküye götürüyor.ABD’li oyun yazari Lillian Hellman’in anilarindan yola çikarak Fred Zinneman 1977’de Julia filmini çekmisti.Bu kez de Tiyatro Pera’nin sanat yönetmeni Nesrin Kazankaya, ayni konuyu bir sahne metnine dönüstürmüs, sonra da oyunu sahnelemis. Ortaya üç saat boyunca soluksuz izlenen bir sahne yapiti çikmis.Kisisel dramlarla toplumsal acilarin içiçe geçtigi yirminci yüzyilin ilk yarisi savaslariyla ve mücadeleleriyle insanlik tarihinin unutulmaz br dönemi olarak kalacak. Bu dönemde iki kadinin yasam çizgileri çevresine bütün bir çagin acisini sigdirabilmek kolay degil. Ama bu iki kadindan biri gözüpek bir yazar, öteki bilim ve toplum sevdasiyla tutusan canli bir beyin olunca sevdalardan kavgalara, acilardan ölümlere dek koca bir çagin görüntüsü seriliveriyor izleyenlerin önüne.Julia unutamadigim filmlerden birisi olmustu. Seyir Defteri de unutamadigim oyunlardan birisi olacak. Ey insanlar, arada bir kendinizi kurtarin su anlamsiz günlük ugraslarin hayhuyundan da doldurun su salonlari! Orada sizi bambaska dünyalar bekliyor.
9 Aralik 2003, Cumhuriyet, Dikmen Gürün
Tiyatro Dünyasindan
Pentimento’dan Seyir Defteri’ne
1930’lar, “40”lar Amerika’da “büyük sikisma” olarak tanimlanan bir dönem. Ayni zamanda da Eugene O’Neill’den, Thornton Wilder’e T.S Eliot’tan, Erskine Caldwell’e pek çok yazarin modern tiyatronun klasikleri arasina giren eserler ürettikleri yillar. Lillian Hellman bu dönemde “Çocuklarin Saati” (1935) ile bir oyun yazari olarak dikkatleri çeken ve “ Küçük Tilkiler”le (1939) bu alandaki gücünü kanitlayan bir yaza
r.
Lillian Hellman’in yasadigi yillar Avrupa’da ve Amerika’da dünyayi sarsan, insanligi sorgulayan önemli dönüsümlerin, degisimlerin, katliamlarin yasandigi bir süreç.
Fasizmin farkli modellerle tirmanista oldugu bir yeni yüzyilda o dönemi bir kez daha bu yazarin dünyasina girerek irdelemeye çalismak ilginç paralelliklerin de altini çizecektir kuskusuz.
Fasizmin Tirmanisi
Bilgesu Erenus’un 1983’te Lillian Hellman’in anilarindan yola çikarak yazdigi “Güneyli Bayan”dan sonra bugün de Nesrin Kazankaya, Lillian Hellman’in yapitlarindan ve “Pentimento”da yer alan “Julia” öyküsünden esinlenerek, Julia’nin gerçekligi tartismalidir, “Seyir Defteri”ni yazmis. Oyun, yogun bir arastirmanin üzerine insa edilen bir iliskiler agi. Bu arastirmalarda dramaturg Safak Eruyar
“Seyir Defteri”nde iki kadinin birlesen/ayrilan dünyalarinda vurgulanan satirbaslari Avrupa’da fasizmin tirmanisini oldugu kadar Amerika’da yasanan büyük buhran sonrasi irkçiligin yükselisini ve giderek “Amerikan Karsiti Çalismalari Arastirma Komitesi” faaliyetlerini de ele aliyor.
Tiyatro Pera’da oynanmakta olan yapitin kurgusu birbirine paralel iki çizgide gelisiyor. Bir yanda Julia-Lillian iliskisi, iki kadin arasindaki sevgi, dostluk, güven baglarini islerken, Avrupa’da siyasal, ekonomik, toplumsal çalkantinin da altini çiziyor.
Öte yandan Lillian-Dashiell iliskisi ise Amerika’da yasanan ekonomik ve politik çöküntünün yaklasan patlamalarin sinyallerini veriyor. Oyunda her iki kitada fasizmin tirmanisi Lillian ve Julia’nin bulustuklari kentlerde yasanan olaylarla aktariliyor izleyiciye. Yazarin da belirttigi gibi, bu bulusmalar fasizmin seyir defterini olusturuyor.
Bu seyir defteri kapsaminda Julia’nin sürekli sorgulayan, kararli, inatçi, ödün vermeyen mücadeleci kisiligi Ayse Lebriz’in yorumunda yakalaniyor. Lebriz, grafigini hiç düsürmeyen bir enerjiyle ilgiyi ayakta tutuyor. Lillian’da Nesrin Kazankaya ve Dashiell’da Levent Öktem deneyimli oyunculuklariyla, abartisiz yorumlariyla “Seyir Defteri”nin temelini
Kirilmalar
Kronolojik bir çizgi izlemeyen sahnelerden olusan ve geriye dönüslerle kirilan bir oyun “Seyir Defteri”. Bu kirilmalar Nesrin Kazankaya’nin yarumunda sahne üzerinde de yasaniyor. Sahne aralarindaki geçisler dönemi yansitan müzikler ve giysiler esliginde genç bir ekip tarafindan gerçeklestirilirken akis destekle
Bu arada, Nilüfer Moayeri’nin sahne tasariminda dekor parçalari üzerine odaklanmasi, Yüksel Aymaz’in isik tasarimi Tiyatro Pera’nin küçük mekanini genisletiyor. Genç ekibin gerekli sahnelerde kentler, olaylar, kisiler arasinda kurulan köprülerin ayaklarini olusturmasi, gerektiginde ise suskun bir koro olarak gözlemlenmesi sahneler arasindaki iç dengeyi de koruyor diye düsünüyorum.
“Seyir Defteri” 1923-1951 yillari üzerinde yogunlasiyor. Hem siyasal arenada hem kültür ve sanat alaninda, bilimde müthis olaylarin yasandigi bir dönem. Böyle bir dönemle hesaplasmak kolay degil. Saniyorum özenle kotarilan “Seyir Defteri”nde Nesrin Kazankaya’nin yüzlestigi tehlike yer yer detaylara saplanmasi olmus. Y
Zaten oyunda önemli olan Nesrin Kazankaya’nin çagimizin odaklandigi olaylar dizisini ve çesitli gelismeleri tutarli bir yorumla sahneye aktarmasidir. Böyle bir sürecin anlatimindan çikarilacak sonuçlarin ise düsüncelere kalici, çok yönlü eklentileri olacaktir
ve Zeynep Özden sanatçiya el veren isimler. olusturan üçgeni tamamliyor ve güçlü iliskiler agini ayrisan/kesisen çizgilerde gelistiriyorlar. Johannes’te Cüneyt Uzunlar da söz konusu kesismelerin bir parçasi olarak dikkat çekiyor...niyor ve dönem atmosferini pekistiren bir bütün elde ediliyor. azar, elindeki malzemeye, belki de hakli olarak, kiyamadigi için uzun bir oyun çikmis ortaya. Tabii burada oyunun uzunlugu ve kisaligindan çok üzerinde durulmasi gereken husus metinde bazi bölümlerin ders niteligine bürünme tehlikesini tasimasi. Bu tehlike oyunculukla asiliyorsa da hassas dengelerin zaman zaman didaktik bir çehreye bürünmesi bazi sahnelerde kopmalari kaçinilmaz kilabiliyor. Inaniyorum ki bu sorunlar ufak müdahalelerle çözümlenecektir.
21 Ocak 2004, Evrensel, Onur Cebe
Sefalet yüzyilinda savas ve fasizmin aci suyunu tadan iki kadinin eski ve yeni dünya kitalari serencamlari. Seyir Defteri’nin yazari ve rejisörü Nesrin Kazankaya ile söylesi
Fast Foodlasan Düzende Sanat Rekabeti Olmuyor!
Portre: Nesrin Kazankaya
Sanatçi, bir zamanlar, otuz bes tiyatrosu olan bir kent, Izmir’de dogdu. Konservatuvar egitiminden sonra Almanya’ya gitti. Essen’de Wolfgang Schule’de reji egitimi gördü. Türkiye’ye döndü ve Ankara Devlet Tiyatrosu’nda çalismaya basladi. Inisiyatif çabalar için için bir süre Devlet Tiyatrosu’ndan ayrildi. Ankara Sanat Tiyatrosu’nda çalisti. Türkiye’de Afife Jale’yi ilk oynayan oyuncu oldu. Siraselviler’deki Pera Güzel Sanatlar okulunda egitimciliginin yani sira buraya bagli Tiyatro Pera’nin da genel sanat yönetmenligini yapiyor. Sanatçi ayni zamanda Devlet Tiyatrosu’nda yönetmen ve oyuncu.
O.Cebe: GazetelerinCumartesi ve Pazar eklerinde hep yazilip çiziliyor burasi Beyoglu-Taksim ve Pera adini tasiyan bir tiyatronuz var. Burasi için sanatin kalbi deniyor. Gerçekten böyle mi? Agirlikli olarak eglence semti gibi durmuyor mu sizce?
N.Kazankaya: Beyoglu, geçmiste hem eglence hem de sanat merkeziydi. Bu bence bugün de böyle. Dünde yasanan, izlenen Ramazan eglenceleri, müzikaller, vodviller hem sanat hem de eglence demekti. Birbirinden ayrilmasi mümkün olan bir sey degil. Kesinlikle degerli bir yer burasi. Berlin’in, Moskova’nin merkezinden olmak, nasil o kentli olmanin asalligini olusturuyorsa; Beyoglu’ndan olmak da Istanbul’lu olmakla es anlamli bir sey. Gerçi umut kirici gelismelerle de karsilasiyor ama bunlarin geçici oldugunu düsünüyorum.
O.Cebe: Tiyatro Pera yaptigi tiyatroyu nasil tanimliyor peki? Bir akimin, ögretinin etrafinda kendini ifade eden bir tiyatro mu, nasil bir tiyatro?
N.Kazankaya: Bunun adini kendiniz koyamazsiniz. Ancak hedeflerinizden konusabilirsiniz. Bunun net cevabini tarih verecektir. Ancak söyle bir sey söyleyebiliriz: Insanliga dair tüm acilari dert edinen ve diyeceklerini, estetik tercihi ile birlikte netlemis bir yapidir Tiyatro Pera.
O.Cebe: Anladim. Peki yaptiginiz islerin bir mihenk tasi var mi? Daha açik bir deyisle isinizin kalitesinin kavranip bir izleyici tercihi olmaniz için gereken rekabet sanatsal olarak var mi?
N.Kazankaya: Kesinlikle hayir. Rekabetin “r”si yok bu ülkede. Ne kadar “ben varim”, iddialiyim derseniz deyin, kendi basiniza kapitalizmin kosullariyla çarpismak zorundasiniz. Dogrusu sahnede yaptiklarimizi tartisabildigimiz ve seçen, elestiren seyirciyi yaratabildigimiz bir teatral atmosfere ya da böyle bir sürece bir rüya gibi özlem duyuyorum.
O.Cebe: Elestiri kurumu ya da elestirmenler bunu basaramiyorlar mi?
N.Kazankaya: Üzüntüyle söylüyorum bunu, ben Türkiye’de tiyatro elestirmenlerinin ciddi bir elestirmenlik egitiminden geçmeleri gerektigine inaniyorum. Ya da yazdiklarini bitirdikten sonra bastan sona dikkatlice gözden geçirmelerini öneriyorum. Çünkü elestiri yazisini okudugunuz zaman yazinin basindaki söylemle, sonda söylenen arasinda çeliski oldugunu görüyorsunuz. Özür diliyorum ama ne yazik ki iki üç saygin kalemin disinda elestirmen göremiyorum. Ne dergilerde, ne de gazetelerde.
O.Cebe: Külkür Bakanligi ödenekleri hakkinda ne düsünüyorsunuz?
N.Kazankaya: Hemen belirteyim bize hiç vermediler. Özel Tiyatrolara yardim günesin altinda yeni bir bulus degil ayrica. Demokratik bir davranis seklidir bu. Avrupa’da da var. Ama bize bakin bir de. Hassasiyetten, adaletten tamamen uzak bir uygulama yürürlükte. Iste suna yirmi verelim, buna bes..! Neye göre, niçin? Kriter ne? Ki jüride sanatçi temsilcisi de var.Yani o jüri ödenegi verecegi tiyatroyu tayin ederken kamuoyu yoklamasi mi yapmis ya da benim repertuvarimi taramis da, su daha iyi, su en cafcafli falan mi? Bir de tabii bu durumun ülkedeki sanatçilarca da sorgulanmamasi da isin bir diger yani.
O.Cebe: Maddi güç gerçekten zorluyor. Bir otobüs duragindaki çarsaf, bir bilboard reklami veren tiyatroda var. Bu büyük bir meblag olsa gerek.
N.Kazankaya: Inanilmasi güç ama, bir prodüksiyon parasi kadar.
O.Cebe: Öyleyse...
N.Kazankaya: Yok hayir. Ben oralarda degilim. Benim canimi sikan sey bu durumun bir sistem sorunu olmasi ve bir yerden sonra bunu politik dünya görüsünüzle tartismak zorunda kalmaniz. Bizim isimiz sanat ve üretim oysa. Biraz daha demokrasi diyorum sadece.
O.Cebe: Toplumcu düsüncenin tiyatrosu peki? Ya da AST örnegi, neler diyeceksiniz?
N.Kazankaya: Bugünün kosullarinda eskinin söyleme tarzini ve estetigini sürdürmek dogru olmaz. Kaldi ki tiyatronun misyonu bu degil, hele ajitasyon merkezi hiç degil. Bunu derken politik tiyatro karsiti olmadigimi da belirteyim. 1970’ler ve 80’lerin baslari gerçek bir politize süreç. Ama tiyatro akan su misali diyalektir. Ama tabii ki önermesiz bir tiyatro olamaz. Ankara Sanat Tiyatrosu süreçler ve estetik anlamda kendini yenileyemedi.
O.Cebe: Medyanin tiyatroya etkileri ne peki?
N.Kazankaya: O bir felaket iste. Tamamen bir fast foodlasma, aptal TV programlari, kusatilmislik ve daha neler. TV’lardaki sanat programlari bitti. Gazetelerin kültür-sanat sayfalari nesnelligini yitirdi. Ama bu kurumlarin kültür servislerindeki kisilerin biraz inisiyatif belirlemesi de gerekir. Tüm suçu üst kurullara yüklemek de dogru tespit olmaz.
O.Cebe: Yeni oyununuz “Seyir Defteri”(Julia) da iki kahramaniniz da kadin. Bir özel anlami var mi?
N.Kazankaya: Hayir. Oyunumuz “önlenebilir fasizmin” yükselisinde iki kadinin seyir defteridir. Ama Rosa Luxemburg misali ülkü ugruna feda olan insanlarin kanli tablolarinin gösterisi degil.
O.Cebe: Peki baska bir sey, bu ülkenin etnisitesi ve kültürü ne katabilir tiyatroya? Özelde Kürt, Süryani ve Ermeni motifleri
N.Kazankaya: Ah! Evet. Bunu bir basarabilsek! Keske olsa da bir soluk katilsa tiyatroya. O zaman 2000-2500 yillik antik uygarliklar zamanindaki mucizeyi yakalariz belki. Umarim simdiye kadar ki kafalar o kör bakislarinin, etnik varolusun üzerlerindeki politik korku ve kaygilardan vazgeçerler. Bir düsmanlik, bir baska düsmanlikla bulusturulmasin. Ben kimsem, o da o. Öyle degil mi? Onun bir kültürü varsa bana ögretecegi de vardir. Bir aydin söylemi degil, bir sanatçi tavridir bu; ben onlarla tiyatro yapmak isterim ki ‘onlar’ sözü bile titizlikle düzeltilmesi gereken bir sey. Bir pasajda, bir siirde geçecek bir Kürtçe sözcük bile bana bir sey ögretecektir
O.Cebe: Ne yapabilir tiyatro bu güç dengesizliginde?
N.Kazankaya: Ajitasyona gerek yok. Tiyatro zaten dünyaya “böyle yasama! Geri dön bak, böyle bir yasam da var” diyen bir sey. Ama mütevazidir de. Pop Star denen yarisma milyonlara kendini duyururken biz on bine ulasmakla amaca ulasmis olacagiz. Iste bu durumlara ragmen kosullardan yakinmak tiyatroya yakismaz. Yapmak gerek, eylem gerek.
O.Cebe: Eyleminiz daim olsun.
N.Kazankaya: Çok tesekkür ederim.
Nisan 2004, Siyasi Gazete, Mustafa Sütlas
"Julia" ya da Fasizmin "Seyir Defteri" hakkinda
Tiyatro Pera'da Nesrin Kazankaya'nin yazip yönettigi, sahne geçislerinde dans tiyatrosuna yaklasan dansli anlatim ve gerçekçi bir oyunculugun hedeflendigi, "Seyir Defteri (Julia)" adli oyun sürüyor
Mustafa SÜTLAS
"Tiyatro, insanoglunun yolunu aydinlatan bir isiktir."
Bu yilki Dünya Tiyatrolar Günü Bildirgesinde "Karanlik bir salonda solugunu tutmus perdenin açilmasini bekleyenlerin karsisinda, tüm benliklerini, yeteneklerini, birikimlerini, yaraticiliklarini, düs güçlerini, düsüncelerini ve duyarliliklarini tiyatro sanatina adamis insanlara, ben günümüzde 'kahraman' diyorum. Karsiligi olsa olsa bir avuç alkisla ödenen bir kahramanlik onlarinki" diyor tiyatro elestirmeni Zeynep Oral.
Dünya Tiyatrolar Günü'nde ben de tiyatrodaydim. Dahasi "tiyatro" gibi bir "tiyatro" izledim. Izleyici olarak sayimiz azdi. Olsun; bu bizim ayibimiz degil. Sahnedeki oyuncular da bizim sayimiza bakarak oynamadilar. Onlar "tiyatro" yapmak üzere sahneye çikmislardi. "Tiyatro"larini yani görevlerini eksiksiz yaptilar. Oral'in dedigi gibi bence onlar gerçekten birer "kahraman". Oyunu izledikten sonra "Keske kahramanlari olmayan bir toplum olsaydik." dedim.
Keske bu dünya "kahraman"lara gereksinim duyulan bir dünya olmasaydi. Keske yapilmasi gereken isleri yapanlara, dogrulari söyleyenlere ve gerçeklestirenlere "kahraman" gözüyle bakmasaydik. Ama bu dünyada hem de günümüzde yasamak; hem de "insan"dan ve "insanlik"tan ödün vermeden "yasamak" gerçekten bir "kahramanlik"tir. Yokluk ve yoksullugun, "yoksunluk"lari dogurdugu böyle bir dünyada "kahraman"larin çogalmasi herkesin dilegi.
Isin sasilasi yani sanildigindan çok fazla "kahraman" da var bu dünyada. Yoo ilk baharda patlayan tomurcuklari kastetmiyorum. Gerçi onlar da bu kirlenmislige inat yesili var etme adina gerçek bire kahramanlar. Yeni dogan çocuklari da kastetmiyorum. Üstelik en büyük "kahraman"lar onlar olmasina karsin. Irak'ta direnenleri, açliktan ölme noktasina gelmisken ölüme direnenleri de kastetmiyorum. Daha siradan olanlari, çevrenize bir bakin göreceksiniz onlari.
"Siradan Kahramanlar"
Iste bence onlardan birisi "Julia"yi yazip, yöneten bir de üstelik oynayan Nesrin Kazankaya. Dahasi onun ekibindeki tüm oyuncular da birer isimsiz ve siradan "kahraman". Onlarin "kahraman"liklarini o aksam onlari izleyen bizler "teslim" ettik. Peki ya bu "popstar" kültürü? Onlar da bunun "kahramanlik" oldugunu teslim ediyorlar mi sizce?
Bence hayir. Çünkü o popstar kültürünün bunu teslim etmesi; dogrunun karsisinda yanlisin "teslim" olmasi anlamina gelir. "Tiyatro Pera"nin el, yükrek ve akil birligiyle kotardigi "Julia" ya da gizli adiyla "Fasizmin Seyir Defteri" Zeynep Oral'in söyledigini ötesinde bence bir "kahramanlik" örnegi. Çünkü o kapitalizmin "küreselelesme" çaginda her yerde, her zaman varolabilen "fasizmi"n seyrini anlatiyor, gösteriyor bizlere.
Ertesi günü yerel seçimler yapilacak bir ülkede "fasizmin seyrini" anlatarak izleyiciye "dogru" ile "yanlis"i göstermek, üstelik bunu izleyeni hem eglendirip, hem de düsündürerek yapmak gerçekten de büyük "kahramanlik".
Sizin elektriniginizi kesebilirler. Çöpünüzü almayabilirler. Sizi engelleyebilirler. Eger onlarin "iktidar"inin içindeki "fasizan" unsurlari göstermeyi sürdürürseniz bunlari yapabilirler. Çünkü daha dün meydanlarda sizlkeri tehdit ederek "oyunuza" ipotek koymaya yeltenebildiler. Çogunluk olmanin en hasindan "bir fasizm" oldugunu göstermeyi sürdürürseniz gerçek bir "kahraman" yaratabilirler sizden sayin Kazankaya. Tipki Mumcu'lar gibi, Aksoylar gibi...
Tiyatronun islevi
Bugün Küresel sermayenin yurdu ABD'nin içinde insan, irk, sinif ayrimciliginin en somut örnekleri üzerinden giderek tüm dünyayi nasil sardigini bir tekilden yola çikip, herkesin kendi "tekil"ine nasil uzanabilecegini gösterebilecek, tiyatro bilgisini, deneyimin, oyunculuk kültürünü almak ve bunlari uygulamaya dökebilmek basli basina bir "kahramanlik".
Kimsenin böyle bir oyundan haberi yok iken bos salonlara tiyatronun ne kadar yasamsal ve evrensel bir olgu oldugunu her aksam perde açarak gösterebilmek de "kahramanlik".
Brecht'in yasanan gerçekligin ardindaki felsefenin, dogru ile yanlislarin, çikari olan taraflarinin, aktörlerinin ve nesnelerinin ne oldugunu ortaya koyan diyalektik çözümlemeci epik tiyatro anlayisini kavrayip onu sahne üzerinde gerçeklestirebilmek de bence "kahramanlik". Hem de her "medyanin" her türünde "bunu en iyi ben bilir yaparim" diye böbürlenmeden, yani sermayenin desteginde kendi reklamini yapmadan bunu gerçeklestirebilmek de "kahramanlik". yasamla iliski ve iletisim
Oyunda yasamlari, iliskileri gösterilen; siradan insanlar olan "Lilian", "Dashiel" ve "Julia" ile çevresindeki insanlari yaklasik 70 yil sonra bugünün gerçekligi içine oturtarak, benzerlikler ve farkliliklarin arasindaki biçak sirtinda günün gerçekligini sorgulamak, tartismak, dahasi sonuçlandirmak da bence bir "kahramanlik".
Bu ülkenin en büyük ödenekli tiyatrosunun en tepesinde görev yapip, sonra da küçük bir tiyatroda tiyatro yapma "ask"ini, tiyatro yapma istegini ve meslegini sürdürebilmek de bence bir "kahramanlik". Üstelik ayni durumda olan pek çok tiyatrocu "medya"ya teslim olup tv ekranlarinda "pop" kültürün satisinin sagladigi ranttan pay almayi yeglerken.
Ya da "finans kapital"in döngüsünün sagladigi arti emek sömürüsünün sagladigi kârin "fitresi" ya da "zekati" anlaminda desteklenen özel "tiyatrocuk"lar içinde sanatini icra etmeyi yeglemek varken. Bunlari kinamak için söylemiyorum: Eger emeginden baska satacak bir seyin yoksa ve örgütlü degilsen elbette yasamini idame ettirmek için, "fasizmin" destekçisi sermayeye emegini kiralayabilir insanlar. Ama "Tiyatro Pera" bunun baska bir yolunu gösterebildigi için de bance "kahramanlik" yapiyor.
Haa bir de sanatini satma noktasina gelince orada durarak bunu gerçeklestiriyor. Çünkü sanatin yasamin içinden çiktigina ve yine içinden çiktigi yasami belirledigini biliyor, savunuyor ve uyguluyor Tiyatro Pera ekibi.
Yasama, dünyaya bakis Kuskusuz yasamin ne yaninin ve nasil belirlenecegi ise dünyaya bakisla ve onun yönüyle ilgilidir. Kazankaya Istanbul Devlet Tiyatrosu'nun basina geldiginde onunla yapilan bir söyleside bakisinin yönünü ortaya koyuyor:
"Sanatin her zaman toplumun 'önünde gitmek zorunlulugunu üstlenmesi' gerektigini unutmamamiz gerekiyor ki kendini begenmislik degildir bu. Bizim önerilerimiz vardir. Ve önerilerimiz genel geçer bir kültür kirlenmesi ile fevkalade eksi noktalarda yürüyen Türkiye kültür yasamina teslim olmamak zorundadir. Eger çiplak gözle bakar ve televizyonda en çok izlenen programi done olarak alirsaniz, bizim bu anlayisda tiyatro yapmamamiz gerekir. Ama ben sanatsever izleyicinin bunu hak ettigine inanmiyorum. O zaman yürüyecegiz demektir. Insanlik tarihinde hep böyle oldu."
"Julia"nin ve onun arkadasi "Lilly"nin öyküsünü onlari izlemeye gittiginizde ögrenirsiniz deyip oyunun öyküsünü anlatmayacagim. Sözlerimi bu yil UNESCO adina Dünya Tiyatrio Bildirisini kaleme alan Misir'li oyun yazari Fathia El Asaaly'nin bildirinin sonunda yer alan sözleriyle bitirecegim. "...zamanla biriken pastan kendimizi kurtararak birbirimizin önünde tüm çiplakligimizla durmaliyiz. Insani gücümüzü ortaya koymaktan yoksun birakan olaylar ve durumlar karsisinda sesimizi yükseltmeliyiz."
Bilgi:
"Tiyatro Pera" Seyir Defteri "Julia"
Yazan ve Yöneten: Nesrin Kazankaya
Dramaturgi: Safak Eruyar
Dekor ve Kostüm Tasarimi: Nilüfer Moayeri
Isik Tasarimi: Yüksel Aymaz
Oyuncular: Ayse Lebriz, Nesrin Kazankaya, Levent Öktem, Cüneyt Uzunlar, Basak Mese, Yeliz Demir, Eda Yapanar, Ilkay Yilmaz, Neylan Özgüle, Ibrahim Ulutas, daglar Uygur, Volkan Aktan, Erdinç Anaz, Eren Uluergüven.
Kasim 2003, Post Express
Julia’nin Aski
Yönetmenin Önsözü
Umudun bittigi yerde...
Lillian Hellman’in saheser kitabi “Pentimento”nun vaktiyle haysiyetli bir gise filmi olarak beyaz perdeye aktarilan “Julia” öyküsü, kasim ortasindan itibaren Tiyatro Pera’da sahneleniyor. Öyküyü yeniden kurgulayip oyunlastiran, yöneten ve basrolünde oynayan Nesrin Kazankaya’yla Julia’yi konustuk.
“Seyir Defteri” yanilmiyorsak, yazdiginiz ilk oyun. Sizi oyuncu, yönetmen ve çevirmen olarak taniyoruz. Peki yazarliga nasil karar verdiniz ve neden yabanci bir konu seçtiniz?
Bu oyunu yazmami biraz da Türkiye’nin tuhaf kosullarina borçluyum. Bildiginiz gibi, kurucusu oldugum “Tiyatro Pera” üçüncü sezonuna girdi. Ilk iki sezon sahneledigim yabanci oyunlarda, copyright ajansi ONK’la tuhaf bir sekilde sorunlar yasadik; “degisiklik yaptigimiz” iddiasiyla mahkemeye bile verildik. Geçtigimiz günlerde, aklimizdan bile geçmeyen bir oyunu izinsiz sahneleyecegimiz suçlamasiyla bir de yazi aldik. Komik elbette. Oyun yazmamda ilk itici güç bir ajansla çalismamak düsüncesi oldu. Ikincisiyse, yillardir içimde sakladigim bir öyküyü sahnelemek ve oynamak istegi. Yazdigim oyunun içerigi, hepimizin hemen her dönem acisini çektigimiz son derece önemli bir dönüm noktasini anlatiyor: Fasizmin engellenemez hale getirilen yükselisini. Iki dünya savasi arasinda, kan ve ölüm kusan fasizmin, göz göre göre nasil yükselip yayildigina bir kez daha dikkat çekmek istedim. Kendi ülkemle ilgili dönem tahlilini, edebiyatta yeterince yapilmadigina inaniyorum. Böyle bir konuyu kendi ülke cografyama oturtmak, henüz bizler için çok zor.
Oyunun konusu ne?
Türkiye’de daha çok ani kitaplariyla taninan 1905-1984 yillari arasi yasamis Amerikali oyun yazari Lillian Hellman’in Julia adli kisa bir ani öyküsü vardir. Bu öyküden 1977 yilinda ünlü film yönetmeni Fred Zinnemann ayni adla bir film çekmisti. Öykü kisa ve çarpicidir. Lillian Hellman ve gerçek oldugu tartismali çocukluk arkadasi Julia (soyadi bile yoktur) birbirlerine normal sinirlari zorlayan bir sevgiyle baglidirlar. Julia, okumak için Ingiltere’ye ve ardindan Viyana’ya gider. Anti-fasist mücadeleye katilir ve Viyana’da fasistler tarafindan öldürülür. Öykü ve filmde Lillian Hellman’in Amerika’daki yasami, polis romani yazari Dashiell Hammet’la yasadigi aski ve Hellman’in gözünden Julia’nin yasadiklari yer alir. Julia’nin yasami ise, neredeyse hiç yoktur. Ben oyunu bu öyküden yola çikarak yazdim ve Julia’nin, tipki Lillian’inki gibi, yasam öyküsünü kurdum.
Peki bunu özgün bir oyun mu, yoksa bir uyarlama olarak mi görüyorsunuz?
Oyun kesinlikle bir uyarlama degil. Anilara sadik kalarak, konudan yola çikilarak, Julia öyküsünün kurgulandigi bir oyun diyebilirim. Paralel iki yasam kurmaya çalistim. 1923-38 yillari arasi ABD ve Avrupa’daki sosyal degisimleri, bu iki kadinin olaganüstü sevgisini takip ederek anlatmaya çalistim. Oyun, bir anlamda fasizmin seyir defteridir. Belli aralarla Avrupa’da birbirlerini gören bu iki kadinin bulustuklari her kent, seyir defterinin bir duragidir.
Oyunda fasizmin yükselisini anlatmak için Almanya’yi degil, Avusturya’yi seçmissiniz. Pek alisildik bir mekan seçimi degil…
Evet, Hitler’in dogdugu kent Viyana, çok daha agir baskilari çok daha erken yasamaya baslamistir. Mussolini ve Hitler arasinda kalmis, onlarin çekismeleri ve el sikismalariyla agir darbeler almis bir kenttir. Julia, Freud’la çalismak için Viyana Üniversite’sine gelir. Freud gerçekligi de bu mekan için önemli bir öge oldu benim için.
Komünist kimlikli Julia için seçtiginiz ask da iddiali. Julia, bir Nazi’ye gönül veriyor…
Hayir, bir Nazi’ye gönül vermiyor. Inançli bir Nasyonel Sosyalist akademisyene asik oluyor. Asik oldugu Johannes, Freud’un asistani, Julia da bir ögrenci oyunda. 1920 yilindaki, “25 Altin Madde” diye bilinen Nazi parti programi, gerçekten sosyalist ilkeler içeren bir program. Nazizmin böylesine yayginlasmasina, tek bir “deli” adama baglamak olanaksiz. Özellikle 1929 Büyük Kriz sonrasi, insanlarin Nazizmin ilkelerine inanmasi anlasilir bir sey. Nazilerin iktidara geldiklerinde, programa yazdiklari sosyalist adimlardan hiçbirini atmamis olmalari da programin önemini gösteriyor. Böylesi bir aski, dönemin sosyal acilari gibi agir bir aciyi içerdigi ve az rastlanan özel bir durum oldugunu düsündügüm için seçtim. Alman felsefecileri Yahudi Hannah Arendt ve Nazi hayrani Martin Heidegger’in yarim yüzyil süren asklari da böyledir. Sanatin biraz ayriksi durumlarin pesine düsmesini seviyorum. Insan inançlariyla yücelir, tarihe geçer, ancak zaaflariyla da varoldugu unutulmamali.
Sahneleme üzerine ne söylemek istersiniz? Müzik ve dansa önemli bir yer vermissiniz…
Oyunun geçtigi dönem müzikte de büyük dönüsümlerin oldugu dönem. Ayrica her kent ve her olay kendi müzigi ile varolabiliyor bu dönemde. Tiyatro dansini bir anlatim araci olarak kullandim. Yaptigimiz dansin “Tiyatro Dansi” diye anilmasini isterim. Çünkü bu disa vurum, beden devinimleri, her sahne geçisinde, öyküyü teatral olanin biraktigi yerden alip kendi diliyle tamamlamaktadir. Biz böyle bir çalismadan çok keyif aldik, dilerim hedefledigim etkiyi yapar.
Kalabalik bir oyuncu grubunuz var? Özel bir tiyatro için pek alisilmis bir durum degil…
14 oyuncudan olusuyor ekip. Devlet Tiyatrosu’ndan Ayse Lebriz ve Levent Öktem’in varligiyla iyice güçlü bir kadro olusturduk. Ögrencilerimle oynamak da bir baska keyif tabii. Bu dönemde özel tiyatro yapmak bir delilik. Kendi kendimize ayakta durmaya çalisiyoruz. Kriterin ne oldugu kesinlikle belli olmayan Kültür Bakanligi Özel Tiyatro Yardimi dagitimindan bu yil da bir pay alamadik. Son derece canim sikildi, ama bu bizim için bir engel olmayacak tabii. Tipki geçen iki yilda oldugu gibi, bu yil da, eriskin ve çocuk oyunlarimizi kendi sahnemizde düzenli oynayacagiz, turneye çikacagiz ve bizi diri tutan dertleri aktaracagimiz yeni oyunlarla izleyicimizle bulusacagiz.
Mayis 2004, Adam Sanat, Bertan Onaran
Dürüst Ressamlar
Güzeli, dürüstü yinelemek üzere, tek basima gördügüm
Julia-Seyir Defteri
Nesrin Kazankaya’nin yazip yönettigi oyun, hani su hepimizi havalara uçuran
Nesrin Kazankaya, Ayse Lebriz, Levent Öktem ve genç arkadaslari tam anlamiyla bir sanat söleni sunuyorlar; ama ah! Toplum, dünya televoleye teslim olmus: bir avuç insana. Üstelik nasilsa gelebilmis onlarin kimisi, oturup bu güzelim insanlari alkislama sab
Gitsinler! Elbirligiyle yarattiklari cehennemden ötesi yok.
Nesrin’cigim, sonsuz tesekkür!
Havana Durusmasi, Arturo Ui, Saloz’un Mavali, Sevdali Bulut Seyir Defteri, sevda, tutku olmadan hiçbir sey yaratilamayacaginin costurucu kanitlarindan biri. rini bile göstermeyip iktirip gidiyor!gibi oyunlar buharlasali beri karsilastigim en tutarli, en tutkulu oyun; Nesrin’in, simdi artik kaçikhanelerde dolasan, yetenekli ve talihli dogmus, Amerikan toplumunda bunlari ister istemez yele vermis Jane Fonda’nin oynadigi Julia’yi temel alip daha baska bir dizi yazinsal yapittan yararlanarak yazdigi ’ne Sevil, Serpil ve Nilgünle bir daha gittim.
Cumhuriyet, 30 Ocak 2004, Vecdi Sayar
KEDI GÖZÜ
Fasizm ve Ask
Seyir defterimize tiyatrolarla devam etmeyi tasarliyorduk. Ne var ki, ''Vizontele Tuuba'' gündemin bas kösesine yerlesiverdi. ''Vizontele'' ile sinemamizin hasilat rekorunu elinde tutan Yilmaz Erdogan , ''Vizontele Tuuba'' ile sinemadaki yerini saglamlastiriyor. Aksamayan bir dramatik yapiya sahip olan film, insancil bakis açisiyla 1980 Türkiyesi'nden gerçekçi bir kesit aktariyor. Yasadigi tüm acilara ragmen ayakta durmayi basaran insanimizin yazgisi, yaraticiligi ve direnci beyazperdeye yansiyor.
''Vizontele Tuuba'' nin, farkli kaynaklardan gelen oyuncu kadrosu, filmin en büyük avantaji. BKM'nin temel taslari Yilmaz Erdogan, Altan Erkekli, Demet Akbag 'dan, sinemamizin usta oyuncusu Tarik Akan 'a, Tuba Ünsal, Idil Firat gibi genç yeteneklerden Cezmi Baskin, Meral Çetinkaya, Salih Kalyon, Sener Kökkaya gibi emektar oyuncularimiza, mükemmel bir takim oyunculugu... Yilmaz Erdogan'in gücünü insan sicakligindan alan senaryosu, 'Kardes Türküler' in dört dörtlük müzikleri ve Ugur Içbak 'in görüntüleri ile daha da güç kazaniyor.''Vizontele Tuuba'' da, izleyiciyi güldürmekle yetinmiyor Erdogan, naif bir ask öyküsünü yalin ve inandirici bir anlatimla aktarirken, dönemin siyasal atmosferini basariyla yansitiyor. Sümbül Dagi'nin eteklerinde yasanan bu ask öyküsü, büyük kentlerde çoktandir unutulan temiz duygulari animsatirken 12 Eylül gerçegi ile tanismamis genç kusaklara, bu dönemi anlatma islevini de üstleniyor, küçük firça darbeleriyle; gülümseterek... Filmin finalini anlatmayacagim elbet, henüz izlememis olanlarin keyfini kaçirmaya niyetim yok. Ama, çok basarili bir final oldugunu söylemeliyim. Bugün de daglara taslara ''Tuuba'' yazma cesaretini gösterebilecek delilere ihtiyacimiz yok mu?
****
Evet, inadina ''Tuuba'' ... inadina ask... Baskici toplumlarda nefes alabilmek için mizaha ne kadar ihtiyaç varsa, aska da o denli ihtiyaç var. Isterseniz sinemadan tiyatroya uzanalim ve fasizmin karabasanina karsi askin gücünü vurgulayan iki oyundan söz açalim. Ettore Scola 'nin ünlü filminden sahneye uyarlanan ''Özel Bir Gün'' , Hale Soygazi 'nin içten ve yalin yorumu ile izlenmeyi hak ediyor. Maya Sahnesi'nde baslayan oyun, su siralar Istanbul Bilgi Üniversitesi'nin Dolapdere'deki salonunda sürüyor. Bilgi'de fasizmi konu alan bir baska oyun daha var: Üniversiteli gençlerin olusturdugu Tiyatro Candela'nin ''Ay Carmela'' si.
Genç ve basarili bir tiyatro toplulugunun (iki yilda ''Ölüm ve Kiz'', ''Tavsan Tavsan'' gibi iki güzel oyun çikaran), Tiyatro Pera'da izledigim ''Seyir Defteri / Julia'' , mevsimin en önemli oyunlarindan biri. Nesrin Kazankaya 'nin, Lillian Hellman 'in yasam öyküsünden yola çikarak yazdigi ve sahneledigi oyun, fasizmin yipratamadigi insani duygularin en güçlüsü, ask üstüne... Yitik bir kusagin öyküsünü anlatan ''Seyir Defteri'' ni izlerken geride biraktigimiz yüzyilin acilarina taniklik edeceksiniz.
Ask, bütün halleri ile sahnelerimizde desek yeridir. Mevsimin bütün önemli oyunlari ask üstüne. Ama, bazilari aski toplumsal-siyasal atmosfer içinde anlatirken bazilari soyut bir düzlemde ele aliyor. Istanbul Devlet Tiyatrosu'nda Isil Kasapoglu 'nun yalin rejisi ile sahnelenen ''Kir'' da Ülkü Duru, Almila Uluer ve Celal Kadri Kinoglu basarili bir takim oyunu çikariyorlar. Kadin-erkek iliskisini ve 'gerçek' i sorgulayan bir oyun ''Kir'' . Tipki, Akbank Prodüksiyon Tiyatrosu'nda Kasapoglu'nun rejisi, Tilbe Saran ve Selçuk Yöntem gibi iki müthis oyuncunun yorumlariyla sahnelenen ''Fernando Krapp Bana Mektup Yazmis'' gibi... ''Kir'' dan söz açmisken geçen yazimda yer alan bir hatayi düzeltmeliyim. ''Kir'' in çevirisi Zeynep Avci 'ya ait degil (Oyun Atölyesi'nde sahnelenen ''Ermisler ya da Günahkârlar'' çevirisinden söz etmeliydim oysa); Roza Hakmen 'in imzasini tasiyor... Insan bellegine güvenmemeli... (Bir hata daha: Hasan Öztürk 'ün ve belediye baskaninin isbirligi ile inanilmaz bir tiyatroya kavusan Ege kenti Söke degil, Selçuk! Vefa Ülgür gibi sanata duyarli bir baskanin kentine yanlis yapmak olur mu?)
Dilerseniz biz gene Istanbul'a dönelim. Mahir Günsiray 'in yönetiminde Tiyatro Oyunevi'nin sahneledigi Gogol 'ün ''Evlenme'' si de kadin-erkek iliskisi ve aile üstüne. Tipki, ''Kir'', ''Fernando Krapp...'' ve Dostlar Tiyatrosu'nda izledigimiz Behiç Ak 'in ''Fay Hatti'' gibi... Haftaya devam ederiz...
vecdisayar@yahoo.com
Cumhuriyet, 6 Subat 2004, Vecdi Sayar
KEDI GÖZÜ
Murtazalar ve Müfettisler
Tiyatromuzun en önemli zenginligi, oyuncular... Gerek ödenekli tiyatrolarimizda, gerekse özel tiyatrolarimizda sergilenen oyunlarin en basarili ögesi oyunculuk oluyor. Su siralar, Istanbul'daki özel tiyatrolarda övgüye deger pek çok çalisma var: Dostlar Tiyatrosu'nda (Fay Hatti) Genco Erkal , Sumru Yavrucuk ve Erdem Akakçe , Tiyatro Atölyesi'nde (Ermisler ya da Günahkârlar) Haluk Bilginer , Bülent Emin Yarar , Senay Gürler , Tiyatro Pera'da (Seyir Defteri) Ayse Lebriz , Levent Öktem ve (ayni zamanda oyunun yazari ve yönetmeni olan) Nesrin Kazankaya ... Bu listeyi daha da uzatmak mümkün...
|